Allah’tan geldiği iddiasında olan bir kitabın bu iddiasının ispatını Nebî bile olsa bir insana bırakması düşünülemez. Gerçi bugün kendilerine Müslüman diyenlerin büyük çoğunluğu kendi kitaplarının Allah’tan geldiği iddiasına sahip olduğunu bile bilmezler. Bunun birinci sebebi atalarının dininin mensubu olmalarıdır. Yani onlara doğdukları toplumda birileri, “al bak bu Allah’ın kitabıdır” demiş ve onlar da bununla yetinip “atalarım öyle diyorlarsa öyledir” düşüncesiyle Allah’ın dinini bulmak konusunda hiç bir zahmete katlanmamayı tercih etmişlerdir.. Bu yüzden kitabın, Allah’tan geldiğini iddia edip etmemesinin bir önemi yoktur. Çünkü atalarının sözü tartışmaya açık değildir.
İkinci sebep ise; kitaplarını hiç bilmedikleri bir dilde sayıklamalarıdır. Sayıklamaktan bahsetmemizin sebebi okuduklarını söyleyemiyor olmamızdır. Çünkü okumak denilen eylem her dilde anlamayı ifade etmek için kullanılır. Maksadı anlamak olmayan bir eyleme okumak denemez. Bu o kadar iyi bilinir ki; bir insan “ben şu yazıyı okudum” dediğinde ona “peki anladın mı?” diye sormak hakaret kabul edilir. “Okudum” dedikten sonra ayrıca “anladım” demek gülünçtür. Ancak ne acıdır ki Müslümanlar sadece Kur’an için “okudum” dediklerinde hiç kimse anladıklarını düşünmez.
Konuyu sade vatandaş seviyesinden ilahiyatçı akademisyenler seviyesine taşıdığımızda da durum değişmez. Çünkü Kur’an’ın orijinal dilini anlıyor olmak ve o şekilde Kur’an’ı okumak, bu konuda uzman bir kişi için yine Allah’ın kitabını okumak anlamına gelmez. Zira Allah’ın kitabını, ondan hayata dair çözümler üretme amacıyla okumanın Allah tarafından belirlenmiş bir metodu vardır. Bu metodu Allah’ın gösterdiği şekilde uygulamadan yapılan çalışmalar kişisel yorumlara muhtaç olacaktır. Ancak yüce Allah hiç kimseye kitabını yorumlama yetkisi vermemiştir. Bu sebeple tefsir profesörü olmak ve ayetlerden dem vurmak dahi çoğu zaman sayıklamanın bir adım ötesine geçememekte ve okumak olarak adlandırılacak seviyeye ulaşamamaktadır. Nitekim bu ünvanlar Allah tarafından onaylanmış değillerdir. İnsanlar tarafından alınıp verilirler.
İşte bu sebeplerden dolayı kendilerine müslüman denilmesinden hoşlanan toplumlarda insanların çok büyük bir kısmı kendilerine sunulan kitabın Allah’a ait olup olmadığını sorgulamamakta, Muhammed Aleyhisselam’ın onu getirmiş olmasının, kitabın Allah’a ait olduğunu göstermesi açısından yeterli olduğunu düşünmektedirler. Nitekim Prof. Dr. M. O. katıldığı bir televizyon programında şu cümleleri söyleyebilmektedir:
“Biz Kur’an’ı Hz. Peygamberden öğrendik. Eğer o yoksa zaten Kur’an da yok.”[1]
Oysa Rabbimiz Kitabında şöyle buyurmaktadır:
Muhammed sadece bir elçidir. Ondan önce de elçiler geldi. O ölse veya öldürülse, gerisin geri mi döneceksiniz? Gerisin geri dönenin Allah’a bir zararı olmaz. Allah, görevini yapanları ödüllendirecektir.(Âl-i İmrân 3/144)
Bir kişinin elçiliği en iyi şekilde yapması demek kendisini görevlendirenin ulaştırmasını istediği şeyi tastamam ulaştırmış olması demektir. Elçi de bir insandır. O ölse de tebliğ ettiği kitap kalacaktır. Elçinin kendisi de dahil olmak üzere herkes Kur’an’dan sorumludur. Yukarıda Okuyan hocamızdan yaptığımız alıntıdaki ifadede, “peygamber” kelimesi ile nebî mi yoksa rasul mü kast edildiği anlaşılmamaktadır. Ancak önemli olan bu sözün şu an hiçbir anlamı olmadığıdır. Zira “Hz. Peygamber” bugün yoktur ama Kur’an elimizdedir. Diğer bir deyişle neresinden bakılırsa bakılsın “peygamber yoksa Kur’an da yok” sözü düşünülmeden sarf edilmiş ve arkasında durulamayacak bir ifadedir.
