Kur’an’da, iki farklı Müslüman tipinden ve kişilik özelliklerinden söz edildiği görülür. Bunlardan biri, İslâm’ı kabul eden, onu tanıyan, fakat imanı tam olarak kalbine yerleşmemiş olan Müslüman tipi, diğeri ise İslâm’ı kabul eden ve bütün benliği ile ona inanan Müslüman tipidir. Birinci tip ile ilgili olarak onda şu bilgilerin yer aldığı görülmektedir:
“Ey Peygamber! Bir kısım bedevî Araplar sana gelip, “Biz iman ettik” demişlerdi. Sen onlara de ki: “Siz, gerçek mânada iman etmediniz, en iyisi siz, ‘ Müslüman/teslim olduk’ deyin. Çünkü iman sizin yüreklerinize henüz tam olarak yerleşmedi. Eğer Allah’a ve Elçisine gerçekten itaat ederseniz, Allah yaptığınız hiçbir iyi işi karşılıksız bırakmaz. Çünkü Allah Gafûr’dur; yürekten iman edenlerin günahlarını bağışlar, Rahîm’dir; kullarına karşı daima şefkatli ve merhametlidir.
Gerçek müminler, Allah’a ve Elçisine yürekten inanan, inançlarında şüpheye hiç yer vermeyen, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenlerdir. Onlar iman konusunda özü sözü bir olanlardır “[1]
Bu ayetin nüzul sebebi olarak hicretin dokuzuncu yılında çölde yaşayan bazı Arap kabilelerine mensup bedevîlerin heyetler halinde Hz. Peygambere gelerek Müslüman olduklarını söylemeleridir. Bu sebeple sadaka ve sosyal yardımlardan kendilerine pay verilmesini istemeleri üzerine nazil olduğu rivayet edilir. [2] Nitekim bu ayetlerin devamı da bu konuyla ilgilidir ve şöyle denilmektedir:
Bu bedevîler, “(Biz seninle savaşmadan) Müslüman olduk” diye bunu senin başına kakıyorlar. Sen onlara de ki: “Müslüman olmanızı başıma kakmayın. Eğer (imanınız konusunda) gerçekten doğru söylüyorsanız, imanı nasip ettiği için, asıl sizin Allah’a minnet borcunuz vardır.”[3]
Bu ayetin nüzul sebebi olarak da Benî Esed b. Huzame kabilesine mensup bazı bedevîlerin, Medine’ye gelip Resulullah’ın huzuruna çıktıkları ve kelime-i şehadet getirerek Müslüman olduklarını söyleyerek [4]. “Ey Allah’ın elçisi, biz Müslüman olduk. Araplar seninle savaşırken, biz seninle savaşmadık’. Dedikleri, bunun üzerine Resulullah’ın da “Bunların anlayışları ne kadar kıt, şüphesiz şeytan onların dilinden konuşuyor”. Diye karşılık verdiği nakledilir.[5]
“Rabbi ona, ‘Bana yürekten teslim ol’ dediğinde İbrahim, ‘Evet ben alemlerin Rabbine yürekten teslim oldum’ demişti.”[6]
“Yusuf (Sözlerini şu dua ile bitirdi:) “Rabbim! Bana makam, mevki ve iktidar lutfettin. Rüyaların, olayların yorumunu öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaratan Rabbim! Dünyada da ahirette de velînimetim Sensin. Benim canımı Sana yürekten teslim olmuş, Müslüman biri olarak al ve beni sâlih kullarının arasına kat.” [7]
“Ey Peygamber! De ki: Müslüman olanların ilki olmam bana emredildi.”[8]
“Onlar, Müslüman olurlarsa doğru yolu bulmuş olurlar.”[9]
Bu ayetlerden başka Hz. Nuh’un kavmine, “Ben Müslümanlardan olmakla emrolundum”[10]; Havarilerin de Hz. İsa’ya söylediği “Biz Allah’a iman ettik, şahit ol biz Müslümanlardanız”[11] sözleri de ikinci Müslüman tipini tanımlar.
