Kur’an’dan hüküm çıkarmanın veya bir hükmün Kur’an’a ait olduğunu söylemenin olmazsa olmaz şartları vardır. Bunlardan biri Kur’an’ın dili olan Arapça’yı bilmek, bir diğeri Arapça Kur’an metni üzerinde, bizzat Allah’ın belirlediği, ayetlerin ayetleri açıklaması yöntemi ile çalışmak ve bir başkası da bu çalışmayı Arapça ve metot bilgisine sahip bir ekip ile yapmaktır.
Bu şartlardan biri veya daha fazlası yerine getirilmediği takdirde çıkarılan hükmün Kur’an’a dayandırılmasının elîm ve vahim sonuçları olacaktır. Günümüzde Kur’an üzerinde çalıştığı düşünülen kişilerin sayılan bu şartların hepsini aynı anda yerine getirmemelerinden kaynaklanan hataları da vahim sonuçlara yol açmakta, vardıkları hükümler Allah’ın indirdiği Kitaba ait olmadığı için ne akıl ne de insan fıtratı tarafından kabul görmemektedir.
Ancak öyle ayetler vardır ki samimi bir mümin böyle bir ayetin, onu tahrif edenlerin söyledikleri anlama asla gelemeyeceğini görebilir. Bunun için başka bir ayete veya metot bilgisine dahi ihtiyaç yoktur. Aklî melekeleri doğru çalışan herkes o ayeti doğru anlayacaktır. Başörtüsü ile ilgili ayet de bunlardan biridir. Akıl ve mantık hiçe sayılmaksızın bu ayeti başka şekilde anlamak ve anlamlandırmak mümkün değildir.
Toplumda kendileri için “Kur’an üzerinde çalışan kişiler” algısı oluşturmuş bazı kişi ve gruplar, ne Arapça’nın ne de Allah’ın belirlediği metodun hiçbir ilkesini gözetmediklerinden ve her konuda sonuna kadar işlettikleri akıllarını, işlerine gelmeyen konularda bir kenara bıraktıklarından, Allah’ın kadının başını örtmesine dair bir emri olmadığı sonucuna varabilmektedirler. Aslında bu kişi ve grupların yaptıkları çalışmaların temelsizliği ve ilkesizliğine bakarak, varmak istedikleri hükmü önceden belirleyip Kur’an’a söyletme gayreti içinde olduklarını görmek zor değildir. Hatta başörtüsü konusu özelinde, bu kişilerin art nityetlerini görebilmek için doğrunun peşinde olan samimi bir akıl, mantık ve biraz dilbilgisi bile yeterlidir.
Allah’ın Dini’nin açık bir hükmü olan kadınların başlarını örtmesi konusunu inkar edip bunu da yine Allah’ın Kitabı’na söyletme gayreti içinde olanların, bu fikirlerinin dayanağını görebileceğimiz az sayıdaki yayının içinde en çok bilineni “Uydurulan Din ve Kur’an’daki Din” adını taşıyan kitaptır. İstanbul Yayınevi adlı yayıncı şirketin çıkardığı kitabı kimin veya kimlerin kaleme aldığı belli değildir. Kitabın kapağında yazar bilgisi olarak Kur’an Araştırmaları Grubu ismi bulunmakta, ancak bu grubun kimlerden oluştuğu hakkında hiçbir bilgiye rastlanmamaktadır. Bu grubun elemanları ile ilgili olarak internet üzerinde bulunan tek bilgi şöyledir: “Bu grup ilahiyat, sosyoloji, felsefe ve mühendislik gibi farklı alanlarda çalışan akademisyenler ve entelektüellerden oluşmaktadır.”[1]Yayınevinin sitesinde yer alan diğer kitapların yazarlarına bakıldığında ise sadece belli birkaç ismin görülmesi dikkat çekicidir.
