“Küreselleşme” dendiğinde akla piyasa kapitalizminin geliyor olması boşuna değildir. Sebebi açık: İki rakibi faşizm ve komünizmden artık söz edilmiyor. Ortada söz konusu olan küreselleşme (Arapça avlamiyye) ve kapitalizmin el ele gezegen üzerinde hegemonya kurmuş oldukları vakıadır.
Küresel kapitalizm, geniş kitlelere yaptığı vaadlerin hiçbirini gerçekleştiremedi, aksine sorunların daha da derinleşip büyümesine yol açtı. 20. Yüzyılın son on yılından başlamak üzere ekonomilerin kaydedeceği gelişmeye paralel zenginliğin de yeryüzünün genelinde aratacağı, refahın tabana yayılacağı vaadediliyordu. Bunun için gümrüklerin kaldırılması, ticaretin serbest olması gerekirdi ki, bunun sağlanmasının yolu demokrasiden geçiyordu. Demokrasi sadece özgürlük değil, refahın da teminatıydı. Bu vaadlerin yüzyl boyunca otoriter yönetimler altında bunalmış kitlelere cazip gelmemesi düşünülemezdi.
Aslında 21. Yüzyıl ve “mutlu gelecek zamanlar” olarak vaad edilen şey Yahudi ve Hıristiyanların beklediği “Mesih’in çağı” ya da devrimlerle gerçekleşeceği kehanetinde bulunan Karl Marx’ın ezenin-ezilenin olmadığı, tüm çelişkilerin ortadan kalktığı “komün toplum”un seküler ifadesiydi. Ama bu bize hiç de yabancı değildi, geçmişte kendi kaynaklarıyla kendine yeten, bugün ise Afrika’da süren yoksulluğu ve açlık tehdidini ortaya çıkaran şeyin aynısıydı.
Ricardo’nun teorisinden hareketle, her bir ülke veya coğraya parçasında yaşayan toplumlar, başarılı olduğu ürünü üretip sadece bunun üzerinde yoğunlaşırlarsa, başarılı olmadığı ürünleri serbest piyasadan tedarik edebilirlerdi.
İnsan herşeyi üretemez, tarihin ve coğrafyanın ona sundukları var. Fakat zaman içinde yılda onlarca ürünü yetiştiren bir ülke bir iki ürüne mahkum edildiğinde, diğer ürünlerin tedarikinde ciddi sorunlarla karşı karşıya geldi, derken piyasayı belirleyen aktör olmadığından, belirleyen aktörlerin (sömürgeciler) düzenlediği piyasaya mahkum oldu. Bununla da kalmadı, halk bir zaman sonra geleneksel ürünlerini üretme yetisini ve bilgisini de kaybetti, toprak kendi haline terkedilip çoraklaştı.
Milli devletlere sınırlar çizilince özgürce ot bulabildiği yerlere gidebilen hayvanlar daracık alanlara mahkum edildi, bu da tarım yanında hayvancılığın da ölmesine yol açtı.
Bütün bunlar sömürgeci Avrupa’nın marifetiydi. Bir iki ürünle sınırlandırılan ülke ürettiğini kendi gücüyle dünya piyasalarına sunma imkanı olmadığından, tabiatıyla ürünün sadece pazarlanması ve satışı değil, ürtemi de sömürgecilerin eline geçecekti, öyle de oldu.
Mesela Türkiye, tütün üretiminin en yüksek olduğu ülkelerin başında gelir. Tütün üretebilen bir ülkenin yerli sigara üretememesi düşünülemez. Nitekim çeşitli marka sigaralar üretti de. Samsun, Yenice, Bahar, Yeni Harman, Bafra, Birinci. Bitlis, Maltapa, Tekel 2000 vd. Hiç ilgisi olmadığı halde Ricardo’nun mukayeseli üstünlükler teorisi hortlatıılıp tütün ekimine ve sigara üretimine küresel kriterlere göre düzenleme getirildi, tütün üretiminin ve sigara içiminin en yüksek olduğu ülkelerin başında gelen Türkiye piyasasını yabancı sigara markaları istila etti. Yine Türkiye bir zamanlar dünyada gıda ve hayvancılık üretiminde kendi kendine yeten sayılı birkaç ülkeden biri iken, söz konusu küresel konsept dolayısıyla saman ithal etmek zorunda kalan ülke durumuna düştü.
Sonuç itibariyle zenginlik olabildiğince arttı ama refah tabana yayılmadı küçücük bir azınlık dünya kaynaklarının ana gövdesini eline geçirdi. Gümrükler zayıflatıldı bundan küçük ülkeler değil, büyük kapitalist şirketler, büyük ülkeler istifade etti. Söz konusu düzenlemeleri yapan ulusal/milli küçük bir grup (siyasetçi-bürokrat) da bundan tabii ki yararlandı.
Bu arada demokrasi de gelişmedi, küresel güçlerin taleplerine göre ülkelerini yöneten tiranlar, yarı tiranlar, popülist milliyetçi liderler kontrolü ele geçirdi. Fakat bu populist, cahil ve muhteris siyasetçilerin demokrasiyi yozlaştırmalarına ve milliyetçi ideolojillerin güç kazanmasına sebep oldu. Popülizm ve milliyetçilik sadece demokrasileri değil, siyasetin kendisini tehdit eden iki büyük musibettir.
Çağlar boyu ezilen, dışlanan geniş kitlelerin, yanlış küreselleşmenin dayattığı ortak norm ve emredici araçlarla bir kere daha çarkın en sıkışık yerinde ezilmeleye maruz kalmaları ve care olarak popilst siyasetçilere ve milliyetçi ideolojilere sarılmaları zamanımızın en büyük trajedisidir.
ALİ NALBANTOĞLU
MİRATHABER.COM -YOUTUBE-