-Sölükte icâre ve türevleri
‘İcâre’nin aslı masdarı ‘câr’ olan ‘câ-re’ fiilidir. O da sözlükte; birinden himaye edilmeyi, sığınılacak bir yer verilmesini istemek, kurtarılmayı isteyeni himaye etmek, sığınılacak yer vermek, korumak veya kurtarmak, meyleymek ve cevretmek anlamlarına gelir.
“ecertu fülânen”; yani onu himaye ettim, korudum, yardımda bulundum demektir. (el-Cevzî, Zâdu’l-Mesîr; s: 980. Şevkânî, Fethu’l-Kadîr, s: 1161)
‘Câr’ kelimesinde ağırlıklı olarak ‘yakınlık’ manası vardır.
‘Câr’daki yakınlık anlamından hareketle yoldan saptı, doğru yoldan meyletti manasına ulaşıldı. Her türlü haktan eyletme hakkında kullanılır oldu.
Buradan hareketle zalimce, adaletsiz ve zorbaca hükmetme anlamına gelen ‘cevr’ kullanımı doğmuştur. Nitekim Ra’d 4.deki ‘câir’, yoldan sapan manasına gelir. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 145)
‘Cevr’; aynı zamanda adaletin ortadan kalması, başkasına zulüm, meyletmek, asıl maksattan sapmak, yoldan çıkmak demektir. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 3/236) Şu âyette geçtiği gibi.
“Yolun doğrusu Allah’ındır. Yolun eğrisi de (câir-yoldan sapan da) vardır. Allah dileseydi hepinizi doğru yola iletirdi.” (Nahl 16/9)
Bu kökten gelen ‘câr’; evi yakın olan komşu demektir. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 3/236) Bu bağdaşık kelimelerdendir. Bir kimsenin başkasına komşu olması ancak ötekinin ona komşu olması ile mümkündür. Hakkı büyük ve önemli olan, ya da başkasının hakkını önemli gören herkes ‘câr’ kelimesi ile anlatılır. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 145)
Kur’anda bu manâda kullanılıyor. (Bkz: Nisâ 6/36. Enfâl 8/48)
‘Câre’ fiili ‘câvere’ kalıbında; komşusu olmak, birlikte oturmak demektir. (Bkz: Ahzâb 33/60)
‘İsticâre’ kalıbında ise; eman verilmesini, korunmasını veya himaye edilmesini istemek, sığınmak anlamlarına gelir. Bir âyette geçiyor.
“Ve eğer müşriklerden biri senden aman dilerse (istecâreke), Allah’ın kelamını işitip dinleyinceye kadar ona aman ver (ecirhu), sonra (müslüman olmazsa) onu güven içinde bulunacağı bir yere ulaştır…” (Tevbe 9/6)
-Korumayı anlatan icâre
Aynı fiili ‘icâre’ kalıbında; kurtarmak, himaye etmek, eşyayı korumak, eman vermek demektir. Konumuz açısından üzerinde durduğumuz anlam budur.
“Eğer biliyorsanız (söyleyin), her şeyin melekûtu (mülkiyeti ve yönetimi) kendisinin elinde olan, kendisi her şeyi koruyup kollayan (yücîru), fakat kendisi korunmayan (buna muhtaç olmayan-yucâru) kimdir diye sor.” (Müminûn 23/88)
‘İcâre’; insandan (bir şeyin) men edilmesidir. Buradaki anlam; Allah (cc) insanı bir şeyden men ederse, kişi o konuda hiç bir şey yapamaz. Ona bir şeyi murad ederse de kimse ona engel olamaz. Bunun gibi diğer durumlarda da O’nun kudreti insanları kurtarmaya yeter. (İbni Atiyye, el-Muharriru’l-Vecîz, s: 1337. el-Cevzî, Zâdu’l-Mesîr; s: 980)
Allah (cc) dilerse birine yardım eder, dilerse buna engel olur. Hiç kimse başkasını Allah’ın azabından kurtaramaz. Ona yardıma ve nusret vermeye gücü yetmez. (Şevkânî, Fethu’l-Kadîr, s: 1161)
Şüphesiz ki Allah’ın yardımı kulların yaptıklarına ve dualarına göredir. Bir kişi Allah’a hakkıyla kulluk eder, O’ndan yardım dilerse, Allah (cc) ona hem dünyada hem de âhirette yardım eder. Bütün insanlar bir araya gelseler buna engel olmazlar.
Tersi de söz konusu. Azabı hak eden birine dünyada ve âhirette başkaları et atamaz. Bu konulardaki hakikat: “Lâ havle velâ kuvvete illâ billahi’l-azîm-Güç ve kuvvet sadece azîm olan Allah’a aittir.”