Birinci tip ile ilgili verilen bilgilerden Hz. Peygamber’e gelerek yardım talep eden bedevîlerin, bu talebi usulüne uygun yapmadıkları, “kaş yapayım derken göz çıkarttıkları” ve bu nedenle de amaç ile araç arasındaki uyumsuzluğa dikkat çekildiği anlaşılıyor. Nitekim
İkinci tip ile ilgili olarak da Hz. Nuh, Hz. İbrahim, Hz. Yusuf ve Hz. Muhammed üzerinden inanan, samimi, bütün benliği ile Allah’a teslim olan hasbî, çıkar ilişkisi gözetmeyen, nefsine hakim, adil Müslüman tipi tanımlanıyor. Kısaca bu ayetler başta olmak üzere Kur’an’ın genel muhtevası, çıkar amaçlı/hesabî davranışlarla, çıkar amaçlı olmayan / hasbî davranışlar arasındaki farkı, dolayısıyla iki Müslüman tipini ve kişiliğini gözler önüne seriyor.
Yukarıda zikredilen ilk ayette “A’râbî/”bedevî” kavramının kullanılmış olması, dolaylı olarak medenî/şehirli kavramını çağrıştırıyor, gelenlerin bedevî olmaları hasebiyle nezaketten, usul ve erkandan uzak oldukları mesajı veriliyor. Nitekim Orhan Karmış da DİA İslam Ansiklopedisine yazdığı “A’râb” maddesinde bu konuya şöyle temas ediyor:
“A‘râb kelimesinin Kur’ân-ı Kerîm’de pek çok yerdeki kullanılışının zihinlerde bıraktığı imaj cahil, görgüsüz, katı ve inatçı insan tipidir. Medenî ve içtimaî hayatın gereklerinden habersiz, usul ve nizam tanımayan tutum ve davranış sahiplerini ifade eden bu kelime, genel olarak Allah ve resulünün hoşnut kalmadığı kişi ve toplumlara alem olmuştur. İlgili âyetlerden anlaşıldığına göre, bedevîlerin Hz. Peygamber ve İslâm’a karşı tavırları hemen her zaman kendi menfaatlerini gözetme esasına dayalı olmuştur. Bunlar önceleri Arabistan yarımadasındaki nüfuzu sebebiyle Kureyş’in yanında yer almışlar, daha sonra İslâm’a temayülleri ise genellikle menfaatleri doğrultusunda gerçekleşmiş ve görünüşte kalmıştır. Diğer taraftan bedevîlerin hayat tarzları gereği Müslümanlarla fazla temasta bulunmamaları ve Resûlullah’ın sohbetinden uzak kalmaları da onların İslâm’ı anlama ve yaşamaları hususunda aleyhlerine bir durum doğurmuştur”. [13]
Medenî olmak ise nerede ikamet ederse etsin bedevî gibi düşünüp bedevî gibi yaşamamak; görgülü, kurallı ve ilkeli bir hayat yaşamak anlamına geliyor. Zira medenî tutum ve davranışlardan yoksun kişilerin, güven verici ve etkileyici tavırları bulunmuyor. Çünkü gerçek imanın yerleşmediği ve içselleştirilmediği çorak gönüllerden, bu çoraklığın davranışlara yansımaları görülüyor.
Bu nedenledir ki içleri çorak insanların, dışları da çorak oluyor. Nitekim günümüzde Müslüman olduğunu söyleyen nice kimselerin, komşularına eziyet ederek; trafik kurallarına uymayarak; başkalarının haklarını gasp ederek, kul hakkı yiyerek; iftira ederek, zanda bulunarak, ayıpları araştırarak, gıybet ederek, sözünde durmayarak, makam ve mevki için haksızlık yaparak yaşamaları, sosyolojik bağlamda medenî olmayan fakat bedeviliği de çağrıştıran davranış tarzları olarak algılanıyor.
