Herhangi bir bölge veya mekâna kutsallık atfetmenin bir diğer örneği de yine Kur’ân’da ‘Ard-ı Mukaddes’ ifadesinin kullanılmış olmasıdır.
“Hani Mûsâ, kavmine demişti ki: “Ey kavmim! Allah’ın, üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani içinizden peygamberler çıkarmıştı. Sizi hükümdarlar kılmıştı ve (diğer) toplumlardan hiçbirine vermediğini size vermişti.
“Ey kavmim! Allah’ın size yazdığı ard-ı mukaddes’e (temiz kılınmış beldeye) girin. Sakın ardınıza dönmeyin. Yoksa ziyana uğrayanlar olursunuz” dedi” (Mâide 5/20-21)
Ancak İsrailoğulları kendilerini Firavun’un zulmünden denizden geçirerek kurtarıp bu beldenin kapılarına getiren hz. Musa’yı ve Allah’ın yukardaki emrini “orada güçlü bir topluluk” var bahanesiyle dinlemediler. Üstelik “Sen ve Rabbin gidip savaşın, biz burada oturup bekleyeceğiz” diyerek hem kabalık yaptılar, hem de bir nimet, zafer ve başarı için ödenmesi gereken bedeli ödemeye, yapılması gereken çalışmayı yapmaya yanaşmadılar.
Bunun üzerine ‘ard-ı Mukaddes’ onlara kırk sene haram edildi ve Tih çölünde sürgün cezasına çarptırıldılar. (Mâide 5/22-26)
Âyette geçen ‘ard-ı Mukaddes’ acaba neresi idi? Niçin bir toprak parçasına veya bir bölgeye mukaddes sıfatı verilmiş?
Bunun İsrâ 17/1.deki “etrafı mübarek kılınmış yer” ile ilgisi var mıydı?
Âyetteki “ketebellahu lekum-Allah sizin için yazdı” ifadesini, “Allah size o toprakları va’detti” şeklinde mi yoksa “Allah oraya girmenizi farz kıldı” şeklinde mi anlamak gerekiyor?
Bu konuda da farklı görüşler var…
Bu âyette belirtilen mukaddes toprak, İsrâiloğulları’nın Mısır esaretinden kurtulduktan sonra yerleşmeleri istenen Filistin toprakları (mı)dır.[1]
Bazıları göre ‘ard-ı mukaddes’; putlardan ve putçuluktan arınmış, temiz ve mübarek kılınmış yer demektir.
‘Ardu’l-mukaddes’; yani temiz yapılmış, arındırılmış yer; Şam (bugünkü Suriye) mıntıkasıdır.
Aynı kökten gelen mukaddis; ruhânî, din adamı demektir ki yahudi şeriatında tanrısal ve bundan dolayı da dokunulmazlık sahibi olan kimseyi ifade eder.
Ferrâ’ya göre burası Dimeşk, Filistin ve Ürdün’ün bir kısmıdır.[2]
Burası Kudüs’te Beyt-i Makdis’in bulunduğu yerdir. Bir rivâyete göre İbrahim (as) Lübnan dağına çıktığı zaman Allah (cc): “Bak, gözün nereye kadar yetişirse orası mukaddestir ve gelecek nesline mirastır” buyurmuş.[3]
“Mukaddes topraklar’dan maksat, içinde Beytülmakdis’in de bulunduğu Filistin topraklarıdır. Hz. İbrahim ve ondan sonra gelen bir çok peygamber burada yaşadığı ve defnedildiği için burası vahyin de iniş yeri olmuştur.
Bu sebeple buraya ‘el-ardu’l-mukaddese’ denilmiştir. Kur’an’da; “Allah’ın bereketli kıldığı yurt” olarak da ifade edilen bu yerin sınırları kesin olarak belirtilmemiştir.”[4]
İbnu’l-Cevzî’ye göre ‘ard-ı mukaddes’ hakkında iki görüş vardır:
Birincisi; mutahhara, yani tertemiz kılınan, arı duru yapılmış yer demektir. ‘Kades’; insanın kendisiyle temizlendiği su kabına denir. Buradan hareketle Kudüs’e Beytu’l-Makdis denilir. Zira onda kişi şirkten ve günahlardan temizlenir.
Bu açıdan orası peygamberlere ve mü’minlere mesken yapıldı.
İkincisi; el-mukaddese, ilk dönem tefsircilerinden Mücâhid’e göre mübarek kılınmış ard-yer demektir.[5]
Taberî’de geçen İbni Abbas’a nisbet edilen bir görüşe göre orası Tûr dağı ve çevresidir. Katâde’ye göre orası Şam (bugünkü Suriye) diyarıdır. es-Süddî ve İbni Zeyd burası Eriha’dır demişler.[6]
Yine ilk dönem tefsircilerinden ez-Zeccâc demiş ki: ‘Ard-ı mukaddes’ Dimeşk, Filistin ve Ürdün’ün bir bölümüdür, ki Allah (cc) orasını hz. İbrahim torunlarına miras bıraktı.[7]
Kurtubî’ye göre; “Allah’ın size yazdığı” yani, içerisine girmeyi üzerinize farz kılıp orayı size yurt kılmayı vadettiği yer demektir.[8]
Taberî’ diyor ki; “en doğrusu Hz. Musa’nın dediği gibi ‘ard-ı mukaddes’ demekle yetinmektir. Çünkü bu bilgilerin doğruluğu ancak sahih haberle bilinir. Oysa bu konuda kesin delil olabilecek hiç bir haber yoktur.”[9]
“Ard-ı mukaddes-temiz kılınan yer”, Fırat ile el-Ariş arasındaki sahadır denilebilir. Çünkü yorumcuların ve siyer âlimlerinin görüşlerinin ortak noktası burasını gösteriyor.
