Makale

KUR’AN’DA HİZBULLAH KAVRAMI

Allah (cc) insanı ‘yeryüzünde halife’ olarak yarattı. (Bekara 2/30) Daha doğrusu ‘halife’ olsun diye yarattı.

Bu tıpkı her insanın fıtrat üzere yaratılması gibidir.

Öyleyse her insan doğuştan halife adayıdır. Zira halife olabilmenin bütün imkan ve kabiliyetleri fıtrat olarak insan bünyesine yerleştirildi. Yapısı, karakteri, kabiliyetleri buna göre dizayn edildi. Bunun yanında ona akıl, düşünce, muhakeme ve anlama gibi yetenekler verildi, elçiler ve kitaplar gönderildi.

Kim iman ettikten sonra imanın gereğini yerine getirir, sâlih amel işlerse o halifelik görevini yerine getirmiş, ‘Allah’ın halifesi’ olmuş olur.

İnsanın ‘fıtrat üzere’ yaratılması da aynı anlama gelir. Her çocuk sonradan müslüman olacak kıvamda yaratılıyor demektir.

İnsanın fıtrat üzere yaratılmasının bir başka anlamı da; İslâmın fıtrat dini olması hasebiyle herkes tarafından yaşanabilir, uygulanabilir bir din olmasına vurgudur. Allah (c) fıtrat üzere yarattığı kullarına, fıtrat dini olarak İslâmı seçti.

Fıtrat üzere yaratılan her insan sonradan müslüman olmadığı gibi, halife olsun diye yaratılan her insan da sonradan ‘yeryüzünün halifesi’ olamıyor.

Hizbullah’ olmak da böyle bir şey.

Kur’an; iman ve küfür tercihi, sevgide ölçü ve sınır, bir şey uğruna  çalışma, bir dava uğruna mücadele etme açısından insanları iki gruba ayırıyor.

Bazı kimselere veya bir gruba ‘hizbullah/Allah’tan yana olan’, diğerlerine ‘hizbü’ş-şeytan/şeytandan yana olan’ diyor.

Bu, öncelikle bir iman ve kulluk tercihinin sonucudur.

Bilinçli mü’minler hak davet uğruna cihad ederler (yoğun çalışma yaparlar). İnsanları ma’ruf/iyi olana davet ederler, münker/kötü olandan sakındırmaya çalışırlar. Sevgilerinde ve nefretlerinde Allah rızasını esas alırlar.

Böyle yapan mü’minlere Kur’an ‘hizbullah’ diyor.

Öyleyse her iman eden mü’mindir ve hizbullah’tan olmaya adaydır. Kim iman ettikten sonra ‘ilay-ı kelimetullah/Allah’ın ismi en yüce olsun, İslâm herkese ulaşsın, İslâmın getirdiği bütün gözellikleri herkes duysun, insanlar ile İslâmın arasında engeller kalksın diye çalışırsa, Allah katında ‘hizbullah’tan olur.

Bu gibi mü’minlere ‘hizbullahî müslüman’ demek yanlış olmaz.

Bu dersimizde bazı nedenlerden dolayı biraz olumsuz bir anlam kazanan ‘hizbullah’ kavramını Kur’an açısından tanımaya çalışacağız.

Özellikle İslâmdan hoşlanmayan bazı kesimlerin, bazı müslüman gruplar/cemaatler hakkında bu kavramı nahoş bir yafta olarak kullanmaları, ya da bazı müslümanların bu kavramı kendi hareketlerine isim olarak seçmeleri, Kur’an’ın nitelikli müslümanlara uygun gördüğü bu şerefli sıfata mesafeli davranmamızı gerektirmez.

‘Hizbullah’ kavramın tam anlayabilmek için bu kelimenin hem kök anlamına ve Kur’an’da nasıl kullanıldığına bir göz atalım.

A-Kur’an’da hizb kelimesi

‘Hizb’ kelimesi Kur’an’da tekil olarak sekiz defa, ikili olarak (hizbeyn şeklinde) bir defa, çoğul olarak da (ahzâb şeklinde) onbir defa geçiyor.[1]

1-Hizbin sözlük anlamı

Bu kelimenin aslı olan ‘ha-ze-be’ fiili, bir işin gelip çatması demektir. Bu da ya bir zor durumdur, ya da bir musibet sebebiyledir. Hizipleşenler, bir anlamda musibetten dolayı bir araya gelenlere benzetilmiştir.[2]

‘Hizip’ sözlükte, kısaca cemaat (topluluk)[3],

parça, bölük, kısım, taife, belli bir sınıf, belli bir görüş etrafında toplanan topluluk, bir kimsenin görüşüne ve emrine uyan özel adamları gibi manalara gelir.[4]

Akrabalık bağıyla bir araya gelen topluluğa ‘hizip’ denileceği gibi, kendilerine ait bir görüşle diğerlerinden ayrılan siyasî ve itikadî topluluklara da ‘hizip’ adı verilir.

