(Kur’an’da genel olarak beş anlamda kullanıldığını açılıyorduk)
Beşincisi: Harcamalarda, yeme içmedeki aşırılık, yani tebzir manasında.
İşte Türkçe’de savurganlık anlamında kullanılan “israf” budur.
Eldeki malı, serveti, imkanları veya parayı gereksiz yere harcamak sınırı aşmaktır, aşırıya gitmektir. Kur’an şöyle diyor:
“Ey Âdemoğulları! Her mescide (gidişinizde) ziynetlerinizi alın (uygun elbise giyin). Yeyiniz içiniz fakat ‘israf’ etmeyiniz. Çünkü Allah müsrifleri (israf edenleri) sevmez.” (A’raf 7/31)
Buradaki ‘israf’ hem yiyecek ve eşya kullanımında aşırılık, hem de Allah’ın koyduğu helâl ve haram ölçüsüne uymamak anlamındadır.
Bu ayete göre süslü elbise giymek günah değil, bilakis helâlı haram, haramı helâl sayma, gösteriş, kibir ve şükürsüzlük günahtır. Allah, böyle haramı helâl, helâlı haram yapan müsrifleri (sınırı aşanları) sevmez.
Cahiliyye arapları, ‘günah işlediğimiz elbiselerle Kâ’be’yi tavaf (ziyaret) edemeyiz’ diyerek onu çıplak olarak tavaf ederlerdi, kendi anlayışlarına göre ibadet ettiklerini sanarlardı.
Bu âyet ile hem bu yanlış anlayış kaldırıldı hem de elbise, yeme-içme, eşya kullanma, Allah’ın hükümleri konularında bir ölçü ve denge getirildi.
Kendini açlığa, çıplaklığa, sünepeliğe veya fakirliğe mahkûm ederek Allah’a yakın olacağını, ya da dünya fitnesinden bu şekilde uzak kalacağını, helâl olan şeyleri kendine haram kılarak Allah’ı memnun edeceğini sanmak aldanmaktır.
Bu ölçüler içerisinde müslümanlar, Allah’ın nasip ettiği helâl yiyecekleri ve eşyaları kullanacaklar, imkanlar dairesinde güzel ve süslü elbiseler giyecekler, meşru davranışları sergileyecekler; ama asla israf etmeyecekler, yani aşırıya kaçmayacaklar, kantarın topuzunu kaçırmayacaklar.
Dünya ni’metlerini Allah (cc) insanlar için yaratmaktadır. Bu ni’metleri kullanma ve yeme arzusunu insanın içerisine koyan da yine Allah’tır. Bunları yemek, içmek veya kullanmak insanın hakkıdır.
Buradaki ölçü ni’metlerden faydalanan kulun, ni’meti vereni bilmesi, yani şükretmesi ve israfa kaçmamasıdır.
Tekrar etmek gerekir ki, normal sınırı aşanlar ve aşırı gidenler her zaman, her yerde dengeyi bozarlar.
Bu anlamdaki israf olayında dört önemli ihmal veya hata vardır.
Böyle israf edenler, kimseye karşı sorumlu olduklarını düsünmezler. Alabildiğine özgür, canları ne isterse onu yapmakta serbest olduklarını, yaptıklarından da asla kimseye hesap vermek zorunda olmadıklarını düşünürler. İmkanlar el verdiği ölçüde dilediklerini yaparlar, nefislerinin (hevalârına) göre yaşarlar. Yaratıcı’nın ölçülerini dikkate almazlar.
Böyle olunca da ölçüyü kaçırırlar, zevklerinde ve davranışlarında sınırı aşarlar.
Kur’an böylelerinin tutumuna “israf”, haddi aşanlar anlamında “müsrif” diyor.
Böyleleri mülkün ve nimetin Allah’tan geldiğini, rızkın O’nun tarafından yaratıldığını unuturlar. Ya da inanmazlar.
Bunlar bir ni’mete kavuştukları zaman, onun şükrünü yerine getirmezler. Onu diledikleri gibi tasarruf ederler, belki de Kur’an’ın deyişi ile ‘tebzîr’ ederler, saçıp savururlar.
Elindeki malını ölçüsüzce saçıp savuran, onunla kimseyi faydalandırmaz da. Hatta israf ettiği malı kazanmak için de başkasının hakkına el atabilir.
İnsanın sahip olduğu her şey aslında bir değerdir. Bu değeri farkedenler, onları korumada titiz olurlar, onları yerli yerinde kullanılar ve şükrederler. Ellerinden çıktığı zaman da ne kadar büyük bir kayıp yaşadıklarını bilirler.
Elindekinin kıymetini bilmeyenler, yarını hesaba katmayanlar, belki başkasına da faydası olur diye akıllarına getirmeyenler, saçıp savurmakta bir beis görmezler.
Şüphesiz ki takva (sorumluluk) sahibi mü’minler böyle yapmazlar.