Sözünü ettiğimiz kitabın 2016 yılında çıkan ellinci baskısı internet üzerinde bulunabilmektedir. Baskı adedinden de ne kadar büyük bir kitleye ulaştığı anlaşılabilir. İnternette başörtüsünün dindeki yeri ile ilgili yapılacak bir araştırmada mutlaka bu kitaba veya ondan yapılan bir alıntıya rastlanmaktadır. Kitabın içeriğinin eleştiriye layık görülmesi ancak ulaştığı kitlenin genişliğinden dolayı makul kabul edilebilir. Yoksa ilmî bakımdan kitaba böyle bir değer atfetmek olanak dışıdır. Zaten kitabın böylesine geniş bir kitleye ulaşmasının sebebi de içerisinde Kur’ânî gerçekleri barındırması değil, bir takım çevrelere kendi duymak istediklerinin söylenmesidir.
Başörtüsünün Kur’an’ın bir hükmü olmadığına dair etkili söylem ürettiği ve gençler arasında hatırı sayılır bir etkisi olduğu gözlenen diğer bir kaynak da Edip Yüksel’dir. Yüksel hazırladığı videoda tezini Lisan’ül Arab adlı Arapça sözlüğün ilgili maddesinden verdiği örneklere dayandırmaktadır.
Bu yazımızda Uydurulan Din ve Kur’an’daki Din adlı kitabın konuyla ilgili bölümünü inceleyecek, buradaki ifadelerin tutarsızlığı, temelsizliği, mantığa ve Arap diline aykırılığı üzerinde duracağız. Ayrıca Edip Yüksel videosunda Lisan’ül Arab’dan okunan örneklerin ayeti tahrife nasıl alet edildiğini gözler önüne sermeye çalışacağız.
“Uydurulan Din ve Kur’an’daki Din” Kitabıyla Uydurulan Din
Uydurulan Din ve Kur’an’daki Din[2]adlı kitabın 255. sayfasında “Kur’an’da Saçları Örtmek Geçmiyor” başlığı altında Nur Suresi’nin 31. ayetinin meali verildikten sonra şu ifadeler kullanılmaktadır:
“Kadınları, kendi zihniyetlerine göre yaşatmak isteyenlerin çarpıttığı ayetlerin başında bu ayet gelir. Bu ayetteki ‘hımar’ kelimesinin temel anlamı ‘örtü’ olup, sözlüklerde ‘örtü’ ve ‘başörtüsü’ anlamları verilmiştir. Önemli olan husus ayette kapatılacak yerin açıkça ‘yaka açığı’ olarak geçmesidir. Ayetin kapatmayla ilgili dikkat çektiği yer saçlar değil, yaka açığı bölgesidir.”
Kitapta hımâr kelimesinin anlamına dair yapılan saptırmaya bir başka ayetten delil getirilmekte ve şöyle denilmektedir:
“Abdest almayla ilgili ayette başın sıvazlanması söylenirken, baş kelimesi Arapça karşılığı “res” ile vurgulanır. Bu ayette kapatılacak bölgeyle ilgili böyle bir “baş” veya “saç” vurgusu yoktur. Yani “hımar”ın saçları örtmesi değil, “yaka dekoltesi”ni örtmesi istenir.”
Şimdi bu iddiaları çeşitli açılardan değerlendirmeye çalışalım:
Akıl – Mantık ve Dilin Kullanımı Bakımından Değerlendirme:
Kitabın yazarları, “abdest almayla ilgili ayette başın sıvazlanması söylenirken, baş kelimesi Arapça karşılığı “res” ile vurgulanır” ifadesiyle hımâr kelimesinin sadece örtü anlamına geldiğini, başörtüsü anlamına gelmesi için re’s (baş) kelimesiyle birlikte kullanılması gerektiğini (hımâr’ur-re’s) îmâ etmektedirler. Buradan hareketle Nur Suresi 31. ayette başın değil, yaka dekoltesinin örtülmesinin emredildiğini iddia etmektedirler.