Bu gerçek bir hadiste de dile getiriliyor. Abdullah b. Abbas (ra) Peygamber’in (sav) kendisine şöyle dediğini anlatıyor:
“Delikanlı! Sana bazı sözler öğreteceğim: Allahı(n hakkını) koru ki Allah da seni korusun. Allah(ın hakkını) gözet ki O’nu hep yanında bulasın.
Bir şey istediğinde Allahtan iste. Yardım dilediğinde Allahtan yardım dile.
Şunu bilmelisin ki, bütün toplum (varlık âlemi) bir konuda senin yararına bir şey yapmak için bir araya gelse ancak Allah yazmışsa sana destek verebilirler. Yine bütün toplum sana zarar vermek için bir araya gelse ancak Allah yazmışsa sana zarar verebilirler. Zira kalemler kaldırılmış, sayfalar kurumuştur.” (Tirmizî, S. Kıyâme/59 no: 2516)
-İnsanı azaptan sadece ve sadece Allah kurtarır
Rabbimiz şöyle buyuruyor:
“(İman eden cinler) Ey kavmimiz! Allah’ın davetçisine uyun. Ona iman edin ki Allah da sizin günâhlarınızı bağışlasın ve sizi acı bir azaptan korusun (yucirkum).
Allah’ın davetçisine uymayan kimse yeryüzünde Allah’ı aciz bırakacak değildir. Kendisi için Allah’tan başka dostlar da bulunmaz. İşte onlar, apaçık bir sapıklık içindedirler.” (Ahkaf 46/31)
Buradaki azaptan kasıt Cehennem ateşidir. Allah (cc) Cennet ve mağfireti hak edenlere Cehennem azabından uzak eyler.
Allah (cc) peygamberi aracılığıyla kendisinden başka sığınılacak, yardımı istenecek, himayesi talep edilecek kimse olmadığını söylüyor.
“De ki: Benim size, ne zarar verme ne de (zorla) yola getirme gücüm var.
De ki: Gerçekten (bana bir kötülük dilerse) Allah’a karşı beni kimse himaye edemez, O’ndan başka sığınacak (yucîranî) kimse de bulamam.” (Cin 72/21-22)
Mekkeli müşrikler Rasûlüllah’a (sav) davasından vazgeçerse onu düşmanların karşı koruyacaklarını söylüyorlardı. (el-Cevzî, Zâdu’l-Mesîr, s: 1481)
Âyetin onlara cevap olarak indiği söyleniyor. Böylece Peygamberin Allah’tan başkasına kulluk etmesinin söz konusu olmayacağı, onun kendisine verilen ilâhi emir ve mesajları tebliğ etme görevini yerine getirmekten başka amacı olmadığı ifade ediliyor. (Heyet, Kur’an Yolu, 5/403)
Bir kimse Rabbine fütursuzca isyan edip azabı hak etmişse onu Allah’tan başka kimse engelleyemez.
“De ki: Allah beni ve beraberimdekileri (sizin istediğiniz üzere) yok etse veya (öyle olmayıp da) bizi esirgese, (söyleyin bakalım) inkârcıları yakıcı azaptan kurtaracak (yucîru) kimdir?” (Mülk 67/28)
Allah (cc) dilerse Peygamberine ve ona iman edenlere merhamet eder, bağışlar, dilerse yok eder. Bu O’nun bileceği bir işdir. Fakat bu durumda inkârcıları hak ettikleri azaptan kim kutarabilir?
Bu azaba karşı kim onları himaye edebilir ki?
Mekkeli müşrikler hz. Muhammed’in ölümünü istiyorlar, bunu açıktan dile getiriyorlardı. (Tûr 52/30-31)
Hatta onu öldürmek üzere tuzak kuruyorlardı. (Enfâl 8/30) Bu şekilde ondan ve davetinden kurtulacaklarını sanıyorlardı.
Bu âyetler onların niyetlerine ve beklentilerine bir cevaptır.
Peygamber’in eceli gelince ölmesi müşriklere, kâfirlere bir fayda sağlamaz. Onları acıklı bir azaptan kurtaracak bir güç de yoktur. (Heyet, Kur’an Yolu, 5/349) Ta ki kendileri hidâyet bulup Allah’a hakkıyla kulluk edinceye kadar.
Bu âyetlerde ‘icâre’de kurtarma, himaye etme, sığınma anlamlarının içiçe olduğunu; onun dünyadaki kurtarmayı ve himayeyi anlatmakla birlikte, daha çok âhiretteki korumayı ve azaptan kurtarmayı ifade ettiğini söyleyebiliriz.
Hüseyin K. Ece