Yine “Kur’an’ı Anlama Yöntemi” isimli kitabında M.İ. tam da ele aldığımız konuyla ilgili olarak “Kur’an’ın ilahi kelam olmasının delili nedir?”sorusuna şöyle yanıt vermektedir:
“Müslümanlar Kur’an’ın ilahi kelam olduğuna iman ederler. Bu bir iman esasıdır. Kur’an’ın Hz. Muhammed’in sözü olmayıp Allah’ın kelamı olduğu şöyle delillendirilebilir:
1.Hz. Muhammed’in güvenilir olması: Müslümanlar Hz. Muhammed’in Allah adına yalan söylemeyeceğine iman ederler. Buna delil olarak da onun samimi ve ayrıntılarını herkesin bildiği yaşantısını gösterirler…”[2]
Şüphesiz ki Muhammed Aleyhisselam çok güvenilir ve herkese örnek olacak bir insandı. Bunu elçiliği boyunca tüm zorluklara göğüs gerip Allah’ın emrini yerine getirmek ve elçiliği tam yapabilmek için gösterdiği olağanüstü gayretinden de anlayabiliyoruz. Ancak onun böylesine doğru bir insan olması getirdiği kitabın Allah’a aidiyetini göstermesi bakımından yeterli görülemez. Kur’an’ı Nebîmizden dolayı Allah’ın kitabı saymak dinimizi atamızın dini yapacaktır. Oysa Allah “şu kişinin getirdiğine” değil, “Allah’ın indirdiğine” uyun emri vermektedir. Atamızın dininin Allah’a aidiyetinin tedkik edilmesi Allah’ın emridir:
Onlara “Allah’ın indirdiğine uyun!” dense, “Hayır! Biz atalarımızı hangi yolda bulmuşsak, ona uyarız!” derler. Peki, ataları akıllarını bir şeye çalıştırmamış ve doğru yola da girmemişlerse, yine uyacaklar mı?(Bakara 2/170)
Bu yüzden, gerek halk arasında gerekse ilahiyat camiasında yaygın olan kanaatin aksine Kur’an, onu getiren kişi “Muhammed Aleyhisselam” olduğu için Allah’ın kitabı olamaz. Bunu Kur’an’ın pek çok ayetinden de görebilmemiz mümkündür:
Ayetleri görmezlikten gelenler (kafirlik edenler): “Sen elçi olarak gönderilmiş değilsin” derler. De ki “Aramızda Allah’ın ve o Kitab’ın bilgisine sahip olanların şahit olması yeter.” (Ra’d 13/43)
Ayete göre Rasulullah’ın Allah’ın elçisi olduğunu şahitlik edecek derecede bilenler, “Kitabı” bilenlerdir. Diğer bir deyişle Allah’ın elçisinin elçiliğinin delili “Kitap”tır. Yoksa kitabın Allah’a ait olduğunun delili Nebî olamaz. Çünkü o da bir insandır ve artık Kur’an’dan biliyoruz ki bu konuda kim olursa olsun bir insanın sözü bizi bağlamaz.
Kur’an’ın bu konudaki söylemleri bununla sınırlı değildir. Aşağıdaki ayetlerde de önceki kitaplardaki metodu (ilim) bilen kişiler kendilerine Kur’an ayetleri “tilavet” edildiğinde yani Allah’ın koyduğu metoda uygun bir biçimde sıralandığında onun Allah’ın kitabı olduğunu anlamışlardır. Onlar için de Kur’an’ın Allah’ın kitabı olduğunun delili bizzat Kur’an’ın kendisidir, onu tebliğ eden Nebîmizin şahsı ya da sözü değil:
De ki “Siz ona ister inanın, ister inanmayın. Ondan önce kendilerine ilim verilmiş olanlara Kur’ân tilavet edildiği zaman çenelerinin üstüne kapanıp secde ederler. Derler ki “Rabbimize boyun eğeriz; demek ki Rabbimizin verdiği söz gerçekleşmiş.” Çenelerinin üstüne kapanır ağlarlar. Bu onların saygısını artırır.(İsrâ 17/107-109)
Zaten Rabbimiz, “kendisine ilim verilmiş” dediği Allah’ın gönderdiği kitaplardaki metodu öğrenmiş kişiler üzerinde Kur’an’ın nasıl bir etkisi olduğunu şöyle belirtmektedir:
Kur’an aslında, kendilerine ilim verilmiş olanların içine işleyen apaçık ayetlerden oluşur. Yanlışa dalanlardan başka hiç kimse ayetlerimizi bile bile inkar etmez.(Ankebût 29/49)
Bu ayetin hemen ardından gelen ayette Rasulullah’a mucize indirilmesini isteyenlere ise Rabbimiz yine tilavet kavramını kullanarak karşılık vermektedir:
“Ona Rabbinden mucizeler indirilseydi ya!” derler. De ki: “Mucizeler sadece Allah katındadır. Ben açıkça uyarıda bulunan bir kişiyim; o kadar.” Anlaşılır bir şekilde tilavet edilen bu Kitabı sana indirmiş olmamız onlara yetmiyor mu? İnanan bir topluluk için bu bir ikram ve doğru bilgidir.(Ankebût 29/50-51)
Devam edecek
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), Gazze'de işlenen savaş suçları nedeniyle İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski…
Bu video bize BELAM başlığı ile gönderildi. BEL’AM için Diyanet İslam Ansiklopedisine baktığımızda şu açıklamayı…
Seçilmiş Cumhurbaşkanımızın katıldığı merasimden sonra bir gurup teğmenin sonradan korsan yeminle Mustafa Kemal’in askerleriyiz diyerek…
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi’nde alınan kararla su fiyatlarına %17,5 zam yapıldı ve her ay…
İstanbul' da Şiddetli lodos, Marmara Bölgesi'nde deniz ulaşımını sekteye uğratmaya devam ediyor. İstanbul, Bursa ve…
Ebu Cehil deistti, diğer Mekkeli müşrikler de deistti, Allah’ın varlığına inanıyorlardı ama Hz. Muhammed’in Allah’ın…