Türkiye’nin pek çok kentinden Edirne’ye gelen mültecilerin Yunanistan sınırından Avrupa’ya geçmek için verdiği mücadele devam ediyor. Mültecilerin geçişlerine izin vermeyen Yunan polisleri, ateş açarak durdurmaya çalışıyor. Mültecilere işkence uygulayan Yunan güçlerine destek Avrupalı ırkçılardan geldi. Sınırı geçmek isteyen mültecilere karşı orantısız güç kullanan Yunan güçlerine, ırkçılar da katıldı. Mültecileri ülkelerinde istemeyen ırkçı grup, Yunan sınırına gelerek nöbet tutmaya başladı.
Küresel Göç, Batı’nın Irkçılığını Gün Yüzüne Çıkarttı
İlk insandan bu yana değişmeyen bazı olgulardan birisi de insanların değişik sebeplerden ötürü başka diyarlara göç etmeleridir. Gerek ferdî, gerekse kitlesel olarak bir yerlerden bir yerlere hareket etmek zorunda olan insanlar, bu hareketlilikten kaynaklanan çeşitli sonuçlarla karşı karşıya kalmıştır. Modern dünyamızda da göç, insanlar için kaçınılmaz bir gerçek hâline gelmiştir. İnsanlar, bugün de çoğu zaman kitleler halinde bulundukları yerlerdeki olumsuz şartlardan kurtulma ve yeni yerin avantajlarına sahip olma açılarından göçe sarılmaktadır.
Göç olgusunun özünü oluşturan bu “bir yerden bir yere hareket” eylemi, göçü, sosyal, ekonomik, kültürel, siyasî, coğrafî ve diğer birçok açıdan ele almayı zorunlu kılmaktadır. Bundan dolayı olsa gerek, temel olarak göç, “belirli zaman veya mekândaki hareketlilik” anlamına gelebilse de, farklı açılardan farklı tariflere maruz kalabilmiş; sosyologlar, ekonomistler, antropologlar, coğrafyacılar ve diğer bazı çevrelerce ele alınmıştır.
Göçün diğer alanlarla olan ilişkisi yanında, sosyoloji ile ilişkisi de söz konusudur. Daha doğrusu göç alan ülkelerde yaşayan yerli insanların göçmenlere karşı tutum ve davranışları, sosyolojik yönden araştırmaya değer bir alandır. Göç alan veya almak zorunda olan bir ülkenin insanları, göçmenlere karşı takındığı tavır, bu bağlamda önemlidir. Bazı ülke insanları, göçmenlerin içinde bulundukları kötü şartları bildikleri için, onlarla empati kurmanın ötesinde onlara ellerinden geldiği kadar yardımcı olma becerisini gösterebilmektedir.
Ama ne var ki tam tersine bazı yerli insanlar, kendileri refah içinde yaşadığı halde, yabancı olarak bildikleri göçmenlere karşı hasmane bir tutum sergilemenin ötesinde onları kendi ülkelerinden kovmak veya daha baştan kendi ülkelerine girmelerini engellemek için akla gelebilecek her türlü engelleyici tutum ve davranışlarda bulunabilmektedir. İnsanlık medeniyetini inşa ettiği iddiası ile övünen ve kendini Avrupa demokrasisinin beşiği ve merkezi olarak gören Yunanistan’ın ağırlıklı olarak Müslüman göçmenlere yönelik olarak uyguladığı insanlık dışı ve şiddet içerikli devlet politikasının karşısında AB ülkelerinin susması, gayri ihtiyari olarak buna destek anlamına gelir.
Yetmedi, Yunan ırkçılar ile birlikte Avrupalı ırkçılar birlikte hareket edip, Yunan Devletinin bu vahşî göçmen politikasına destek vermek için yollara düşmüş durumdadır. Aslında burada demokratik hukuk devleti görünümlü bazı Avrupa devletlerinin yabancılara karşı ırkçı bir politika güttüğü ortaya çıkmaktadır. Irkçıların de tam da bu sebepten dolayı bu göçmen politikasına destek vermek için harekete geçmiş durumdadır. Irkçılık, fıtrattan uzaklaşmış Batı insanın zihninde zaten hep var olan bir düşünce yapısıdır. Ancak bu zihinsel ırkçılık düşüncesi, özellikle olağanüstü durumlarda daha belirgin hâle gelmektedir.
Göç Dalgaları Kimin Irkçı Kimin İnsancıl Olduğunu Gösterdi
Küresel göç olayları dahî hangi ülke insanlarının ırkçılığa daha yatkın olduğunu gösterecek kadar önemli bir olgudur. Bilindiği gibi ırkçılık, kalıt (miras) yoluyla edinilen belirli fizikî hususiyetleri paylaşan bir topluluğa, daha çok önyargılı bir biçimde üstün olma veya aşağıda olma niteliklerinin yüklenmesidir. Irkçılık, belli bir ırkın, tabiî ve fıtrî zekâ üstünlüğünü öne süren ve bundan dolayı da, çoğu zaman başka toplumlara medeniyet götürme bahanesiyle diğer ırklar üzerinde hâkimiyet kurma ve sömürme hakkının kendi ırkında bulunduğunu iddia eden bir görüştür.