Oysa Arapça sözlüklere göre örtü anlamına gelen kelime hımâr değil hamr kelimesidir. Hımâr kelimesinin sözlüklerde verilen anlamı “kadının” başörtüsüdür. Hatta Ragıp El İsfahanî’nin meşhur Kur’an lugati Müfredat’a göre hımâr, “Arap örfünde” kadının başörtüsüdür. Kur’an’ın Araplar tarafından sadece başörtüsü anlamında kullanılan bir kelimeyi başka bir anlamda kullanmasının hiçbir gerekçesi olamaz.
Nur Suresi’nin 31. ayetinin ilgili kısmı şöyledir:
“Mümin kadınlara da söyle, gözlerini sakınsınlar; ferçlerini korusunlar. Güzelliklerinden görünen kısım dışındakileri açmasınlar. Hımârlarının bir kısmını yakalarının üstüne vursunlar…”(Nûr 24/31)
Ayetteki “hımârları خمرهن” ifadesinin başörtüsü anlamına gelmesi için ayette “baş hımârları” gibi bir ifade aramak, yani “re’s” kelimesinin kullanılmasını beklemek ne Arapça’da ne de Türkçe’de hiçbir mantıkî temele oturmayan bir eylem olacaktır. Çünkü bu durum, ayetteki ifade tekniği ile örtüşen “pantolonunun paçalarını ayakkabılarının üzerine indir” ifadesinde sadece ayakkabıların örtülmesinin emredildiğini, pantolon giymenin şart olmadığını söylemek ile aynıdır. Pantolonun bacağa giyilen bir giysi olmadığını, öyle olsaydı bacak kelimesinin kullanılmasının gerekeceğini söylemek gibidir. Yazar grubunun görüşüne uyulacak olursa, bu cümlede “bacak pantolonu” ifadesini aramamız gerekecektir ki bu durumun anlamsızlığını söylemeye bile gerek yoktur.
Kitaptaki “önemli olan husus ayette kapatılacak yerin açıkça ‘yaka açığı’ olarak geçmesidir. Ayetin kapatmayla ilgili dikkat çektiği yer saçlar değil, yaka açığı bölgesidir”ifadesini de yukarıdaki “pantolonunun paçalarını ayakkabılarının üzerine indir” örneğimize uygularsak, bacağa bir şey giyilmesinin değil, sadece ayakkabıların örtülmesinin gerektiğini iddia edecek duruma düşüldüğünü görebiliriz. Aynı şekilde ayette de “hımârlarının bir kısmını yakalarının üstüne vursunlar” buyrulmaktadır. Sıradan bir insanın ayette hımâr kelimesinin kullanılmasından başın zaten örtülü olduğunu anlaması gerekir. Aksi halde ayette hımâr kelimesinden bahsedilmesinin hiçbir anlamı kalmayacaktır.
Ayetteki hımâr kelimesinin gerçekten de iddia edildiği gibi baş örtüsü değil de sadece “örtü” anlamına geldiğini düşünsek bile yine başın örtülmesi gerektiği sonucuna varmak kaçınılmazdır. Zira cümle şöyle olacaktır: “örtülerinin bir kısmını yakalarının üstüne vursunlar.” Sadece “örtüleri” ifadesi bile mevcut özel bir örtünün bulunduğunu göstermesi için yeterlidir. Bir bölümü yakayı örtecek olan tek özel örtü de baş örtüsü olabilir. Çünkü aksi takdirde gömleğin yakasını kapatmaktan ya da kapalı yakası olan giysiler giymekten bahsedilmesi gerekli ve yeterli olacaktı ancak öyle olmamıştır. Diğer bir deyişle ayetin emri yalnızca yaka açığını kapatmak olsaydı bu emir direkt olarak verilir, yaka açıklığının (ceyb) kapatılması emredilirdi. Böyle yapılmayıp yakayı hımâr ile kapatın denmesinin bir anlamı olmak zorundadır.