Günümüzde bazı İslâm ülkelerinde bu kelime parti, siyasi topluluk anlamında kullanılıyor. Kelimenin ‘siyasi parti’ manasında kullanılması 19. yüzyılın sonlarından itibaren başlamıştır.[5]

Bir kimsenin hizb’i ona yardım eden, zor zamanlarda yanında olan  arkadaşlarıdır.

Bazı hadislerde önemli, zor işlerle karşılaşmak anlamında kullanmış:

“Peygamber (sav) zor bir durumla karşılaştığı zaman (izâ hazebehu emrun) ‘lâilâhe illallah’ derdi.”[6]

Rasûlüllah’a (sav) zor bir gelip çattığı zaman (izâ hazebehu emrun) namaz kılardı.[7]

“Rasûlüllah (sav) çabuk yol almak istediğinde yahut önemli bir işle karşılaştığında (hazebehu emrun) akşam ile yatsıyı bir arada (cem’ ile) kılardı.”[8]

2-Hizb’in terim anlamı

Kur’an cüzlerinin her dörtte birine ‘hizip’ denir.

Hizip, aynı zamanda bir kişinin vird’i (yapmayı itiyad haline getirdiği ibadeti/duası) demektir.

Bir hadiste; “Her kim geceleyin hizbini  -kısmen veya temamen- bitirmeden uyursa…” şeklinde bu anlamda geçmektedir.[9]

Hizip; belli amaçlara ulaşmak üzere düzenlenmiş dualara da denir. Bu isimle düzenlenmiş dua kitapları vardır. Meselâ Ahmed Ziyâüddin Gümüşhânevî’nin Mecmuâtu’l-Ahzâb’ı gibi.

B-Hizip kelimesinin Kur’an’daki kullanımları

Kur’an bu kelimeyi hem olumlu, hem de olumsuz anlamda kullanmaktadır.

Bir hizb’in olumsuz olarak anılması, onların üzerinde bir araya geldikleri düşünce ve inanca, buna bağlı olarak yaptıkları amellere göredir.

Bir başka deyişle Allah’ın hükümleri ve İslâmî davet karşısında gösterecekleri tavra göredir.

1-Topluluk/dinî grup anlamında

‘Hizip’, Kur’an’da tekil olarak cemaat, taife anlamında, çoğul olarak da bu anlamının yanında belli inanç gruplarını ifade etmektedir.

Sâd Sûresindeki (38/13) ‘ahzâb’; Semûd kavmi, Lût kavmi ve Eyke halkını işaret eder. Onlar ve benzerleri inkârda müttefiktirler. Mü’min 40/31. âyette aynı topluluklara tekrar vurgu yapılıyor.

Hûd Sûresindeki (13/17) ‘ahzâb’ küfürde ittifak eden bütün öteki din mensuplarını anlatır. Çünkü bunlar aralarında gruplaşarak Hakka karşı kendi aralarında taraftar olurlar.[10]

Kehf Sûresindeki (18/12) ‘hizbeyn-iki hizip’, Ashab-ı Kehf ile ilgili süreci kendine göre değerlendiren ve Kehf 18/21. âyette tekrar işaret edilen iki grubu,

ya da bizzat Ashab-ı Kehf’i ve onlar hakkında konuşan o zamanki şehir halkını[11],

veya onlar hakkında fikir yürüten gayr-i müslimleri ve müslümanları işaret eder.[12]

Meryem Sûresindeki (19/37) ‘ahzâb’, İsa (as) hakkında ileri geri konuşan, onun kimliğini ve misyonunu farklı bir şekilde algılayan kimseleri veya muhtemelen bütün hırıstiyan ve yahudi mezheplerini anlatır.