Buna karşılık Hz. Nuh, Hz. İbrahim, Hz. Yusuf ve Hz. Muhammed’in temsil ettiği Müslüman tipi ve kişilik özellikleri ise insanlığa medenî davranış tarzları olarak sunuluyor, öneriliyor ve Müslüman kişiliğin de buna göre oluşması ve şekillenmesi isteniyor. Dolayısıyla oranları farklı olsa da sosyal hayatta bu iki Müslümana tipine rastlamak söz konusu oluyor. Ancak Önerilen bu kişilik özelliklerine yeterince sahip olmayan ve bu nedenle de olumsuz davranışlarda bulunan kişilerin, toplumda daha çok dikkat çektiğini ve eleştirildiğini de unutmamak gerekiyor. Nitekim internet sitelerinde yer alan şu hikaye, buna bir örnek teşkil ediyor:
İmam ve cemaat buna şiddetle itiraz ederler. Ancak mal sahibinin kendi arazisi üzerine nasıl bir iş yeri açacağına yasal olarak karşı çıkamazlar. Her gün beddua etmekten başka çareleri de yoktur. İnşaat ilerlemiş ve açılışına birkaç gün kala bir yıldırım düşmesi sonucu o bina yıkılır. Caminin cemaati bu olaydan duydukları büyük memnuniyeti saklamaya gerek duymazlar. Bunun üzerine genelev sahibi, cami imamının ve cemaatin direk veya dolaylı olarak bu hasardan sorumlu oldukları iddiası ile camiye karşı tazminat davası açar. Cami imamı ve cemaat ise savcılığa verdikleri savunmalarında bu konuda sorumlu tutulmalarına şiddetle itiraz ederler. Ve bu olayın kendi dualarından dolayı meydana gelmiş olabileceği iddiasını da kabul etmezler.
Gerekli tüm belgeler tamamlanıp mahkemeye günü geldiğinde hakim dosyayı dikkatle inceler. Ve taraflara dönüp: “Bu konuda nasıl bir hüküm verebileceğimi bilmiyorum. Dosyadaki tutanaklara bakarsak ortada tuhaf bir durum var. Taraflardan birisi duanın gücüne inanan bir genelev sahibi, diğeri ise duanın gücüne kesinlikle inanmayan ve inkar eden bir imam ve cemaati…!” der.
Bu hikayede önemli olan verdiği mesajdır. Bu mesaj da hasbîlik yerine hesabîliğin etkin olduğun kişiliksiz davranışların, insanlar üzerinde bıraktığı olumsuz intibalar ile alakalıdır. Bu nedenle Kur’an, bizden bedevîler gibi hesabî Müslüman değil; Hz. Nuh, Hz. İbrahim, Hz. Yusuf ve Hz. Muhammed gibi hasbî Müslüman olmamızı istiyor. Nitekim Hz. Peygamber’in de bu amacı gerçekleştirmek için yoğun çaba harcadığı biliniyor.
[1] Hucurat,49/ 14-15.
[2] Mukatil b. Süleyman, Tefsir, Beyrut 2002, s. 264
[3] Hucurat,49/ 10-17.
[4] Vâhidî, Esbâbı- Nüzûl, Kahire 1968, 266.
[5] İbn Kesir, Tefsir Kahire Tarihsiz, 7/ 369.
[6] Bakara,2/131
[7] Yusuf,12/101.
[8] En’am, 6/14.
[9] Al-i İran,3/20.
[10] Yunus,10/22.
[11] Al-i İmran,3/52
[12] Hucurat,49/4-5.
[13] Orhan Karmış, A’râb, DİA İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1991, 3/ 242.
MİRATHABER.COM – YOUTUBE
PROF. DR. CELAL KIRCA