Ayrıca eğer ayette hımâr başörtüsü değil de herhangi bir örtü anlamında olsaydı ayetin emri gereği yakayı başka bir şekilde kapatmak, mesela gömlekle ya da yakalı bir kazakla kapatmak bile yeterli ve caiz olmazdı. Mutlaka bir örtü kullanmak hatta hımâr denen örtü her ne ise ondan kullanmak şart olur, aksi halde emir yerine getirilmiş olmazdı.
Bütün bunlar bir yana, daha kendi kitaplarına isimlerini yazacak cesareti gösteremeyenlerin, söze “kadınları, kendi zihniyetlerine göre yaşatmak isteyenlerin çarpıttığı ayetlerin başında bu ayet gelir” ifadesiyle başlamaları, ayetleri asıl çarpıtanın kim olduğunu anlamamızı kolaylaştırdığını söylememiz gerekir. Zira bu derece cesaret cehaletin eseridir. Bu yazar grubunun felsefeci, sosyolog ve mühendislerden oluşması da bu meslek gruplarına hakaret olarak değerlendirilmelidir. Çünkü sayılan mesleklerin akıl ve mantık ilkelerini en uç noktalarda kullanıyor oldukları düşünülür.
Arap Dili Lugatlerinde Kelimeye Verilen Anlam Bakımından Değerlendirme:
Hımâr kelimesinin sadece kadınların kullandığı başörtüsü anlamında olduğunu meşhur Arapça sözlükler dile getirmektedirler. Bunlardan ikisi olan Müfredat ve Lisan’ül Arab’da, şu ifadeler yer almaktadır:
أصل الخمر: ستر الشيء، ويقال لما يستر به: خِمَار، لكن الخمار صار في التعارف اسما لما تغطّي به المرأة رأسها
الخَمْر(el-hamr)ın kök anlamı bir şeyi örtmektir. Onu örten şeye de hımâr denmiştir. Ancak hımâr Arap örfünde kadının başını örttüğü örtüye isim olmuştur.[3]
والخِمَارُ للمرأَة، وَهُوَ النَّصِيفُ، وَقِيلَ: الْخِمَارُ مَا تُغَطِّي بِهِ المرأَة رأْسها، وَجَمْعُهُ أَخْمِرَةٌ وخُمْرٌ وخُمُرٌ. والخِمِرُّ
Hımâr kadın içindir ve baş örtüsüdür (nasîf). Kadının başını örttüğü şeye hımâr denmiştir. Çoğulu ehmira, humr, humur, himir’dir.[4]
Görüldüğü gibi her iki Arap lugatinde de kelimenin anlamı kadının başörtüsüdür. Öyle ki bu kelime erkeğin başına örttüğü herhangi bir örtü için bile kullanılmaz. Sadece kadına has olan başörtüsüne isim olmuştur. Tıpkı bunun gibi Arapça’da sadece kadının başını örttüğü örtüler için kullanılan başka kelimeler de vardır: Nikab, nasif, miknaa, kınâ’, mi’kab, buhnuk, gıfâre, burku‘ (burka‘), sıkā‘, savkaa, mülâe/milâe. Bu kelimelerin tamamı sadece kadına has olan başörtüsü için kullanılır ve hiçbiri için ayrıca baş (re’s) kelimesi kullanılmaz. Bu durum Türkçemizde de böyledir. Dilimizde kadının başına örttüğü örtüye isim olmuş kelimeler şöyle sıralanabilir: Yaşmak, yemeni, tülbent, yazma, bürüncek, çember, kadın fesi, ferace, maşlah, tepelik, hotoz, tandırbaş, kundak yemeni, salma yemeni.[5]Bunların hiçbiri için ayrıca baş kelimesi kullanılmaz ve başa örtülmeleri gerektiği ayrıca açıklanmaz. Hatta içinde baş kelimesi kullanılmasına rağmen “başörtüsü” kelimesi bile aslında özel bir örtünün adı olmuştur. Bu sebeple birleşik yazılır, erkek için de kullanılmaz. Nitekim Türkçe sözlükte başörtüsü kelimesine şu anlam verildiği görülür: “Kadınların saçlarını örtmek için kullandıkları örtü, başörtü, bürgü, eşarp.”[6]
Görüldüğü gibi hımâr kelimesi, herhangi bir örtü olmadığı gibi herhangi bir başörtüsü bile değil, sadece kadınların kullandığı başörtüsü anlamına gelmektedir. Ele aldığımız kitabın iddialarını çürütmek için derin lugavî analizlere girilmesine dahi gerek kalmamış yüzeysel bir dil bilgisi ve mantık ilkeleri yeterli olmuştur. Buna rağmen Arap dilinin kuralları ve özellikleri bakımından da sınıfta kaldığını Edip Yüksel’in iddiaları ile birlikte ele alırken göstermiş olacağız.