Mü’min Sûresi (40/5)deki ‘ahzâb’ Nûh’a (as) inanmayan çeşitli gruplara ve ondan sonra gelen ve peygamberlere karşı bir araya toplanan bütün kafadarlara işaret etmektedir.[13]

2-Helâk günü anlamında

Firavun Hz. Musa’yı öldürmeye kalkışınca, kendi adamlarından imanını gizleyen birisi, ‘Rabbim Allah’tır’ diyen bir kimsenin öldürülmemesi gerektiğini söyleyerek buna engel oldu. Arkasından da onlara peygamberlerini dinlemeyen kavimlerin helâkını hatırlattı:

وَقَالَ ٱلَّذِيٓ ءَامَنَ يَٰقَوۡمِ إِنِّيٓ أَخَافُ عَلَيۡكُم مِّثۡلَ يَوۡمِ ٱلۡأَحۡزَابِ ٣٠

مِثۡلَ دَأۡبِ قَوۡمِ نُوحٖ وَعَادٖ وَثَمُودَ وَٱلَّذِينَ مِنۢ بَعۡدِهِمۡۚ وَمَا ٱللَّهُ يُرِيدُ ظُلۡمٗا لِّلۡعِبَادِ ٣١

“Yine iman eden kimse söze girerek dedi ki: ‘Ey kavmim! İnanın ki ben, şu (inkârda) ittifak etmiş toplulukların (ahzâb’ın) helâkine benzer bir günün sizin de başınıza gelmesinden korkuyorum.

Yani Nûh kavmininin, Âd ve Semûd’un ve onlardan sonrakilerin uğradığı türden bir helâkin… Bir de unutmayın ki Allah kullarına haksızlık etmeyi asla istemez.”  (Mü’min 40/30-31)

3-Grup/fırka anlamında

‘Hizip’, bir kaç âyette ise toplumların veya din mensuplarının parçalanıp parti parti, grup grup olmaları anlamında geçmektedir. Şöyleki;

وَإِنَّ هَٰذِهِۦٓ أُمَّتُكُمۡ أُمَّةٗ وَٰحِدَةٗ وَأَنَا۠ رَبُّكُمۡ فَٱتَّقُونِ ٥٢

فَتَقَطَّعُوٓاْ أَمۡرَهُم بَيۡنَهُمۡ زُبُرٗاۖ كُلُّ حِزۡبِۭ بِمَا لَدَيۡهِمۡ فَرِحُونَ ٥٣

“Kesinlikle bu (elçilerin takipçilerinden oluşan) ümmetiniz bir tek ümmettir ve Ben de sizin (bir tek) Rabbinizim: Şu hâlde bana karşı sorumluluğunuzu yerine getirin.

Bu (emre) karşın, onlar aralarındaki birliği darmadağın edip (hakikati) parçaladılar. Her hizip (grup) başladı elindeki (parçayla) övünmeye.”  (Mü’minûn 23/52-53)

Kur’an, müslümanları Allah’tan gelen vahy’e kulak vermeyip, kendi kafalarına göre çeşitli din uyduranlar gibi olmaktan sakındırıyor. Çünkü onlar, dinlerini parçaladılar, grup grup (fırka fırka) oldular. Üstelik herkes hâlâ yalnızca kendilerinin doğru yolda olduğunu sanıyor. (Rûm 30/31-32)

Bu âyet, öncelikle şu ya da bu yoldaki muhtelif gruplara yani daha önceki vahyi tebliğlerden birini veya ötekini benimseyen, ama zaman içinde tevhidî yoldan ayrılıp farklı isimler alanları işaret ediyor. Bunların her biri bir hizbe katıldılar, taassuba düşüp katılaştılar ve her biri kendi doğmalarına, kendi biçimsel uygamalarına sarılıp son Vahye karşı çıktılar.

Âyet ayrıca bunların arasındaki hizipleşmelere de dikkat çekiyor ki bu her ümmet için geçerlidir.

Bu aynı zamanda İslâm ümmetini hizipleşme tehlikesine karşı bir uyarıdır.[14]

Bir başka âyette dindeki bu bölünme/farklılaşma ‘fırka’ kelimesi ile anlatılıyor: (Rûm 30/32)

Peygamber (sav) İslâm ümmetinin de bu hizpleşme/fırkalaşma yanlışına düşeceğini haber veriyor.[15]

Mâide 5/56 ve Mücâdile 58/22. âyette geçen hizip, Allah’tan yana olan, Peygamberine ve müslümanlara müttefik olan, Allah yolunda gayret gösteren grubu işaret ediyor.

Konumuz da zaten bu kavram.

4-Ahzâb kelimesi

Yukarıda geçtiği gibi ‘ahzâb’ hizb’in çoğuludur. Zor bir durum veya bir musibet yüzünden bir araya gelen topluluğu ifade eder.

‘Hizipleştiler’ demek, belli hedefler için bir araya geldiler demektir.

