İslam’ın özü, insanın ruhunun uyanışını sağlaması ve insanı ruh vasıtası ile ulûhiyet ile buluşturarak onu sonsuzluğa taşıyacak adımları atabilmesinin yolunu döşemesidir. Vahiy, bu ruhun uyanışını gerçekleştirecek ilkeleri ve düşünme parametrelerini sunan bir ilahi inayeti temsil eder. Bu da bize ruhun uyanışını sağlayacak olan şeyin; ruhun kendi otantik yapısı üzerinden tanımlanabilme imkânıdır. Vahiy dışında ruhun kavranışının çok az oluşuna yapılan vurguyu da dikkate aldığımızda vahyin bilgisi, anlamı ve değeri çok daha fazla öne çıkarılması gereken bir olguya dönüşür.
Kuran’ı anlamak her zaman yeni sorunları beraberinde taşımıştır. Fakat bu sorunlar Kuran merkezli sorunlar olmaktan çok, karşılaşılan sorunların vahiy dışı karakterinin vahye yönelik bir tanımlama aracı kılınmasına matuftur. İster felsefi sorunlar olsun, ister tahrif olmuş dinlerin arta kalan kültürlerin taşıdığı yeni sorunlar olsun fark etmiyor. Çünkü vahiy, kendi mesailini kendisi belirliyor ve cevaplarını da açık bir şekilde örneklemler aracılığı ile bildiriyor. Uygulamalarına yönelik Resulün temsiliyet’i tartışılmaz bir gerçeklik olarak orada durması, meseleyi açık kılıyor.
Modern düşünce ve bilginin Kuran’ı anlamada yeni bir bakış sunması ve buna yönelik arayışlar, tarihteki arayışları hatırlatacak özelliğe sahiptir. Benzer bir sorunu çağdaş bilgi ve düşüncenin ürettiği sorunlara yönelik vahyin sunduğu bilgiden hareketle çözme arayışlarında gözlemliyoruz. İki ayrı dünya görüşünün hem meseleleri farklı, hem çözüm arayışlarının yöntemleri farklıdır. Bu fark görülmeden sorunu konuşmak imkânsıza dönüşüyor.
Kuran’ı anlamada tarihsellik veya evrensellik kavramları modern kültürün ürettiği kavramlar üzerinden anlama çabalarına denk düşmektedir. Her iki kavramın da ciddi bir şekilde analizi gerçekleştirilmeden, ortaya çıkardığı sorunları dikkate almadan kabul ve reddi anlamlı değildir.
Ama bilinmelidir ki bu iki kavramlaştırmanın Kuran’ı anlamada veya hermenötik bakışın Kuran’ı yorumlamada baskın karaktere dönüşmesi birçok ciddi sorunu beraberinde getirmektedir. Örneğin, ‘Halkul Kuran’ meselesinin arka planını görmeden akıl ve vahiy ilişkisinin felsefi tutumla ilişkisi hesaba katılmadan tartışılması ciddi sorunlar oluşturmaktadır.
Kuran’ın akla yönelik çağrıları ile felsefi akıl arasındaki mahiyet farkını kavrama konusunda sorun yaşayanların Kuran’ı anlamada kendilerini yeterli saymaları başka sorunları beraberinde taşımaktadır. Eğer Kuran tarihsel ise namaz, oruç ve benzeri birçok ibadetin de tarihselliği tartışılabilir ve bunun yerine yeni öneriler getirilebilir. Veya evrensel bir bakış üzerinden okunduğunda ise bu sefer her yerde aynı şekilde geçerli olduğu tezi ile değişimi ortadan kaldıran bir bakış üzerinden de dinamikliğini kaybetmiş ve yeni sorunların kapısını aralayan bir zemine işaret olacaktır.
Meseleyi derinliğine ele aldığımızda ise Kuran’ın yorumunun kendine has bir usulü olduğu açığa çıkar. Bunu en iyi modelleyen ise Resuldür. Dolayısı ile Kuran’ın yorumlanmasını sistematik bir düşünce üzerinden hareketle yorumlamak yerine mevzii bir durumu dikkate alan ve her yeni durumu da gözeten, sürekli temel ilkeleri üzerinden hareketle bu yeni durumu yorumlamaya çalışmaktır.
Bu ilkeler, üzerinde ittifak edilen ilkelerdir: Örneğin; insanın yaratılmışlığı, imtihanı ve sorumluluğu temel ilkelerdir. Buna ek olarak insana verilecek mükâfat ve ceza da tartışma kabul etmez. Ayrıca ölüm gerçeği ve ahiret vurgusu… Allah’ın yoktan yaratması, tevhit ilkesi ve mutlak güç sahibi oluşu gibi…
Toplumsal zeminde ise adalet, hakkaniyet ve ehliyet ile bireysel zeminde ise kişinin hür iradesi ile sorumluluğunu üstlenmesidir.
İşte Kuran’ı yeniden yorumlarken veya eski yorumları değerlendirirken bu temel ölçüleri dikkate alarak değerlendirmeliyiz…
Vahyin anlaşılması ancak kendine has bir yöntemle gerçekleşebileceğini bilmeliyiz. Bu yöntemin tarihsel süreç içinde farklı yaklaşımlara kaynaklık ettiği gerçeğini dikkate almalıyız. Ama farklı yaklaşımları aşan bir bakışın izlerinin temellerini ve nesnelliğini de dikkatten kaçırmadan anlamaya yönelmeliyiz. Yoksa tarih ile güncel arasında sıkışıp kalırız. Bu da bugünün Müslümanları için en büyük handikap olacaktır.
Geleneğin veya bugünün değerlendirilmesine bir usul ile başlamak kaçınılmaz olmalıdır. Bu usül tarihsel bir sürekliliğe ve yenilenmeye de açık olmalıdır. Gelenek her zaman arı duru olmadığı gibi bugünün bakışı da kirli değil denilemez… Burada hakikat arayışı ve sadece hakikate ulaşma niyeti esas olmalıdır.
Selam ve dua ile…
Abdulaziz Tantik