Edip Yüksel’in İddiaları ile Uydurulan Din
Hımâr kelimesinin sadece örtü anlamına geldiğini, başörtüsü olarak anlaşılması için “baş” kelimesi ile birlikte kullanılması gerektiğini iddia eden ancak öncekilerden farklı olarak ismini verme hatta video çekme mertliğini ve cesaretini gösterebilen bir kişi de Edip Yüksel’dir. Kendisine ait olan meal çalışmasında da ayete şu meali vermiştir: “Örtülerini göğüslerinin üzerine kapasınlar.”[7]Edip Yüksel’in insanlar üzerinde etki oluşturmak için Arapça sözlükten Arapça okuyarak ortaya koyduğu delillerin aslında iddiasını ispatlamayacağını aksine çürüteceğini hep birlikte görelim:
Arap Dili Bakımından Değerlendirme:
Edip Yüksel başörtüsü konusu ile ilgili yayınladığı bir videoda[8]Lisan’ul-Arab adlı lugatin hamara خمر maddesinde geçen örnek cümleleri tercüme etmekte ve bu kelimenin örtü anlamına geldiğini okuduğu örneklerle kanıtladığı izlenimini oluşturmaktadır. Ancak bu izlenim sadece Arapça bilmeyenler üzerinde oluşabilir. Okuduğu cümleler şunlardır:
وخَمَرَ الشيءَ يَخْمُرُه خَمْراً وأَخْمَرَهُ: سَتَرَهُ. وَفِي الْحَدِيثِ: لَا تَجِدُ المؤمنَ إِلَّا فِي إِحدى ثلاثٍ: فِي مَسْجِدٍ يَعْمُرُه، أَو بَيْتٍ يَخْمُرُه أَو مَعِيشَةٍ يُدَبِّرُها
Hamara bir şeyi örtü ile örtmektir. Hadiste (şöyle geçer): Bir mümini şu üçünden başka birinde bulamazsın; imar ettiği mescitte, kendisini örten evde veya çekip çevirdiği işte.
Yüksel bu örneği hamara fiilinin örtmek anlamına geldiğine delil olarak okumaktadır. Zaten bu fiilin başka bir anlama geldiğine dair ne bir iddia ne de bir belge vardır. Elbette hamara خمر örtmek anlamına gelen Arapça bir fiildir. Ancak bizim ilgilendiğimiz kelime bu fiil değil, bu kökten türetilmiş bir isim olan hımâr الخمار kelimesidir. Kök anlamı olan hamara örtmek anlamına gelmese zaten kadının başörtüsü anlamına gelen bir kelime bu kökten üretilemezdi. Elbette kökündeki anlam örtmek olacaktır. Başka ne olması beklenebilir ki? Yani bir kelimenin kadının başörtüsü anlamını hak etmesi için nasıl bir kökten gelmesi isteniyor olabilir?