‘Ahzâb’ Kur’an’da genel olarak ‘küfürde ittifak etmiş müttefikler’ manasında kullanılmaktadır.

Kendilerine ‘kitap’ emanet edilen (mü’min) kimseler, Peygamber’e  indirilenlerden dolayı sevinirler. Fakat muhalif müttefikler (ki bunlar Kur’an diliyle ahzâb’tır) arasında onu inkâr edenler bulunmaktadır. (Ra’d 13/36)

Bazı gruplar her ne kadar zaman zaman hakikate veya hakikati savunanlara karşı birleşip bir araya gelseler de; aslında onlar önceden aynı amaçla bir araya gelmiş ama hezimete uğramış ordular gibidir. Onlar bozulmaya mahkûm; ruh birliği olmayan, maneviyeti zayıf, ulvi bir hedefi olmayan, derme çatma bir toplulukturlar. (Sâd 38/11)

Ahzâb, peygamberler hakkında ifrat ve tefrite kaçanlardır. Onlardan bir kısmı Allah tarafından gönderilen peygamberleri küçümseyip yalanlarken, bir kısmı peygamberlere ilâhlık özelliği verirler. (Meryem 19/36-37. Zuhruf 43/64-65)

Özel olarak Ahzâb Hicret’in beşinci yılında Medine’ye yürüyen, çeşitli müşrik gruplardan oluşan, sonunda darmadağın olan topluluktur. (Ahzâb 33/10-11)

Mekke’nin fethinde sahabelerin şu tekbiri söyledikleri rivâyet edildi:

C- Hizbullah (Allah’tan yana olan)

Kur’an, iman etmenin gereği ihlaslı birşekilde yerine getirip İslâm uğruna mallarıyla canlarıyla çaba gösterenlere, bu uğurda samimiyetle çalışanlara ‘hizbullah’ dediği gibi, bu özelliklere sahip müslümanların toplumuna da yer yer ‘hizbullah’ demektedir.

Tefsirciler ‘hizbullah’ı; şiatullah (Allah’ın taraftarı), cündullah (Allah’ın askeri), ensârullah (Allah’ın yardımcıları) ve evliyâullah (Allah’ın velileri-dostları) şeklinde de açıklamaktadırlar.

Kur’an şöyle diyor:

يَٰٓأَيُّهَا ٱلَّذِينَ ءَامَنُواْ مَن يَرۡتَدَّ مِنكُمۡ عَن دِينِهِۦ فَسَوۡفَ يَأۡتِي ٱللَّهُ بِقَوۡمٖ يُحِبُّهُمۡ وَيُحِبُّونَهُۥٓ أَذِلَّةٍ عَلَى ٱلۡمُؤۡمِنِينَ أَعِزَّةٍ عَلَى ٱلۡكَٰفِرِينَ يُجَٰهِدُونَ فِي سَبِيلِ ٱللَّهِ وَلَا يَخَافُونَ لَوۡمَةَ لَآئِمٖۚ ذَٰلِكَ فَضۡلُ ٱللَّهِ يُؤۡتِيهِ مَن يَشَآءُۚ وَٱللَّهُ وَٰسِعٌ عَلِيمٌ ٥٤

إِنَّمَا وَلِيُّكُمُ ٱللَّهُ وَرَسُولُهُۥ وَٱلَّذِينَ ءَامَنُواْ ٱلَّذِينَ يُقِيمُونَ ٱلصَّلَوٰةَ وَيُؤۡتُونَ ٱلزَّكَوٰةَ وَهُمۡ رَٰكِعُونَ ٥٥

وَمَن يَتَوَلَّ ٱللَّهَ وَرَسُولَهُۥ وَٱلَّذِينَ ءَامَنُواْ فَإِنَّ حِزۡبَ ٱللَّهِ هُمُ ٱلۡغَٰلِبُونَ ٥٦

“Ey iman edenler! İçinizden kim dininden dönerse duysun; Allah onun yerine öyle bir topluluk getirecek ki Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler. Mü’minlere karşı mütevazi ve merhametli, kâfirlere karşı izzetli (başları yukarıda), Allah yolunda mücahede ederler, dil uzatanların kınamasından korkmazlar. İşte o Allah’ın lütfudur, onu dilediğine verir ve Allah Vâsi’dir (genişlik verendir) ve her şeyi bilendir.

Sizin veliniz; önce Allah, sonra Rasûlü, sonra da iman etmiş olanlardır ki namaza devam ederler ve rukû’ halinde zekât verirler.