‘Ard-ı mukaddes’ ile ‘ard-ı mev’ud’ veya “etrafı mübarek kılınan yer” arasında bir ilişki var mı?
İslâmî kaynaklarda; “ard-ı mev’ud-va’dedilmiş yer, belde, vatan” demektir. İbrahim (as) ve onun soyundan gelenlere verileceği va’dedilen yer…
Bu tabir Kur’an’da ‘bereketli ard’ olarak kaydedilmektedir.
“Biz; onu (İbrahim’i) Lût ile beraber kurtarıp, içinde âlemler için bereketler kıldığımız yere ulaştırdık.” (Enbiyâ 21/71)
“Müfessirlere göre bu bereketli ülke, Şam ve Filistin yöreleridir. Bu yörelerin cümle âlem için bereketli olması ise, peygamberlerin pek çoğunun oralarda yetişmesi ve dinlerini oralardan yaymalarından ileri gelmektedir.”[10]
Musa (as) Mısır’dan, çıktıktan sonra Şam arazisinde yerleşme va’d edildiği ve İsrailoğulları’nın buna “ard-ı mev’ud-va’d olunan yer” dedikleri de söylenmiştir.[11]
Yahudi tarihinde ikinci Ma’bed döneminden itibaren ‘ard-ı mev’ûd’ diye adlandırılan ve Ahd-i Cedid’de de bu isimle geçen bu yer[12] muhtemel ki ard-ı mukaddestir.
Yahudiler tarafından ‘ard-ı mev’ûd’ adıyla da anılan bu yerler Kitâb-ı Mukaddes’e göre İbrahim (as) ve onun soyundan gelenlere verileceği Tanrı tarafından va’d edilmiş olan bugünkü Filistin topraklarıdır.[13]
Onlar 70 ve 135 yıllarında Romalılar tarafından buralardan sürgün edildikten sonra geri dönme hayâliyle yaşamışlar, zaman zaman mesîh iddiasıyla ortaya çıkan kişiler de bu duyguyu tahrik etmişlerdir.
Siyon dağı ile sembolleşen ‘siyonizm’ hareketinin ana hedefi de yahudileri, va’d edilen bu topraklara tekrar kavuşturmaktır.
İsrail denilen işgal örgütünün siyasî yayılmacılığının, zulmünün temelinde de, ard-ı mev’ûdla ilgili bu dinî motif bulunmaktadır.[14]
“Ard-ı mev’ud Müslümanlar, Hristiyanlar ve Yahûdiler tarafından kutsal kabul edildiği için her üç ümmet de buraları ele geçirme gayreti içine girmiş ve bu bölgede tarih boyunca mücadeleler sürmüştür.”[15]
Ard-ı mev’udun kendilerine ait olduğunu iddia edip, bunun için asırlardan beri mücadele veren siyonist anlayış varken; Ard-ı mukaddes, arz-ı mev’udtur, Allah burasını ta Levh-i mahfuz’da İsrailoğullarına yazdı dersek hem tarihi bir hata yapmış, hem de siyonistlerin elini güçlendirmiş oluruz.
Kaldı ki Allah (cc) Kur’an’da ‘ard-ı mukaddes’ olarak, temiz kılınmış ve bereketli kılınmış yerlerden bahsediyor, siyonistlerin iddia ettiği arz-ı mev’ud’tan değil.
Hüseyin K. Ece
YAZARIN DİĞER YAZILARINI OKUMAK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ
[1] Güç, A. http://www.birlikvakfi.org/esma/yazilar/Kuddus.html
[2] İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 12/40
[3] Elmalılı H. Y. Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 3/213
[4] Komisyon, Kur’an Yolu (DİB), 2/197
[5] İbnu’l-Cevzî, Zâdu’l-Mesir, S: 370
[6] Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 4/512-513. Beğavî, Tefsir, 2/24
[7] Zemahşerî, el-Keşşâf, 1/608. Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 1/1048
[8] Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 1/1048
[9] Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 4/513
[10] TDV Meali, âyet Açıklaması, s: 326
[11] Elmalılı H. Y. Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 3/213
[12] Güç, A. http://www.birlikvakfi.org/esma/yazilar/Kuddus.html
[13] Tevrat, Çıkış, 3/8
[14] Komisyon, Kur’an Yolu (DİB), 2/197-198
[15] Ağırakça, A. Şâmil İslâm Ansiklopedisi, 1/155