Bu örnekte hamara fiilinin örtmek anlamına geldiğini göstermek nasıl olur da hımâr kelimesinin kadının başörtüsü anlamına gelmediğine delil olabilir, bu da anlaşılır değildir. Hımâr kelimesinin aynı sözlükte sadece ve sadece kadının başörtüsü anlamına geldiğinin belirtildiğini yukarıda göstermiştik. Nitekim Yüksel de aynı videoda bizim okuduğumuz o cümleyi okumaktadır. Ancak hemen ardından “başörtüsü anlamına da geliyor demek ki”şeklinde bir ifade kullanmaktadır. Oysa o sözlükte hımâr kelimesinin başka bir anlama geldiğine dair en ufak bir ifade yer almamaktadır. Edip Yüksel hamara خمر fiili ile ondan türetilmiş hımâr خمار kelimelerini birbirine karıştırarak Arapça bilmeyenler üzerinde etki oluşturmaya çalışmaktadır.
Oysa Arapça’da bütün kelimeler kök harflerinden türetilirler. Her bir üç harfli kök, aynı zamanda mazi (geçmiş zaman) fiildir. Bu köklerden türeyen isimler fiille bir anlam ilişkisi ve yakınlığı içindedirler. Ancak ismler artık fiil değildir ve başka bir kelimedirler. Mesela Kur’an’da da çokça geçen ve جنن (c-n-n) kök harflerinden oluşan cenne جن fiilinden örnek verelim: Cenne جن örtmek, kaplamak anlamına gelir. Aynı kökten türetilmiş olan cennet جنة kelimesi artık bambaşka bir kelimedir ve bahçe anlmına gelir. Bu anlamı bitki örtüsünün toprağı kaplaması sebebiyle almıştır. Yani kök harfleri ile anlam ilişkisi sürmektedir. Fakat kimse cennet deyince örtmeyi anlamaz. Bitki örtüsü olan bir bahçeyi anlar. Bu sebeple artık جنة الأرض (cennetül ard) “toprak bahçesi” denmez. Yine aynı kökten bir kelime de جنة cünne kelimesidir. Kur’an’da da geçen bu kelime kalkan anlamına gelir. İnsan bedenini örtüp saldırılardan koruduğu için bu anlamı almıştır. Yani kök anlamıyla ilişkisi sürmektedir. Fakat artık bambaşka bir kelime olan kalkan anlamındadır. Kimse bu ifadeyle جنة الجسم (cünnetül cism) “beden örtüsü” dendiğini düşünmez.
Bu konuda sayısız örnek vermek mümkündür. Çünkü Arapça’da isimler böyle türetilmişlerdir. Hatta çoğu zaman Türkçe’de bile durum bundan farklı değildir. Mesela silmek bir fiil, silgi ise o fiilden türetilmiş belli bir eşyanın ismidir. Silgi deyince kimse acaba neyi silen bir eşya diye düşünmez. Ya da kimse yazı silgisi deme ihtiyacı hissetmez. Çünkü cam silen, kayıt silen, yerleri silen şeyler için silgi kelimesi kullanılmaz.
Kısacası Edip Yüksel’in verdiği örnek hımâr kelimesinin değil hamara fiilinin örneğidir. Oysa bize hımâr kelimesinin kadının başörtüsü anlamına gelmediğini kanıtlaması gerekir. Verdiği ikinci örnek de yukarıdaki ile benzer ifadeler içermektedir. Üçüncü örneği ise şudur:
والخُمْرَةُ: حَصِيرَةٌ أَو سَجَّادَةٌ صَغِيرَةٌ تُنْسَجُ مِنْ سَعَفِ النَّخْلِ وتُرَمَّلُ بِالْخُيُوطِ، وَقِيلَ: حَصِيرَةُ أَصغر مِنَ المُصَلَّى، وَقِيلَ: الخُمْرَة الْحَصِيرُ الصَّغِيرُ الَّذِي يُسْجَدُ عَلَيْهِ. وَفِي الْحَدِيثِ: أَن النَّبِيَّ، ﷺ، كَانَ يَسْجُدُ عَلَى الخُمْرَةِ؛ وَهُوَ حَصِيرٌ صَغِيرٌ
“Humra bir hasırdır veya hurma dalından örülmüş küçük bir seccadedir. Hasırın namazlıktan daha küçük olduğu söylenir. Humranın ise üzerine secde edilen küçük hasır olduğu söylenir. Hadiste Nebi Aleyhisselamın humraya secde ettiği geçer ki o da küçük bir hasırdır.”