Ve her kim Allah’ı, O’nun Rasûlünü ve iman edenleri veli (dost ve yardımcı) edinirse; hiç şüphe yok, galip gelecek olanlar, hizbullah’tır (Allah taraftarı olandır).” (Mâide 5/54-56)

-Hizbullah’tan olmanın şartları

Bu âyet, mü’minlerin çeşitli özelliklerinin sayıldığı ve onlara müslümanlardan başkasını veli edinmelerinin yasaklandığı âyetlerin arasında geçmektedir.

Kur’an’ın ‘hizbullah’ dediği kimseler elbette bilinçli mü’minlerdir.

Ancak ‘hizbullah’ diye nitelenen mü’minlerin belirgin özellikleri bulunmaktadır. Bu noktada ‘hizbullah’ belirleyici bir sıfattır.

Bu âyete göre ‘hizbullah’ olmanın üç tane önemli şartı vardır:

1-Hakkıyla iman etmek ve imanın gereğini yapmak,

2-Mü’minleri dışındakileri veli/dost ve müttefik edinmemek,

3-Kınayanın kınamasından korkmadan Allah yolunda çalışmak (cihad etmek).

-Hizbullahın özellikleri

Bunları şöyle sıralamak mümkün:

1-Onlar Allah ve Rasûlüne kuvvetli bir şekilde iman ederler.

Âyette geçtiği gibi ‘hizbullah’, öncelikli olarak Allah’ın hükmüne boyun eğen, İslâma içtenlikle teslim olan kimsedir. Onlar, hayatlarının her alanına Allah’ın indirdiği hükümleri hakim kılmaya çalışırlar.

Onlar, Peygamber (sav) İslâm adına getirip tebliğ ettiği her şeyi pazarlıksız kabule ederler. Sonra da hayatlarını o ölçülere göre düzenlerler.

Onlar, tağutların hükümlerini reddederler. (Nisâ 4/60) “Allah’a ibadet edin, tağuta (tanrı gibi zannedilen güç odaklarına) ibadet etmekten sakının” diyen davete uyarlar. (Nahl 16/36)

2- Onlar savaş gibi çok ciddi ve zor bir eylemi sadece Allah için, Allah’ın dini ve O’nun rızasını kazanmak için yaparlar. Onlar asla hakimiyet, tasallut, işgal, ganimet, dünyalık üstünlük, asabiye ve şövenizm için çalışmazlar, veya savaşmazlar.

ٱلَّذِينَ ءَامَنُواْ يُقَٰتِلُونَ فِي سَبِيلِ ٱللَّهِۖ وَٱلَّذِينَ كَفَرُواْ يُقَٰتِلُونَ فِي سَبِيلِ ٱلطَّٰغُوتِ فَقَٰتِلُوٓاْ أَوۡلِيَآءَ ٱلشَّيۡطَٰنِۖ إِنَّ كَيۡدَ ٱلشَّيۡطَٰنِ كَانَ ضَعِيفًا ٧٦

İman edenler Allah yolunda savaşırlar, inanmayanlar ise tağut (batıl davalar ve şeytan) yolunda savaşırlar…” (Nisâ 4/76)

3-Allah’a ve Rasûlüne baş kaldıranlara asla bir sevgi (meveddeh) beslemezler. Bu Allah’ın düşmanları, ebeveynleri, kardeşleri veya yakın akrabaları olsa bile.

لَّا تَجِدُ قَوۡمٗا يُؤۡمِنُونَ بِٱللَّهِ وَٱلۡيَوۡمِ ٱلۡأٓخِرِ يُوَآدُّونَ مَنۡ حَآدَّ ٱللَّهَ وَرَسُولَهُۥ وَلَوۡ كَانُوٓاْ ءَابَآءَهُمۡ أَوۡ أَبۡنَآءَهُمۡ أَوۡ إِخۡوَٰنَهُمۡ أَوۡ عَشِيرَتَهُمۡۚ أُوْلَٰٓئِكَ كَتَبَ فِي قُلُوبِهِمُ ٱلۡإِيمَٰنَ وَأَيَّدَهُم بِرُوحٖ مِّنۡهُۖ وَيُدۡخِلُهُمۡ جَنَّٰتٖ تَجۡرِي مِن تَحۡتِهَا ٱلۡأَنۡهَٰرُ خَٰلِدِينَ فِيهَاۚ رَضِيَ ٱللَّهُ عَنۡهُمۡ وَرَضُواْ عَنۡهُۚ أُوْلَٰٓئِكَ حِزۡبُ ٱللَّهِۚ أَلَآ إِنَّ حِزۡبَ ٱللَّهِ هُمُ ٱلۡمُفۡلِحُونَ ٢٢

“Allah’a ve âhiret gününe iman eden hiç bir kavim (topluluk) bulamazsın ki, onlar Allah’a ve Rasûlüne karşı başkaldıran kimselerle bir sevgi (ve dostluk/velâyet) bağı kurmuş olsunlar. Bunlar ister babaları, ister çocukları, isterse kendi aşiretleri (soyları) olsalar dahi.

