Esasında insan harikalar âlemi bir varlıktır. Biyolojik yapısı başlı başına her hücresine varıncaya kadar esrarengiz âlemler bütündür. Onun için insan kendini tanımaya çalışmalıdır.
İnsan kendini tanımazsa, haddini bilmezlerin dini olmaz. Dünya hayatları da harabeleri andıran bir zillet olur. Ebedî hayatları da perişanlıktır. Kurtuluşları da yoktur. Onun için insan haddini bilme zorundadır. Bunca tonajı yüksek değerleri olan insan, kendini tanımazsa hiçbir maddi karşılık vermeden sahip olduğu değerleri vereni tanıma kusurlusu olur. Artık her şeyi de kusur bataklığı olarak içinde debelenmekten kendini kurtaramaz.
Değişmez gerçek insan yaradılış hikmetini algılamadan dünya hayatı sonlanıyor ve İnsanın bütün iddiaları ortada kalıyor. Onu Yaratan, rızkını verip yaşatan Allah Teâlâ, onu yeryüzünde görevlendirirken kendi emir ve hükümlerini uygulaması için ayarlamıştır.
Başta peygamberler olmak üzere insanlara ağır ve mükemmel sorumluluk yükledi.
İnsan için bu kadar yüksek makam elbette ona verilen yüksek değerden kaynaklanır. Bu hakikati algılamak için her şeyden önce insanın tabulaştırdığı her tür klişeleşmiş fikrî bağımlılık ve şartlı reflekslerden arınmalıdır. İdeolojik şartlanmalar, hakikatleri kabule engeldir. Zihnî, indî, fikrî, itikadî ve siyasî şartlanmalardan kurtulmalıdır. Çıkar, şöhret ve ârızî illetlerin hepsinden arınmalıdır. Aslında insanın hatta dindarların bile klasik anlayışlardan sıyrılıp halis bir zihin yapısına sahip olmalıdır. İdeolojik saplantıları aşmalı ve
özellikle dinî alanda çok net ve çok hassas olmalı ve ilâhî buyruklar karşısında azimli olmalı ve ihtilaflardan arınmalıdırlar. Bütün bunlar için öncelikle itaat ruhuna sahip olmalıdırlar.
Bütün peygamberlerin ümmetlerine tavsiyelerinden biri; “bana itaat edin” emridir. Son peygamber Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e telkin etmesi istikametinde Allah Teâlâ’nın emri de budur. Ey Resulüm, de ki: “Ey insanlar, eğer Allah’ı seviyorsanız, bana tabi olun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah Gafurdur çok affedicidir, Rahimdir, engin merhamet ve ihsan sahibidir. Ey Resûlüm! De ki: “Allah’a ve Resûlüne itaat ediniz, eğer yüz çevirirseniz. Gerçekten Allah kâfirleri sevmez.” (Âli İmran:3/31,32)
Bu emir ve bu uyarıda inanmış insanlar için ilk şart Allah Teâlâ sevgisi esas alınmış, bu ise sevginin gerçek ve doğru olduğunun ispatıdır. İnsan Rabbinin sevgisini hak etmelidir. Bunun için de itaatsizlik engelini aşacak şahsiyet ve karakter sahibi olması gerekmektedir. Bu değerleri dile getiren ayetten sonra gelen ayette daha bağlayıcı yaptırım yer alır. O da Allah’a ve Resûlüne itaattir. Bu beyanlara uymayıp farklı kulvarlara girenlere, dozu yüksek ilâhî uyarı vardır. Bu uyarı ağır müeyyide niteliği taşımaktadır, etkindir ve caydırıcı niteliğindedir.
“Allah’a ve Resûlüne itaat etmeyip eğer yüz çevirirseniz. Gerçekten Allah kâfirleri sevmez.” Bu ayetteki Gerçekten Allah kâfirleri sevmez” ifadesi zahiri ve hakiki manası ile hak olarak zikredilmiştir. Her şeyi ile hak bir kitap olan Kur’an’ı ve kavramlarını Allah Teâlâ’dan daha iyi ve daha net bilen olamaz. Allah Teâlâ’nın beyanlarına rağmen hiç kimse vaziyeti idare etme yetkisine sahip değildir, haddi de değildir, olması da mümkün değildir.
Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygambere ve sizden olan emir sahiplerine itaat edin. Eğer bir mesele hakkında anlaşamazsanız onu, Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız Allah’a ve Rasûlüne arz ediniz; Bu yaptığınız, hem daha hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir. (Nisa:4/59) Bunu bir başka ayeti kerime ile daha açık ve net anlayabiliriz.
Andolsun ki, Resûlüllahda sizin için, Allah’ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için güzel örnek vardır. (Ahzab:33/21) Ayetin muhtevası çok önemlidir.
Müslümanlar buna inanmadıkça, demokrasi denilen köhne ve kokuşmuş bir sisteme adapte olup Allah davasından kopuk yaşamaya ve kokuşmaya mahkûmdurlar.
Bu kadar önemli, bu kadar ciddi, bu kadar ilmî ve bu kadar hassas konular müslümanları ilzam etmektedir. Buna rağmen, kulak misafiri olmuş, bilgi kırıntıları toplamış bazı kişilerin kalkıp halkın kanaatlerini karıştırıp çıkmaza sürüklemeleri hakları değil, hadleri de değildir. Fakat ne tuhaftır ki, kasıt veya cehaletten kaynaklanan ihtilafçılar âkibeti düşünemezler!
Kur’an’a rağmen ihtilaf, zâlimlerin acı âkibetidir!
Esselamu aleykum İlhan ORAL