Görüldüğü gibi Kur’an’ın Allah’ın kitabı olduğunun delili yine Kur’an’ın kendisidir. Rasulullah da bu durum dolayısıyla Allah’ın elçisi olmaktadır. Bu sebeple onun elçiliğine delil olarak mucize isteyenler Kur’an’a yönlendirilmektedir. Yani yine “Kur’an” Rasulullah’ın elçiliğine delil olmaktadır. Bunun tersi mümkün değildir.
Ayrıca ayetlerin tilavet edilmesi, Allah’ın koyduğu metoda uygun olarak okunması anlamına gelmektedir. Böyle bir okumanın yapılabilmesi için konuyla ilgili ve birbirlerini açıklayan ayetlerin tesbit edilip doğru şekilde sıralanması gerekir. Bunun için Rabbimizin pek çok ayetle öğrettiği Kur’an’ı anlama ve ondan hikmet denilen doğru sonuçlara ulaşma metodunun[1]uygulanmasına ihtiyaç vardır. Dolayısıyla tilavet, Allah’ın Kur’an’da yaptığı açıklamalara ulaşma sonucunu doğurur. Bu da Allah’ın kitabı olduğunun en büyük delillerinden biridir. Bir insanın yazdığı bir kitapta böylesi bir metot ve ayetler arasında böylesine şaşmaz ve sarsılmaz anlam örgülerinden bahsetmek mümkün olmaz. Bu sebeple tilavet[2]daima inanmayanları köşeye sıkıştıran bir okuma şekli olarak karşımıza çıkmaktadır.[3]
Yine kendilerine ayetler tilavet edildiği zaman onun Allah’ın kitabı olduğunu anlayan kişilerden bahseden bir ayet grubu da şöyledir:
Kendilerine daha önce kitap verdiklerimiz bu kitaba da inanacaklardır. Onlara tilavet edilince şöyle diyeceklerdir: Biz ona inandık; o Rabbimizden gelen gerçek kitaptır. Biz daha önce de Rabbimize teslim olmuş kimselerdik.(Kasas 28/52-53)
Rasulullah’ın da kendisinin bile Allah’ın elçisi olduğunu ayetlerden görmesi gerekir:
Bunlar Allah’ın âyetleridir. Onları sana gerçek olarak tilavet ediyoruz. Sen de O’nun elçilerindensin.(Bakara 2/252)
Yukarıda da kısaca açıkladığımız gibi, bir yerde tilavetten bahsediliyorsa orada sadece Allah’ın koyabileceği muazzam bir metoda vurgu yapılıyor demektir. Bir kitaba böyle bir yapıyı sadece Allah koyabilir. İşte bu yüzden Rasulullah’ın kendisinin de bir elçi olduğunu belirten ayette tilavete vurgu yapılmış, ayetlerin belli bir metoda sahip olduğu belirtilmiştir. Kısacası Rasulullah’ın kendisi bile indirilenin Allah’ın ayetleri olduğunu net bir biçimde anlayabilmelidir. Çünkü kendisi de tebliğ ettiği şeyden sorumludur. Diğer insanlar gibi o da kendisine indirilen Kitaba tam olarak güvenmek zorundadır:
Bu elçi, Rabbinden kendine indirilen her şeye inanıp güvenmiştir… (Bakara 2/286)
Bir diğer ayette de kendilerine daha önce kitap verilenlerin rasul olduğunu söyleyen kişi geldiğinde sırf o söylüyor diye ona inanmakla yükümlü olmadıklarını, getirdiği kitap kendi ellerindekini tasdik ediyorsa ona inanma zorunlulukları doğduğunu görebilmekteyiz. Yani yine gelenin Allah’ın kitabı olduğu anlaşıldıktan sonra getiren Allah’ın rasulü olmaktadır:
Allah nebîlerden kesin söz aldığında şöyle demiştir: “Size Kitap ve hikmet veririm de elinizde olanı tasdik eden bir elçi gelirse kesinlikle ona inanacaksınız ve destek vereceksiniz. Bunu kabul ettiniz mi? Bu ağır yükü (ısr[4]) yüklendiniz mi?”. Onlar da “Kabul ettik” demişlerdir. Allah: “Siz buna şahit olun, sizinle beraber ben de şahidim” demiştir. (Âl-i İmrân 3/81)
Maide Suresi 82. ayette, Hristiyanlar içerisinde kibirlenmeyen ve araştıran bir gruptan bahsedilmektedir. Devamındaki ayette ise bu kişiler, gelenin gerçekten Allah’ın kitabı olduğuna Nebîmizi gördüklerinde, onun sözüne bakarak değil, kendisine indirildiğini söylediği kitabın içeriğini dinleyerek kanaat getirmektedirler:
Bunlar, o elçiye indirileni işittiklerinde tanıdıkları o gerçeklerden dolayı gözleri yaşarır. Derler ki “Rabbimiz! İnanıp güvendik; bizi şahitler arasına yaz. (Maide 5/83)
Ayette elçinin tebliğini dinledikten sonra şahitlik ettiklerinin belirtilmesi çok önemlidir. Bir olayın şahidi olmak demek, o olayı görmüş olmak demektir. Bir trafik kazasına şahit oldum diyen kişi kazayı gördüğünü söylemektedir. Her Müslümanın söylediği şehadet cümlesi “eşhedü” (şahitlik ediyorum) ifadesi ile başlar. Bu sebeple “eşhedü enne Muhammeden rasul’ullah” cümlesinin tam karşılığı, “görüyorum ki Muhammed Allah’ın elçisidir” şeklindedir. Bu cümleden açıkça anlaşılır ki bir kişinin Muhammed Aleyhisselam’ın elçiliğine şahit olması demek o kişinin kendi çabasıyla onun Allah’ın elçisi olduğunu görmesi demektir. O halde bugün yaşayan Müslümanlar Rasulullah’ı hiç görmedikleri halde nasıl “eşhedü” diyerek onun elçiliğine şahitlik edebilirler?
Rasulullah’ın elçi olduğunu anlamak için onu görmek yetmez. Asıl şart, onun getirdiği Kitabın Allah’a ait olduğunun görülmesidir. Ancak o durumda Muhammed Aleyhisselamın elçiliğine şahitlik edilebilir yani “eşhedü” denilebilir. Önce o kitabın Allah’tan gelen bir kitap olduğu görülmeli, “böyle bir kitabı Allah’tan başkası gönderemez” kanaatine bireysel olarak sahip olunmalıdır. İşte bu durum gerçekleştikten sonra onu tebliğ edenin Allah’ın elçisi olduğu zaten kendiliğinden ortaya çıkmış olur. Şu ayette de Rasullullah’ın gerçekten Allah’ın elçisi olduğuna şahitlik etmiş kişilerden bahsedilmektedir:
Kendilerine açık belgeler geldikten ve Allah’ın elçisinin hak olduğuna şahit olarak inanıp güvendikten sonra da âyetleri görmezlikte direnen (kâfir olan) bir topluluğu Allah hiç yola getirir mi? Allah, yanlışlar içinde olan bir topluluğu yola getirmez.(Âl-i İmrân 3/86)
Burada da rasulün Allah’ın rasulü olduğuna şahitlik edenler kendilerine bunun belgesi geldikten sonra bu kanaate varmışlardır. Ardından kafir olduklarının belirtilmesi de bu bilgilerinin kesinlik derecesini göstermektedir. Zira kafir olabilmek için gerçeklerin üzerini örtmek yani önce iman etmiş olmak gerekir.