Onlar öyle kimselerdir ki, (Allah) onların kalplerine imanı yazmış ve onları kendinden bir ruh ile desteklemiştir. Onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacaktır; orada ebedi olarak kalacaklardır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da O’ndan razı olmuşlardır.

İşte onlar hizbullah’tır  (Allah’tan yana olandır).  Dikkat edin; şüphesiz hizbullah olanlar, felah bulanların ta kendileridir.”  (Mücadile 58/22)

Veli edinmek; dost saymak, yardımlaşmak, otoritesine boyun eğmek, ona ait görev ve yetkilerini tanımak, yönetme işini birine emânet etme gibi anlamlara gelir.

‘Meveddeh’ ise, sevgi, sevgi üzerine kurulan bağ ve buna bağlı olarak birini veli edinmek demektir.

İnsanlardan bazıları kendini yaratan ve yaşatan Rabbini unutur, başka tanrılar edinir, sonra da onları haddinden fazla sever. Ancak gerçek mü’minlerin sevgisi Allah’adır.

Onların diğer her şeylere karşı sevgilerinin ölçüsü de bu Allah sevgisidir. (Bekara 2/165)

Müslüman olduğunu iddia ettiği halde, mü’minlere sırtını dönenler, Allah’ın dini konusunda kılını kıpırdatmayanlar, bu uğurda hiç bir şey yapmayanlar ve yapmaya hazır olmayanlar, İslâmın ve hükümlerinin düşmanı kimseleri veli edinenler,

hatta onların müslümanların başına veli (yetkili, emir sahibi) olması için çalışanlar, müşriklere ve münafıklara müslümanların aleyhine olacak şekilde yardım edenler herhâlde ‘hizbullah’ tanımının dışında kalırlar.

4-Onlar, İslâma göre hükmeden yöneticiye itaat ederler. Bir konuda anlaşmazlığa düştükleri zaman o konuyu Allah’a ve Rasûlüne (Kur’an’a ve Sünnet’e) götürürler. Sonra kendileri hakkında verilen hükme razı olurlar.

يَٰٓأَيُّهَا ٱلَّذِينَ ءَامَنُوٓاْ أَطِيعُواْ ٱللَّهَ وَأَطِيعُواْ ٱلرَّسُولَ وَأُوْلِي ٱلۡأَمۡرِ مِنكُمۡۖ فَإِن تَنَٰزَعۡتُمۡ فِي شَيۡءٖ فَرُدُّوهُ إِلَى ٱللَّهِ وَٱلرَّسُولِ إِن كُنتُمۡ تُؤۡمِنُونَ بِٱللَّهِ وَٱلۡيَوۡمِ ٱلۡأٓخِرِۚ ذَٰلِكَ خَيۡرٞ وَأَحۡسَنُ تَأۡوِيلًا ٥٩

Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygamber’e ve sizden olan ulü’l-emre (idarecilere) de itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz Allah’a ve âhirete gerçekten inanıyorsanız onu Allah’a ve Rasûl’e götürün (onların talimatına göre hâlledin); bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir.”  (Nisâ 4/59)

5-Onlar diğer müslümanlarla hayır işlerinde ve Allah yolunda yardımlaşırlar. (Mâide 5/2) Allah’ın dini uğrunda her türlü çalışmayı yapmaya hazırdırlar.

Onlar tıpkı Hz. İsa’nın; “Allah yolunda benim yardımcılarım kimlerdir? Sorusuna içtenlikle: Biziz” diyen havârilere banzerler. (Âli İmran 3/52. Sâf 61/14)

6-Onlar, dinlerini ihlasla yaşarlar. Onlar Kur’an’ın sâdık dediği kimselerdir. (Hucurât 49/15. Bekara 2/177)

7-Allah’tan başkasından korkmaz ve yalnızca Allah’ın hükmüne boyun eğerler. Allah’tan bir çağrı duydukları zaman onların tavırları: “İşittik ve itaat ettik” şeklindedir. (Bekara 2/285. Nûr 24/51)

8-Onlar her zaman şu âyetin gereğini yaparlar.