Aslında bu bağlamda Avrupa ülkelerinin geçmişte başka ülkeleri sömürme maksatlı emperyalist işgaller, ırkçı bir saikle gerçekleşmiştir. Ancak zamanında sömürdükleri insanların bu sefer kendi ülkelerine göç etmelerine karşı çıkmaları da yine ırkçılığa dayanmaktadır. Çünkü ırkçı zihniyet, kendilerinden olmayan insanlara yardımcı olmaktan ziyade onlardan sadece ekonomik yönden faydalanmak ister. Zaten ırkçılık düşüncesinin kaynağı da kendileri değil midir? Irkçılık, bir sosyal teori olarak 19. yüzyılda ortaya çıkan, fikrî kaynağını (Sosyal) Darvinizm ve Öjenik “bilim”inden almadı mı? Irkçı Avrupa, dünyada toplumlar arasındaki birliği ve sosyal dayanışmayı yok etmedi mi, zulüm ve kendi ırkından olmayan insanların emeğini sömürmedi mi?
Irkçılığın olumsuz sonuçları, ülkelerin siyasî, ekonomik ve sosyal yapısına göre farklı farklı olmaktadır. Sosyal çözülmelere yol açabileceği gibi terörizmin ve toplumsal şiddetin de ortaya çıkmasına sebebiyet vermektedir. Irkçılığın yaygınlaşması ile anti-demokratik gelişmeler yaygınlaşabileceği gibi sosyal adalet ve ırklar arası sosyal dayanışma duygusu zedelenmektedir. Irka dayalı sosyal tecrit ve ayrımcılık, bir insanlık ayıbı olduğu için, şahsî, sosyal ve siyasî hakların tanınmasında insanlar arasında ırk farklılığına dayalı ayırım gözeten göçmen politikalarından ve uygulamalarından uzak kalmak gerekmektedir. Ama Yunanistan tam tersini yapıyor.
Anti Irkçı ve Göçmen Dostu Sosyal Politikalara İhtiyacımız Var
Türkiye, göçmenlere yardımda bulunma konusunda dünyada örnek bir ülke konuma gelebilmiştir. Türkiye, bu alanda öncü konuma geldiğine göre, göçmen dostu sosyal politika konseptini de geliştirmeli ve uygulanması için bütün dünyaya tanıtmalıdır. Buna göre göçmen politikasının temel esasları, ırk farklılığını temel alan bütün ayrımcı uygulamalar yerine bütün etnik ve ırkî grupların sosyal barış içinde birlikte yaşayabilecekleri toplumsal içerme ve bütünleşme politikalarına dayanmalıdır.
Bununla birlikte ırkçılığa yol açan bütün zihnî düşüncelerle mücadele edilmelidir. Bu bağlamda mikro boyutuyla ırkçılık unsurları asabiyet virüsüdür. Asabiyet, mahiyet itibariyle “sinirlilik” anlamına gelse de psiko-sosyal ve sosyolojik boyutuyla kişilerin kan bağı bulunan akrabalarını aşırı derecede yani kayıtsız şartsız olarak koruması ve kayırmasıdır. Bu koruma, kollama veya dayanışma aralarında fikrî, siyasî, etnik, cinsel ve(ya) ideolojik yakınlık bulunanların arasında da görülebilmektedir. Avrupa, bu anlamda kendi içinde asabiyet politikası uygulayarak, ırkçılığı âdeta körüklemektedir.
Her ne kadar asabiyet duygusu, kişinin korunduğu bir gruba bağlı olduğunun şuurunu ve sorumluluk heyecanını veriyorsa da netice itibariyle bölgesel kavmiyetçiliğe (menfî milliyetçiliğe) de yol açmaktadır. AB, asabiyet yaklaşımlarıyla kendi içinde bir dayanışmada bulunurken, dışarıya karşı ırkçılık ideolojisine dayanan insanlık dışı bir göçmen politikası izlemektedir.
Araplar, cahiliye kültüründe iken, akrabalarını ya da kabile menfaatlerini korumak, sosyal ve siyasî güç elde edebilmek için, kısaca, “zalim de olsa, mazlum da olsa, kardeşine yardım et” biçiminde açıklanabilecek ilkel dayanışma ruhu ile hareket etmiştir. AB ülkeleri, bugün cahil Arapların güttüğü politikayı tâkip etmektedir.
Halbuki örnek alınması gereken İslâm’ın evrensel insanlık mesajıdır. Şöyle ki İslâm’ın benimsediği göçmen dostu sosyal siyaseti, inananlar arasında manevî ve sosyal dayanışmayı teşvik ederken, başka toplulukların mal, can, ırz güvenliklerini ve diğer hak ve menfaatlerini de korumayı ön görmekte ve hangi dinden/ırktan olursa olsun göçmenlere karşı şiddete başvurarak üstünlük sağlamayı reddetmiştir. Bir kimsenin haksız olmasına rağmen, sırf nesebe veya sebebe bağlı olarak kendisine yardımcı olunmasını onaylamayan İslâm, haksız tarafın karşısında olmayı, adalet ve hakkaniyetten yana tavır konulmasını emretmektedir. Irkçılıktan kurtulmanın tek çaresi İslâm’dır.
Prof. Dr. Ali SEYYAR
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi