Hayat, “canlı, sağ olma durumu, hayat biçimi, içinde yaşanılan şartların bütünü, yaşantı, durum” olarak tanımlanır (TDK, Türkçe Sözlük ,Ankara,2005 s.865). Hayatın bu tanımında her hangi sorun bulunmasa da insan tarafından algılanmasında sorun bulunmaktadır. Bu da algıya bağlı hayat felsefesinin oluşturulması sorunudur. Nitekim hayatı, daha çok çalışmak, daha çok üretmek ve daha güçlü olmak sadece kendini ve kendi çıkarlarını düşünmek, bencil ve bireyci olmak, bunun için kural tanımamak şeklinde algılayanlar ve anlayanlar olduğu gibi; yaşamını sürdürmeye yetecek kadar çalışmak, gereğinden fazla üretmemek ve tüketmemek, doğayla bütünleşerek, içe dönerek, meditasyon yaparak, maddi dünyanın tuzaklarından arınarak ruhu özgürleştirmek ve Tanrı’ya ulaşmanın bir yolunu bulmak, şeklinde algılayanlar ve anlayanlar da mevcuttur. Bu anlayışlardan birincisi kapitalist, ikincisi ise Budist ve Hindu hayat anlayışlarını yansıtır.
Bu hayat anlayışlarına karşı, İslam’ın hayat anlayışı nedir? Kur’an’ın hayat anlayışına yönelik bir önerisi veya önerileri var mıdır, var ise bu öneriler nelerdir? sorularına şayet bir cevap aranacak olursa, eminim ki tek bir cevap değil, birbirinden farklı bir çok cevabın bulunduğu görülecektir. Kur’an’ı ve sünneti algılayış ve yorumlanış tarzlarına göre mezheplerin, dinî cemaatlerin ve grupların, kendilerine özgü hayat anlayışlarının ve tanımlarının bulunuşu bunun bir göstergesidir. Mesela İslâm geleneğinde “Bir lokma bir hırka” düşüncesine bağlı bir hayat anlayışını görmek mümkün olduğu gibi, çalışıp çabalayıp kazanmak ve bu kazancından gösterişe kaçmadan harcamak ve ihtiyaç sahipleri ile paylaşmak anlayışını görmek de mümkündür. Fakat İslam’ın, daha çok yeme, daha çok içme, daha çok zengin olma, daha çok hava atma, daha çok eğlenme, daha çok tüketme, marka giyme gibi bir hayat anlayışını önerdiğini söylemek mümkün değildir. Zira üretime dayanmayan sadece israfa ve tüketim ekonomisine dayalı böyle bir hayat anlayışını, Kur’an asla onaylamaz. Bununla birlikte kapitalist bir yaşam tarzının etkisinde kalan kişilerde veya bazı kesimlerde böyle bir anlayışın ve yaşam tarzının oluşmaya başladığını ve gittikçe arttığını söylemek de abartılı bir ifade olmayacaktır.
Nitekim yaşamak için değil de yatırım için ev alma; yaşam tarzına ve hayat felsefesine göre değil de başkalarının beğenisine göre eşya alma anlayışlarının gittikçe yaygınlaştığı; gösterişe yönelik harcamalarda cömert, ama aidatların veya borçların zamanında ödenmesinde ise cimri davranıldığı görülüyor. Bu nedenle Kur’an’ın ruhuna ve özüne uygun bir hayat anlayışı nasıl olabilir veya nasıl olmalıdır? sorusuna, çoğunluğun onaylanacağı bir cevap bulmak da zorlaşıyor. Zira “sıratı müstakim” i herkes, kendi din anlayışlarına göre anlıyor ve kendi anladığını da tek doğru olarak kabul ediyor. Bu sebeple de toplumda, ortak bir dinî hayat anlayışının tezahürleri görülmüyor. İnsanların yaşadıkları dinî hayat ile Kur’an’ın önerdiği hayat tarzı yeterince birbiriyle örtüşmüyor, hatta bir çok konuda çatıştığı müşahede ediliyor.
Geçmişte Müslümanlar arasında tevazu, dürüstlük, güvenilir olma, sözünde durma en önemli değerler iken; günümüzde bunlara değer verilmediği, tevazuun yerine kibrin, dürüstlüğün yerine kandırma ve aldatmanın geçtiği; âlimlerin kibirli, zâhidlerin câhil, âbidlerin riyakâr oldukları bir toplum yapısının oluşmaya başladığı; ayrıca zenginlik kibri, siyaset kibri, makam kibri, ibadet kibri gibi farklı kibir çeşitlerinin ortaya çıktığı ve gittikçe de yaygınlaştığı, hatta çalışmadan zengin, okumadan bilgin, bilgi sahibi olmadan mütefekkir ve ibadet etmeden âbid olma arzularının etkinlik kazanmaya başladığı görülüyor. Bu düşüncede olanlar, çalışmadan, gayret göstermeden ve emek vermeden, kısa yoldan istediklerini elde etmeyi (köşeyi dönme) arzu ediyorlar. Bu nedenle geçmişte ölümü ve ötesini düşünen, ahiret için hazırlık yapan Müslüman, bugün yaşamanın keyfini düşlüyor, hayatı paylaşma yerine, refahı paylaşmayı daha çok tercih ediyor. Mevlana’nın, “Hamdım, piştim yandım” sözüyle ifade etmek istediği “emek vererek olgunlaşma ve insan olma” anlayışı yerini, sanki Şair Nedim’in, “Gülelim oynayalım kâm alalım dünyadan” dediği hazzı yaşama ve onu yüceltme anlayışına terk etmiş gibi bir görünüm arz ediyor.
Oysa Kur’an’ın önerdiği hayat, bir bütündür ve hayatın hem başını hem de sonunu; bir başka ifade ile hem dünyayı hem de ahiret hayatını kapsamakta; günümüzde bazı kesimlerin anladığı gibi, dünya hayatı ve ahret hayatı şeklinde ikiye ayrılan bir hayatı değil; öncesi ve sonrası olan tek hayatı ifade etmektedir. Bu nedenle Kur’an, hayatın öncesini, “Dünya hayatı” sonunu ise, “Ahiret hayatı” olarak tanımlamakta ve “el-hayatüd’dünya/yakın hayat” ve “el-hayatü’l ahira/ son hayat” ifadelerini tek bir hayatın iki veçhesini açıklamak için kullanmaktadır. Bu tanımdan dolayıdır ki sadece dünya hayatını merkeze alıp, ahiret hayatını kabul etmeyenleri ve onu yok sayanları şiddetle kınamaktadır.
Kur’an’a göre dünya hayatı, insanlar için sadece bir oyun ve eğlenceden ibaret değil, (Enam,6/32,Muhammed,47/36,Hadid,57/20) aynı zamanda en güzel işlerin yapıldığı bir imtihan yeri, (Mülk, 67/1-2), kendisinden nasip alınacak, fakat ahiret için de hazırlık yapılacak bir zaman dilimidir (Kasas,28/77). Bu bilgiler, Müslüman için “ölçüt” olan bilgilerdir. Bunun için de her Müslüman, hayatını sıradan, rast gele “keyfe ma yeşa” (dilediği dibi) değil; Kur’an’da yer alan değer ölçütlerine göre, helal, temiz, doğru, güzel ve dengeli olarak yaşamak zorundadır. Dolayısıyla Kur’an’la olan ilişkimizi, şekil boyutundan kurtararak Hz. Peygamberle başlayan ve sahabe ile devam eden dönemlerdeki gibi, bilgi ve bilinç boyutuna taşımamız ve geliştirmemiz gerekmektedir.
Bununda yolu da tenzil döneminde olduğu gibi Kur’an’a yönelmek, O’nu anlayarak okumak, gönlümüzü, ruhumuzu O’na açmak; yaşamımızda, helal-haram, temiz-pis, doğru-yanlış, iyi-kötü, güzel-çirkin ve dengeli-dengesiz ikileminde, daima helal, temiz, iyi, güzel ve dengeli bir hayat tarzını tercih etmek ve her davranışımızı O’na arz ederek O’ndan referans almakla mümkündür. Bunun için de önce Kur’an sevgisi ile işe başlamak, daha sonra O’nun bilgisine ulaşmak ve elde edilen bu bilgiyi/bilgileri bilinç haline dönüştürmek gerekiyor. Zira bilinç haline getirilmeyen bilgilerin, eyleme dönüşmediği/dönüştürülemediği görülüyor. Çünkü bir bilginin eyleme dönüşebilmesi için onun bilinç haline gelmesi gerekiyor. Nitekim üzerinde “Sigara öldürür” yazısı olduğu halde içilmeye devam edilmesi, bu bilginin bilinç haline dönüştürülemeyişindendir. Şu gerçeği de unutmamak gerekiyor: Eylemler, zamanla alışkanlıklara; alışkanlıklar da karaktere dönüşüyor, kişiliğimizi ve hayat felsefemizi oluşturuyor. Haliyle Müslüman kişiliğimizin ve buna bağlı hayat felsefemizin oluşması da bu kurala bağlı bulunuyor. Yüce Yaratıcının ifadesiyle, “Bir topluluk, kendi durumunu değiştirmedikçe, Allah o toplumun durumunu değiştirmiyor” (Ra’d,13/11)
Prof. Dr. Celal KIRCA
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi
Seçilmiş Cumhurbaşkanımızın katıldığı merasimden sonra bir gurup teğmenin sonradan korsan yeminle Mustafa Kemal’in askerleriyiz diyerek…
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi’nde alınan kararla su fiyatlarına %17,5 zam yapıldı ve her ay…
İstanbul' da Şiddetli lodos, Marmara Bölgesi'nde deniz ulaşımını sekteye uğratmaya devam ediyor. İstanbul, Bursa ve…
Ebu Cehil deistti, diğer Mekkeli müşrikler de deistti, Allah’ın varlığına inanıyorlardı ama Hz. Muhammed’in Allah’ın…
Önceki yazımızda Yûsuf 12/76 ayetini kısmen ele almıştık. Bu yazımızda ise ayetin ele almadığımız yönleri…
Eksikleri Varsa da Doğruya Yakın Bir Görüş Mirat Haber olarak, İslam'a aykırı olmadığı müddetçe, her…