وَلۡتَكُن مِّنكُمۡ أُمَّةٞ يَدۡعُونَ إِلَى ٱلۡخَيۡرِ وَيَأۡمُرُونَ بِٱلۡمَعۡرُوفِ وَيَنۡهَوۡنَ عَنِ ٱلۡمُنكَرِۚ وَأُوْلَٰٓئِكَ هُمُ ٱلۡمُفۡلِحُونَ ١٠٤

“Öyleyse sizden hayra çağıran, ma’ruf’u (meşru ve iyi olanı) tavsiye eden, münker’den (kötü ve yanlış olandan) sakındıran, (ümmet olmanın gereğini yapan) bir topluluk olsun. İşte onlar gerçek kurtuluşa erenlerdir.” (Âli İmran 3/104)

Onlar, bir müslümanın davetçinin sahip olması gereken, bilgi, ahlâk, strateji, metod ve araçlara sahip olmaya çalışırlar. Öncelikler hayatlarıyla, ahlâklarıyla, insanî ilişkileriyle İslâmı güzellikle temsil ederler. Sonra da yeri gelince, uygun yöntemlerle, en güzel bir şekilde insanları Allah’ın dinine davet ederler, Allah’ın dini uğrunda çalışırlar.  (Ankebut 29/46. Nahl 16/25)

Onlar bu çalışmayı meşru araçlarına baş vurarak yaparlar. Asla kırıcı, dökücü, nefret ettirici, ürkütücü bir tavırla yapmazlar. İnsanların İslâmı yanlış tanımalarına sebep olacak hatalar konusunda son derece hassastırlar. Din adına hata yapmaktan şiddetle kaçınırlar.

9-Onlar bütün bu faaliyetlerini/görevlerini yaparken, Allah yolunda bir fedakârlıkta bulunurken hiç kimseye, müslümanlara veya Allah’a fatura kesmeye kalkışmazlar. Yaptıkları sâlih amelin, cihadın ve davetin karşılığını sadece Allah’tan beklerler. (İnsan 76/9)

10-Onlar mallarından, zamanlarından, imkanlarından, bilgi ve yetenekleriyle Allah yolunda fedakârlık yaptıkları gibi, yeri ve zamanı gelince canlarını fi-sebilillah-Allah yolunda vermekten çekinmezler.

-Sonuç

Mü’min olma sonucu büyük bir şeref ve büyük bir kazançtır. Ancak hizbullahî mü’min olmak ise daha büyük bir şeref ve daha büyük bir kazançtır.

Herkes iman edebilir. Ancak ‘hizbullahî’ olabilmek için iman ettikten ve iyi müslüman olmaya çalışmanın yanında Allah yolunda cihad etmek (yoğun çaba sarfetmek), ilay-i kelimetullah uğruna gayret etmek,  fedakârlıkta bulunmak, İslâmî davet yapmak ve aktif mü’min olmak gerekir.

Hiç bir müslüman ‘hizbullah’tan olacağım diye görünen bir rütbeyi elde etmek için harekete geçmez.

Ancak o imanın gereğini daha samimi yerine getirirse, Allah’ın dinini yaşama ve yaşatma uğruna daha çok çalışırsa, Allah’ın dinini, müslümanların ülkelerini, haysiyet ve değerlerini küfre karşı daha dikkatli korursa, müslümanlarla dostluk ve ittifak kurarak İslâmî toplumun daha sağlam olması için çalışırsa, müslümanlar arasında olabilecek zararlı ihtilaf ve tefrikalardan uzak durursa; Allah katında ‘hizbullah’ sayılabilir.

Bu rütbeyi onlar Allah’ın yanında bulurlar. Yoksa insanların vereceği rütbenin ve ismin bir anlamı yoktur.

Allah (cc) onların kalplerine imanı yazmış ve onları bir ‘rûh’la desteklemiştir. Onlar için altlarından ırmaklar akan cennetler hazırlamış ve kendilerinden razı olmuştur. İki dünyanın güzelliği, şeref ve izzeti de onlara aittir. (Mücadile 58/22. Nahl 16/30, 41, 122. Zümer 39/10)

‘Hizbullah’ topluluğunun en tipik örneği Bedir savaşına katılan sahabeler ile, Peygamber’i (sav) ve İslâmı ortadan kaldırmak üzere Medine’ye hücuma geçen hizipler (ahzâb) karşısında; korkmadan, Peygamber’in etrafında sağlam bir kale gibi duran, Allah’ın dinine yardım konusunda birbirlerini veli/dost ve müttefik edinen, İslâm uğruna her türlü fedakârlığı gösteren ilk dönem yiğit müslümanlarıdır, seçkin sahabe topluluğudur.

