“Kur’an’daki ‘Oku!’ (Alak 96/1) emrinin hedefi gerçekten günümüzde sıkça vurgu yapıldığı gibi okuma yazma faaliyetleri olsaydı Hz. Peygamber (s) emri alır almaz, Mekke’de var olan 16-17 okur yazarın yanına gider, ‘Bana Allah’tan oku diye emir geldi. Bana da okuma yazma öğretin!’ derdi. Aksine Peygamber’den (s) istenen şey, insanların yaşadıkları sorunlar konusunda “Rabbi’nin adıyla” kafa yorması idi. O zaten Hira’ya muhtemelen sosyal hayattaki haksızlıklar ve kargaşa konusundaki kaygıları nedeniyle çıkıyor ve toplumu ıslah konusunda tefekkür ediyordu. Oku emrinin teşvik ettiği nokta budur.” Mealen aktardığım bu cümleleri yıllar önce ilahiyatçı, eski müftü ve yazar Mehmet Göktaş’tan Konya’da bir konuşması sırasında dinlemiştim.
Gerçekten yukarıdaki yaklaşımın, üzerinde düşünmeye değer; çünkü birtakım araştırmacılar Kur’an’ı bir bilim kitabı gibi görüyor. Gayrimüslimlerin Kur’an enstitüleri kurdukları ve bilimsel ve teknik buluşlarını Kur’an’dan çıkardıklarını iddia edenler bile var. Bununla birlikte insanların ortaya koydukları görüşler ve teoriler kesinlik taşımaz. J. M. S., Baljon’un (1919-2001) Kur’an’ın Yorumunda Çağdaş Yönelimler adlı eserinde ifade ettiği gibi mevcut teorilerin yerine başka teorilerin yerine yenilerinin ortaya çıkma ihtimali asla sıfır değildir. Yaratılış ve evrenle ilgili ayetlerden Kur’an’ın amacı, evrenin orijinini açıklamak değildir. Bunlarla o insanın dikkatini Allah’ın kudret ve hikmetine çekmek istemiştir. Ayetlerde evrenin niteliğine dair imalar olsa bile merkezde olan şey, ayetleri okuyanlara bilimsel gerçekleri öğrtmek değil, evrenin Rabbine kulluğa teşviktir.
Kur’an’ı bilim kitabı gibi görenlere karşı çıkanların başında el-Muvâfaḳāt adlı eseriyle tanınan Endülüslü Mâlikî fakihi, dil âlimi İbrâhîm b. Mûsâ eş-Şâtıbî (ö. 790/1388) gelmektedir. Hz. Peygamber’in (s) de İslâm şeriatının ilk muhataplarının da ümmi olmasından hareketle Şâtıbî’ye göre Kur’an, o günlerde onların seviyelerinde olmasaydı onlar için mucize olamazdı. Kur’an’ın meydan okuyuşu karşısında, “Bu bizim anlama düzeyimizde değil. Tarafımızdan anlaşılmıyor ve bilinmiyor.” derlerdi.
Peygamber’in (s) arkadaşları, onlara tabi olanlar ve selef-i salihin, Kur’an’dan sadece tevhidin delilleri, teklifî hükümler, ahiretle ilgili hükümler ve bunlarla ilgili konuların delillendirilmesi için çabalamıştır. Sahabenin, Kur’an’dan bilimsel veriler elde etme yönünde çabaları ve incelemeleri olsaydı konunun esasına delalet edecek şeyler, mutlaka sonraki nesillere ulaşırdı. Böyle bir şey ulaşmadığına göre bu iddianın onlarda mevcut olmadığı anlaşılır.
Son dönemlerde Kur’an’ı bir bilim kitabı görmeye en köklü karşı çıkış, yenilikçi görüşleriyle tanınan Mısırlı âlim Emîn el-Hûlî’ye (1895-1966) aittir. Ona göre Kur’an’ın belağatı açısından da bilimsel yorum imkânsızdır; çünkü belagat, durumun gereğine uygun söz söylemektir. Kur’an’ın ilk muhatapları 20. asırdaki bilimsel yorumları bilmiyordı. Bu yorumlar Kur’an’da kastedilmiş olsaydı durumun gerektirdiğine uygun hareket edilmemiş olurdu. Diyelim ki Kur’an ayetleri, son dönemlerde ileri sürülen bilimsel yorumları kastediyordu. Peki, Resulullah (s) zamanında yaşayanlar bunları anladı mı? Yanıt olumsuzsa Kur’an-ı Kerim’in mübin (apaçık) oluşuna dair ayetler ne anlam ifade eder?
Günümüzde bilimsel tefsire yönelik eleştiriler, genellikle Şâtıbî ve Emîn el-Hûlî’nin görüşleri etrafında şekillenir. Hayat Kaynağı Kur’an Tefsiri sahibi M. Sait Şimşek’in ifadesiyle Kur’an’a bakarak kimse bilimsel alanla ilgili bir buluş ortaya koymuş değildir. Ayrıca Kur’an’ın hedefi, insanlara bilimsel icatlar konusunda rehberlik etmek değil, insanların inançlarını doğru şekillendirmeleri ve ona uygun bir hayat yaşamaları konusunda yol göstermektir.
Şöyle de düşünülebilir: “Kur’an’dan bilimsel veriler elde ettiğimizi söylediğimizde bu veriler insanları Kur’an’a yönlendirmez mi? Gençler, Müslümanların temel kaynağına meyledip İslâm’a uygun bir hayat yaşamaya azmetmezler mi?” Tefsir ilminin önde gelenlerinden Fahreddin er-Râzî (ö. 606) de böyle düşünmüş olmalı ki “O (Rabb) ki yeri sizin için bir döşek, göğü de bir bina yaptı.” (el-Bakara 2/22) ayeti ile ilgili olarak şöyle der: “Yeryüzünün döşek olması için hareketsiz olması gerekir. Dünya düz gidiyor olsaydı, yukarıdan atlayan birisi dünyaya ulaşamazdı. Zira ikisi de düşüyor olacaktı. Dünya daha büyük olduğundan daha hızlı düşecek ve insan bir türlü ona yetişemeyecekti. Yeryüzü dairesel hareket ediyor olsaydı hareketi sözgelimi doğuya doğru ise batıya gitmek isteyen bir kimse asla istediği yere varamazdı.”
Râzî’den yapılan yukarıdaki nakilde de görüldüğü gibi Kur’an’dan bilimsel veriler elde etme çabası bir açıdan da “Kaş yaparken göz çıkarmak” gibidir. Kur’an-ı Kerim’i bilimle uyumlu gösterip gençlerin imanını kuvvetlendirme çabası, birtakım bilimsel verilerle Kur’an’ın uyuşmadığını gördüklerinde onları var olan imanlarından da etme riskini taşımaktadır. Niyetin iyi olması her zaman doğru sonuçlar getirmeyebilir. Baştaki noktaya dönecek olursak Kur’an’ın “Oku!” emrinin hedefi, temelde Kur’an’daki ve evrendeki ayetleri Allah’a kulluk bilinciyle okumayı önermektir.