Son günlerde Fransa, İsveç, Norveç, Hollanda, Karadağ gibi Avrupa ülkelerinde İslâm düşmanlığının yeniden hortlatılması, içerde ise ‘şeyh’ kılıklı bir sapığın bir kız çocuğuna tacizi üzerinden başlatılan İslâm karşıtı kampanyalar zamanlamaları ve paralellikleri itibariyle oldukça manidar görünüyorlar.
İsveç ve Norveç’te Kur’ân-ı Kerîm yakılması, yırtılması, Fransa’da Charlie Hebdo dergisinde kutlu Peygamberimiz Hz. Muhammed’e (s.a) hakaret içeren karikatürlerin tekrar yayınlanması, Hollandalı bir ırkçı milletvekilinin “Hollanda’da İslâm Dini yasaklanmalı” çağrısı vb. gelişmeler Avrupa’da “İslamofobik” hissiyatın artık “İslâm düşmanlığı”na dönüştüğünün göstergeleri olarak okunmalıdır.
Bu olayların tam da Doğu Akdeniz’de Türkiye’ye karşı Yunanistan’ı desteklemenin ötesinde kışkırtan Fransa, Almanya, İtalya ve Siyonist işgal rejimi İsrail ile işbirlikçileri Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin bir tür yeni tip “Haçlı İttifakı” oluşturma gayretleriyle aynı zamanlarda gerçekleşmesi bir tesadüf olamaz.
Avrupa’da Haçlı Seferleri’nden günümüze kadar kesintisiz olarak devam eden kadim “haçlı” refleksinden beslenen “İslâm düşmanlığı”nın zaman zaman ve şimdilerde tekrar ısıtılıp harekete geçirilmesi anlaşılabilir bir şeydir. Hatta bu tür gelişmelerin, Müslümanların dostlarını ve düşmanlarını tanımaları ve ümmet kimliğini kuşanmaları bakımından hatırlatıcı işlevi olumlu da görülebilir. Dahası, insaflı ve tarafsız davranabilen kişilerin bu düşmanlıklara tepki gösterip İslâm’ı tanıma meraklarını tetiklemesinin yararından da söz edilebilir. Mesela, Avrupa’da Kur’ân yakma provokasyonlarına karşı bir Hıristiyan hanımefendinin “Kur’ân-ı Kerim’i öpme” kampanyası başlatması ve bir İtalyan milletvekilinin kız kardeşinin Müslüman olup tesettüre girmesi gibi haberler bu tetiklemenin göstergeleri olarak okunabilir. Nitekim, yıldönümü yaklaşan mahut 11 Eylül olayı (ABD’de ikiz kulelere yönelik meşkûk uçak saldırısı) sonrasında “İslâmî terör” kavramını maksatlı olarak kullanmak suretiyle İslâm ve Müslümanlar aleyhinde başlatılan küresel ölçekli şer kampanya döneminde de Kur’ân’ı ve İslâm’ı tanıma merakı artmış ve ‘Hak şerleri hayreyler’ fehvasınca şer planlar -Allah’ın izni ile- İslâm’ın lehine dönmüştü.
İçeride ise şeytani algı operasyonları, insanları, dinden/İslam’dan, Kur’ân’dan ve İslâm’ı temsil konumunda olan kişi ve kurumlardan uzaklaştırma, soğutma ve nihayet nefret ettirme ile sonuçlanacak tarzda sinsice yürütülüyor. Genellikle ismi-cismi, kılığı-kıyafeti ve görüntüsü ile güya İslâm’ı temsil ettiği izlenimi verilen bir sahte şeyh, sahte hoca hatta bazen bir sahte peygamber bulunuyor, yoksa üretiliyor (28 Şubat sürecinde ekranlara ve manşetlere taşınan şeyh bozuntuları ile ‘mağdure’ kadınları hatırlayın); sonra onların dinle-imanla, İslâm’la, insanlıkla bağdaşmayan iğrenç ilişkileri, cürümleri veya saçma sapan sözleri ustaca (!) ‘yakalanıyor’ ve bunlar üzerinden ortalık toza-dumana boğuluyor: Adeta “İşte Müslümanlık bu!” “İşte dindarlar/hocalar böyle!” deniliyor. Böylece İslâm ve Müslümanlar etrafında korkunç bir önyargı duvarı örülüyor ve bu duvar ha bire kalınlaştırılıyor, yükseltiliyor; insanlarla ve özellikle yeni nesillerle “Müslüman” kimliği arasındaki mesafe artırılıyor. Dahası İslâm’ı ve Müslümanlığı doğru anlatmakla görevli olanlar bile “dinden-imandan”, İslâm’dan söz etmeye utanır hale getiriliyor, dolaylı olarak pasifize ediliyor, bazıları da içe yönelik suçlama ve tekfir anaforuna çekiliyor. İşin ilginç yanıysa, İslâmî camianın yazar-çizerleri, ilim-fikir insanları ve kanaat önderleri neredeyse koro halinde kamuoyundan ‘dindarlar adına’ özür dilemeye zorlanıyor! Sanki dindarlar bu sahtekâr sapıkları savunuyormuş veya bunların iğrenç cürümlerini örtbas etmek istiyorlarmış gibi suçlanıyor. Böylece bir yandan dindarlar psikolojik baskı altına alınırken, diğer yandan Aziz İslâm’ın itibarı sarsılmak isteniyor…
İmdi, son yıllarda yeniden tarihin öznesi olma yolunda ilerleyen İslâm’ı ve Müslümanları durdurmaya yönelik bu yeni tip haçlı ittifakına ve dahili provokasyonlara karşı çok dikkatli olunmalı, enerjimizi kendi içimizde tüketmemeli, gündemlerimizi başkalarının belirlemesine izin vermemeli ve kısır döngüye girmeden bütün gücümüzle İslâm’ın gür sedasını asrın idrakine haykırmaya devam etmeliyiz. İslâm’ı bütün güzellikleriyle hayata ve hayatımıza yansıtmaya gayret ederken, Kur’ân ve Sünnet’le bağdaşmayan fikri ve fiili sapkınlıkları da hassasiyetle ve kararlılıkla mahkûm ve tasfiye etmeliyiz.
Bilmeliyiz ki, bu tür sapkınlıklara karşı en kestirme çözüm; İmam Hatip müfredatını düzenleyip bütün okullarımızda okutarak, insanlarımızın İslâm hakkında doğru bilgilenmelerini sağlamaktır, vesselâm.
Abdullah YILDIZ