Müslüman olduklarını iddia eden bazıları ise, o gün o zor şartlarda müşriklerle (ahzâbla) velilik ve işbirliği içerisinde idiler.

Bu işin değerini bilmeyenlerin yerine Allah (cc), kendisinden yana olan bir başka topluluk getirmeye kadirdir. (Bkz: Mâide 5/54)

Günümüzde dünyanın neresinde olursa olsun İslâmî davet; sosyal, ahlâkî, ilim ve hikmet alanında ve hayırlı faaliyetlerde bulunan ve bu özellikleri taşıyan, Allah (c) katında ‘hizbullah’ sıfatını kazanmış, olgun, yetkin, örnek şahsiyet sahibi, efendi ve müttaki mü’minler sayesinde yürüyecek, güçlenecek ve başarıya ulaşacaktır.

Elbette bütün şuurlu müslümanlar bu şerefli görev için adaydır.

H. Kerim Ece

MİRATHABER.COM -YOUTUBE- 

YAZARIN DİĞER YAZILARINA ULAŞMAK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ

 

[1] Abdulbaki, M. F. Mu’cemu’l-Mufehres, Hizb mad.

[2] İbni Manzur, Lisânü’l-Arab, 4/102

[3] el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 165

[4] Firuzâbâdî, Kâmûsu’l-Muhîd , s: 73

[5] Birışık, A. TDV İslâm Ansiklopedisi, 18/183

[6] Ahmed b. Hanbel, Müsned 1/206, 268, 280

[7] Ahmed B. Hanbel, Müsned, 5/388

[8] Nesaî, Mevâkît/46 no: 600

[9] Müslim, S. Müsâfirîn/142 no: 1745. Ebu Dâvud, Tatavvu’/19 no: 1314. Tirmizî, Cumua/56 no: 581. İbnu Mace, İkameti’s- Salat/177 no: 1343. Darimî, Salat/167. Muvatta, Kur’an/3

[10] Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 1/1555. İbni Kesir, Muhtasar Tefsir, 2/215

[11] Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/1885

[12] el-Ferrâi, Meâni’l-Kur’an, 2/136

[13] Zamahşerî, el-Keşşâf 4/146. Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/2694

 

[14] Akyüz, V. Kur’an’da Siyasal Kavramlar s: 179

[15] Ebu Dâvud, Sünnet/1 no: 4596-4597. İbni Mâce, Fiten/17 no: 3991, 3992, 3994, 3995. Darimî, Siyer/75 no: 2521. Tirmizî, İman/18 no: 2640

 

Recent Posts

  • Gündem

Uluslararası Ceza Mahkemesi, Netanyahu ve Gallant İçin Yakalama Kararı Çıkardı!

Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), Gazze'de işlenen savaş suçları nedeniyle İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski…

5 saat ago
  • Gündem

KUR’ÂN ARAŞTIRICISIYDI BEL’AM MI OLDU!

Bu video bize BELAM başlığı ile gönderildi. BEL’AM için Diyanet İslam Ansiklopedisine baktığımızda şu açıklamayı…

6 saat ago
  • Gündem

YALNIZCA VE SADECE MİLLETİMİZİN ASKERLERİNE MUHTACIZ

Seçilmiş Cumhurbaşkanımızın katıldığı merasimden sonra bir gurup teğmenin sonradan korsan yeminle Mustafa Kemal’in askerleriyiz diyerek…

10 saat ago
  • Gündem

İBB Meclisi’nde İstanbul’da Suya Her Ay Zam Yapılacak

İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi’nde alınan kararla su fiyatlarına %17,5 zam yapıldı ve her ay…

11 saat ago
  • Gündem

Marmara’da Lodos: Deniz Ulaşımı Olumsuz Etkilendi

İstanbul' da Şiddetli lodos, Marmara Bölgesi'nde deniz ulaşımını sekteye uğratmaya devam ediyor. İstanbul, Bursa ve…

12 saat ago
  • Makale

Evrensel Bir Kişilik Profili: Ebu Leheb ve Karısı (1)

Ebu Cehil deistti, diğer Mekkeli müşrikler de deistti, Allah’ın varlığına inanıyorlardı ama Hz. Muhammed’in Allah’ın…

12 saat ago