Yüksel’in verdiği bu son örnek aslında kendisini değil bizi destekleyen bir örnektir. Ancak amacı Arapça bilmeyenleri etkilemek olduğundan bunun anlaşılmayacağını düşünmüş olsa gerektir. Zira kendisi hımâr kelimesinin başörtüsü değil sıradan bir örtü anlamına geldiğini çünkü kök harleri olan “hamara” fiilinin örtmek anlamında olduğunu söylemektedir. Oysa verdiği bu örnekte yine aynı kök harflerinden türemiş bir kelime olan “humra” kelimesinin de herhangi bir örtü değil, kendisinin de okuduğu gibi “hasır veya küçük seccade” anlamına geldiği açıkça görülmektedir. Yani “humra” nasıl hamara kökünden türemiş özel bir isim ise ve sadece örtü anlamına gelmiyor, “üzerinde secde yapılan özel bir örtü” anlamına geliyorsa hımâr da öyledir. O da aynı kökten türemiş özel bir örtü olan kadının başörtüsüdür. Bu örneğin Edip Yüksel’i desteklemesi için humra’nın da sadece örtü anlamına gelmesi, seccade anlamı için, “secde edilen humra” denmesi gerekirdi.
Ayrıca bu iddiaları ortaya atanların Arapça bildikleri doğru ise asıl cevaplamaları gereken soru şudur: Tüm sözlüklerin de söyledikleri gibi hamara fiili örtmek anlamına geliyorken Yüce Allah neden ayetinde bu fiili kullanmamış da bu fiilden türetilmiş bir isim olan hımâr kelimesini tercih etmiştir? Öyle ya; eğer Rabbimizin maksadı yakayı örtmeyi emretmekse, hamara fiili de örtmek anlamına geldiğine göre Arapça bakımından kurulması gereken cümle وليخمرن جيوبهن “ve’l yahmirne cüyûbehunne” şeklinde olmalıydı. Bu cümlede hamara fiili kullanılmakta ve kadınlara “yakalarını örtsünler” emri verilmektedir. Ancak Rabbimiz öyle yapmamış, hamara fiilini değil, ondan türetilmiş hımâr ismini üstelik de örtme anlamına gelmeyen ضرب fiiliyle kullanmış, ولْيضْربْن بخمرهن على جيوبهن “ve’l yadribne bihumurihinne alâ cüyûbihinne” ifadesiyle “hımârlarının bir kısmını yakalarının üstüne vursunlar” emrini vermiştir. Kısacası örtmek anlamına gelen hamara fiili ile örtülmesi istenen yer anılarak yakayı örtme emri çok kısa bir şekilde verilebilecekken öyle yapılmayıp hımârın yaka üzerine vurulmasından bahsedilmesinin bir anlamı olmak zorundadır. Aksi takdirde Allah’ın Kitabı için gelişigüzel ifadelerin gereksizce yer aldığı ve kelimelerin kullanımının hiçbir mantığa dayanmadığı bir kitaptır iddiasında bulunulmuş olur. İşte bu sorunun cevabının verilememesi Uydurulan Din, Kur’an’daki Din kitabındaki şu ifadeleri de anlamsız kılmaktadır:
“Saçları örtmeyi Kuran’a mal etmek isteyen zihniyet sahipleri, açık bir saptırma yaparak “felyedribne” fiilini “salsınlar” diye tercüme etmektedirler. Böylece ayet, “başörtüsünü yaka açıklarına salsınlar” şeklinde okunacaktır. Oysa hiçbir şekilde “darabe” kökünden türeyen “felyedribne” fiili “salsınlar” manasına gelmez. Bu fiille, hımarın “yaka açığına konulması” yani “yaka açığının kapatılması” anlatılır.”