Benzer bir durum Münafıkûn Suresi’nin ilk ayetlerinde de karşımıza çıkmaktadır:
Münafıklar (iki yüzlüler) sana geldiklerinde derler ki “Biz şahidiz (neşhedü); gerçekten sen Allah’ın elçisisin.” Allah, elbette senin kendisinin elçisi olduğunu biliyor ama Allah şahit, münafıklar kesinlikle yalancıdırlar. (Münafıkûn 63/1)
Bu ayette Muhammed Aleyhisselamın Allah’ın elçisi olduğuna yemin ederek şahitlik edenler Medine’deki Yahudilerdir. Yani üzerlerindeki, gelecek nebîye inanma ve destek olma (ısr) yükünü kendi kitaplarından dolayı bilen kişilerdir. Ayrıca bu kişiler Kur’an’ın kendi kitaplarını tasdik ettiğini görmüş olan kişilerdir. Bundan dolayı Nebîmizin Allah’ın bekledikleri elçisi olduğunu anlamışlardır. Nebimizin Allah’ın elçisi olduğu konusunda “eşhedü” diyebiliyor olmalarının sebebi bu kitap bilgisidir. Zaten devamındaki üçüncü ayette bu kişilerin iman ettikten sonra kafir oldukları belirtilmektedir. İman etmeden yani gerçekleri görmeden kafir olmaktan söz edilemez. Bu da gösteriyor ki yukarıdaki ayette geçen yalancılık durumu, şahitlik ettikleri gerçeğin gerektirdiği gibi davranmamaları ve Allah’ın elçsini bile kandırmaları sebebiyledir. Rabbimizin kendilerini “yalancı” olarak nitelendirmesinin sebebi bir sonraki ayette belirtildiği gibi bu yeminlerini insanları etkilemek için kullanıp onları mümin olduklarına inandırarak gerçeklerden saptırmalarıdır:
Bu gibi sözleri kalkan edinip Allah’ın yolundan çekilirler. Yapıp durdukları şey ne kötüdür!(Münafıkûn 63/2)
Kur’an’ın Allah’tan gelen bir kitap olduğunu anlayan cin toplulukları da bu kanaate, onu dinledikten sonra varmışlardır:
De ki “Bana şunlar vahyedildi: Cinlerin bir kısmı beni dinlemiş ve şöyle demişler: Biz hayranlık uyandıran bir Kur’an (bir söz kümesi), dinledik. Olgunlaşmanın yolunu gösteriyor. Ona inanıp güvendik; artık kimseyi Rabbimize ortak sayamayız. Rabbimiz çok yücedir; ne bir eş ne de bir çocuk edinmiştir.(Cinn 72/1-4)
Hatta aynı cin topluluğu, dinledikleri şeyin ancak kendinden önceki kitapları tasdik ettiğini görünce gerçekleri söyleyip doğru yolu gösteren Allah’ın kitabı olduğuna, Allah’a çağırdığına kanaat getirmişlerdir. Yani onu okuyanın kimliğine değil, okunanın içeriğine odaklanmışlar ve bu sayede bir sonuca varmışlardır:
Bir gün, cinlerden bir kaçını Kur’an’ı dinlesinler diye sana yönlendirmiştik. Onu dinlerken birbirlerine: “Susun” dediler. Okuma bitince uyarmak için topluluklarına geri döndüler. “Ey Halkımız! Musa’dan sonra indirilmiş bir kitap dinledik. Kendinden önceki kitapları da tasdik ediyor. Gerçekleri ve doğru yolu gösteriyor.” “Ey halkımız! Allah’a çağıran kişiye olumlu cevap verin ve ona inanıp güvenin ki Allah, günahlarınızı bağışlasın; sizi acıklı bir azaptan korusun.” “Ama kim, Allah’a çağıran kişiye olumlu cevap vermezse bu topraklarda onun elinden kurtulamaz. Allah ile arasına girecek dostları da olmaz. Böyleleri açık bir sapıklık içindedirler.” (Ahkaf 46/29-32)
Devam edecek
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), Gazze'de işlenen savaş suçları nedeniyle İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski…
Bu video bize BELAM başlığı ile gönderildi. BEL’AM için Diyanet İslam Ansiklopedisine baktığımızda şu açıklamayı…
Seçilmiş Cumhurbaşkanımızın katıldığı merasimden sonra bir gurup teğmenin sonradan korsan yeminle Mustafa Kemal’in askerleriyiz diyerek…
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi’nde alınan kararla su fiyatlarına %17,5 zam yapıldı ve her ay…
İstanbul' da Şiddetli lodos, Marmara Bölgesi'nde deniz ulaşımını sekteye uğratmaya devam ediyor. İstanbul, Bursa ve…
Ebu Cehil deistti, diğer Mekkeli müşrikler de deistti, Allah’ın varlığına inanıyorlardı ama Hz. Muhammed’in Allah’ın…