“Onlar (Rahman’ın has kulları), harcadıkları zaman ne israf ne de cimrilik edenlerdir. Onların harcamaları, bu ikisi arası dengeli bir harcamadır.” (Furkan 25/67)
Böyleleri sahip olduklarını (Kârun gibi) kendi elinin emeğiyle, gücüyle ve bilgisiyle kazandığını düşünür. (Kasas 28/78)
Elindeki ni’metlerin Allah’tan geldiğine, ya Allah’ın Rezzâku’l-âlem olduğuna inanmaz. Öyle bir derdi yoktur. Tek dünyalı yaşadığı için, çalışır, kazanır ve dilediği gibi harcar.
Ne kazandığında, ne de harcadığında başkasına hesap vereceğini aklına getirir.
Mal, kazanç, nimet ve imkanlara bu gözle bakan biri, öncelikle bu kafa yapısıyla haddi aşan, yani müsrif olan bir kimsedir.
Kur’an’a göre kişinin sahip olduklarına, ya da kendisine emâneten verilenlerde başkalarını hakı vardır. Mesela; hac, infak, nafaka, aşağıdaki âyette sayılanlar.
“(Takva sahipleri) Mallarında, muhtaç ve yoksullar için bir hak var (olduğunu bilirler).” (Zariyât 51/19)
İsraf edenler, keyiflerince harcayanlar başkalarını hesaba katmadıkları gibi, başkalarının kendi malı üzerinde hakkı olduğunu şiddetle redederler. “Benimle mi kazandı, niçin verecekmişim, mal benim değil mi?” diye düşünürler.
Bu gibiler keyiflerine göre, lüks ve lüzumsuz harcamalar konusunda çok cömert (!) oldukları halde, muhtaç olanlara vermekte son derece cimridirler, eli sıkıdırlar.
Kur’an, israf’ın bir benzeri olarak ‘bezr’ kavramını kullanıyor.
‘Bezr’ de malı, serveti, eldeki imkanları saçıp-savurmaktır.
Bu bir açıdan israfa benzemektedir.
‘Bezr’; sözlükte tohum ekmek, ölçüsüz dağıtmak demektir. Buradan hareketle ‘tebzîr’ masdarına; tohumu uygun yere atmamak, böylece onun kaybolmasına sebep olmak, karşılığında bir şey alamamak manası verilmiştir. (İbni Manzur, Lisânü’l-Arab, 2/44. el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 52)
‘Bezr’, malı saçıp-savurmak, gerektiği yerlere sarfetmemek, yerli yerinde değil de yok olup gideceği yerlerde harcamak demektir. Dolaysıyla karşılığın da bir şey etmemektir.
Ya da malı/serveti/imkanları infak edilmesi gereken kimselere infak etmemek, onları hayr yollarında harcamamak, Allah’a isyan yollarında harcamaktır. Böylece mala, servete, imkanlara yazık etmektir.
Doğru yerlere de olsa haddinden fazla harcamak israf, miktarı ne olursa olsun yanlış yerlere harcamada bulunmak tebzîrdir. (Kallek, C. TDV İslâm Ansiklopedisi, 23/180)
Kur’an böyle yapanlara ‘mübezzir’ diyor.
Akrabaya hakkını ver, yoksula ve yolda kalmışa da. Bezr ederek saçıp-savurma.
Çünkü bezr (israf) edenler şeytanın kardeşleri olmuşlardır.
Şeytan ise Rabbine karşı nankördür.“ (İsrâ 17/26-27)
Malı veya eldeki imkanları saçıp savurmak, ya da aşırıya kaçmak şeytanın ahlâkıdır. İsraf edenlerin yaptıkları şeytanın hoşuna gider.
Buna göre yukarıda anlatılan israf ve savurganlık (bezr, ya da malı tebzir etmek), günah sektörünü doğuran en önemli sebeplerden biridir.
Mülk aslında Allah’a aittir. İnsana emânet olarak geçici bir süre için verilir. Malı ve geçimlikleri helâl yoldan kazanıp helâl yola harcayanlar, Allah yolunda infak edip hak sahiplerinin haklarını verenler, ‘bezr/israf’ etmeyenler mal/servet, dünyalıklar ve imkanlar konusundaki imtihanı kazanırlar.
Hüseyin K. Ece
MİRATHABER.COM -YOUTUBE-
YAZARIN DİĞER YAZILARINA ULAŞMAK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), Gazze'de işlenen savaş suçları nedeniyle İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski…
Bu video bize BELAM başlığı ile gönderildi. BEL’AM için Diyanet İslam Ansiklopedisine baktığımızda şu açıklamayı…
Seçilmiş Cumhurbaşkanımızın katıldığı merasimden sonra bir gurup teğmenin sonradan korsan yeminle Mustafa Kemal’in askerleriyiz diyerek…
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi’nde alınan kararla su fiyatlarına %17,5 zam yapıldı ve her ay…
İstanbul' da Şiddetli lodos, Marmara Bölgesi'nde deniz ulaşımını sekteye uğratmaya devam ediyor. İstanbul, Bursa ve…
Ebu Cehil deistti, diğer Mekkeli müşrikler de deistti, Allah’ın varlığına inanıyorlardı ama Hz. Muhammed’in Allah’ın…