Yazarların saptırma olarak adlandırdığı ضرب darabe fiilinin salma anlamında tercüme ediliyor olmasının aslında kendi iddiaları açısından hiçbir değeri yoktur. Bu fiil hangi şekilde çevrilirse çevrilsin örtme anlamına gelmediği kesindir. Rabbimiz örtme fiilini kullanmamış, hımâr yani başörtüsü ismini kullanmış ve onun bir kısmının yakanın üzerine vurulması gerektiğini söylemiştir. Oysa bu kitapta iddia edildiği gibi olsaydı hamara fiili ile yaka açıklığının kapatılması kolayca emredilebilirdi.
Sonuç
Sonuç olarak Nur Suresi 31. ayette çoğulu (humur) geçen hımâr kelimesinin ne Arapça sözlükler, ne dil bilgisi, ne mantık ne de akıl tarafından başörtüsü dışında bir anlama geldiğine dair hiçbir delil yoktur. Aksine, tüm bu enstrümanların hımâr kelimesine başörtüsünden başka anlam verilemeyeceğini her yönden ispatladığı ortadadır.
Kadının başını örtmesi Rabbimizin tüm kitaplarında yer alan evrensel bir emridir. Bu sebeple kadınların başlarını örtmesine dair özel bir emir aramaya gerek yoktur. Başörtüsünden bahsediliyor olması kadının başının zaten örtülü olduğunu göstermesi için yeterlidir. Kur’an’da yapılan budur.
Gerçek böyle olmasına rağmen elbette anlamak istemeyene hiçbir şey anlatmak mümkün değildir. Amacımız ayetleri çarpıtan, okudukları veya yazdıkları birkaç kelime Arapça ile sanki gerçek bir şeyler söylüyormuş etkisi oluşturarak muhataplarını aldatanları zorla yola getirmek değildir. Amacımız kadının başını örtmek veya onun giyim kuşamında söz sahibi olmak da değildir. Amacımız Allah’ın gerçekte ne söylediğini tesbit edip ortaya koymak, bununla samimi müminleri uyararak Allah’a olan görevlerini tam yapabilmeleri konusunda bilgimizi paylaşmaktır. İçkinin haram olduğunu bilerek içki içenler, faizin haramlığını bilerek kredi alanların olması gibi örtünme emrini bilerek açık olmayı tercih edenlerin olması da bizi ilgilendiren bir konu değildir. Allah’ın emrinden çıkma özgürlüğü yine Allah’ın kullarına tanıdığı bir özgürlüktür. Bunu ellerinden alma yetkimiz olmadığı gibi buna gücümüz de yetmez.
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), Gazze'de işlenen savaş suçları nedeniyle İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski…
Bu video bize BELAM başlığı ile gönderildi. BEL’AM için Diyanet İslam Ansiklopedisine baktığımızda şu açıklamayı…
Seçilmiş Cumhurbaşkanımızın katıldığı merasimden sonra bir gurup teğmenin sonradan korsan yeminle Mustafa Kemal’in askerleriyiz diyerek…
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi’nde alınan kararla su fiyatlarına %17,5 zam yapıldı ve her ay…
İstanbul' da Şiddetli lodos, Marmara Bölgesi'nde deniz ulaşımını sekteye uğratmaya devam ediyor. İstanbul, Bursa ve…
Ebu Cehil deistti, diğer Mekkeli müşrikler de deistti, Allah’ın varlığına inanıyorlardı ama Hz. Muhammed’in Allah’ın…