Kur’an’da mesajların, ya doğrudan; ya da kıssalar, darb-ı meseller ve bazı hatırlatmalar üzerinden verildiği görülür. Kureyş suresi de hatırlatma ile ilgili surelerden biridir ve öncelikle Kureyş’e, sonra da bize verilmek istenen önemli mesajları ihtiva etmektedir. Surede şöyle denilmektedir:
“Madam ki (Allah),Kureyş’in yaptığı anlaşma ile, onların kış ve yaz yolculuklarını güvenle yapmalarını sağlamıştır, o halde onlar, kendilerini aç iken doyuran ve her türlü korkudan güvende kılan, Beyt/Ev’in Rabbine ibadet etsinler.”[1]
Kureyş, bilindiği gibi Hz. Peygamber’in mensup olduğu kabilenin adıdır. Surede geçen “îlâf” sözcüğü ise, alıştırma, ısındırma, ahid, antlaşma, ülfet gibi anlamlara gelmekte;[2] ekonomik faaliyetler için ifade edildiğinde ise ahd, himaye, koruma, güvence, emniyet beratı ve güvenlik garantisi anlamlarında kullanıldığı görülmektedir.[3]
Tefsirlerde genellikle “îlâf” ile ilgili dilbilimsel açıklamalara yer verildiği, buna karşılık ayetin sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik bağlamı ile ilgili yeterli bilgilere yer verilmediği, verilen bilgilerin ise ayetlerin maksadını açıkça ifade edecek bir niteliğe sahip olmadıkları, bazı tefsirlerde verilen bilgilerin ise konuyu yeterince açıklamaktan uzak olduğu görülmektedir. Konuyu özü itibariyle ele alıp bu kavrama açık ve net bir tanımın yapıldığı ilk kaynak ise Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi’dir. Nitekim bu ansiklopediye “îlâf” maddesini yazan Muhammed Hamidullah, bu sözcüğü “İslâm öncesi dönemde Kureyş kabilesinin bazı kabile ve ülkelerle yaptığı ticaret anlaşmalarını, bu maksatla verilen serbest dolaşım iznini ifade eden bir terim”[4] olarak tanımlamıştır.
Mekke’nin ekonomik hayatının ticarete dayalı olduğu ve bu nedenle de ticarî faaliyetlerin insan hayatı içinde çok önemli bir yerinin bulunduğu bilinmektedir. Nitekim gerek Kur’ân’da yer alan bilgilerden, gerekse bize kadar intikal eden rivayetlerden, ticaretin Mekkeliler için ne kadar önemli olduğu anlaşılmaktadır. Hac ve Umre esnasındaki ticarî faaliyetler, ticaret amacıyla yapılan yaz ve kış dönemlerinde yapılan seyahatler ve bu faaliyetler için geliştirildiği bilinen “nesî” anlayışı,[5] özellikle açlık korkusuna yapılan atıflar, Mekkeliler için ekonomik hayatın ne denli önemli olduğunu ortaya koymaktadır. Zira ticarî faaliyetler, Mekkeliler için hayatî bir öneme sahipti. Çünkü başka gelir kaynakları yoktu. Tarımın olmadığı bir yörede, geriye ya ticaret ya da avcılık yapmak kalıyordu. Avcılığın getirisi sınırlıydı ve bu nedenle de en iyi kazanç yolu ticaretti. Bunun için de ticaret, en iyi geçim yolu olmuştu.
Mekkeli’ler için bir diğer özellik de “mürüvvet sahibi” olabilmekti. Kökü itibariyle “erkeklik” anlamına gelen mürüvvet, cesur, dayanıklı ve kanaatkâr, topluluğuna ve sosyal görevlerine sadık, cömert ve konuksever olmak demekti.[6] Ticaretle uğraşan her Mekkeli, bu özelliklere sahip bir insan olmayı arzu ederdi. Bu nedenle de ticarette başarılı olmak zorunda olduğunu düşünür, şayet başarısız olursa kendini “mürüvvetsiz” hissederdi. Şayet bir kişi, ticari faaliyetlerinde başarısız olursa, mürüvvetsiz olarak yaşamaktansa, Mekke’yi terk ederek çöle gitmeyi ve orada ölümü beklemeyi daha onurlu bir davranış olarak görürdü.
Bu davranışa da Mekkeliler “i’tifad” derlerdi. Hz. Peygamber’in dedelerinden Haşim b. Abdülmenaf,, kendi döneminde Benu Mahzûm Kabilesinden biri i’tifada kalkışınca, Kureyş’i toplayarak onlara “Ey Kureyş kudret bereketle birlikte bulunur. Siz Arapların en zenginleri ve en kudretlileri idiniz. Ancak i’tifad çoğunuzun başını yedi” diyerek kendilerinden varlıklı olanlar ile yoksul olanların birlikte hareket etmelerini ve ekonomik gücü olanla emek gücü olanın ortaklık yapmalarını önerdi.[7] Öyle anlaşılıyor ki kendi aralarında kurulan bu ortaklık sayesinde güçlenen Mekkeliler, zamanla diğer kabileler ve ülkelerle ticaret yapmak için teşebbüslerde bulunmuşlar ve yapılan anlaşmalarla bazı ticari imtiyazlar elde etmişler ve saldırmazlık anlaşmaları imzalamışlardır.[8]
Îlâfın kavramsal ve terimsel anlamlarından, Haşim döneminde oluşturulan ortaklıkların kuruluş aşamasında, birbirinden hoşlanan veya birbirine ısınan ve birbirlerini seven kısaca kafa dengi kişilerin ortaklık kurmuş olmalarına atıfla bu oluşuma îlâf denilmiş olacağını; bu tanımın daha sonra kabileler ve ülkelerle yapılan ticari anlaşmalar ve sözleşmeler için de kullanılmaya başlandığını anlıyoruz.
Bu nedenledir ki Allah Teâlâ “Kureyş’in îlâf”ı sözüyle, Hz. Muhammed’in peygamberliğine ve İslâm’a inanmada direnen, şirkte ısrar eden Kureyşlilere, hac ve umre sayesinde elde ettikleri konum, karizma ve kazançlarını hatırlatarak, Kabe’nin Rabbine kulluk etmelerini istemektedir. Zira Kureyş’in ileri gelenlerinin, Hz. Muhammed’in İslâm’a yaptığı daveti, sırf kendi çıkarlarına zarar vereceği endişesiyle tehlikeli buldukları, dolayısıyla da İslâm’a karşı çıktıkları anlaşılıyor. Allah Teâlâ da onlara İslâm’a karşı çıkmamalarını, zira sahip oldukları itibar ve elde etikleri kazancın Kabe sayesinde olduğunu, bu nedenle de putlara değil, Kabe’nin Rabbine kulluk etmeleri gerektiğini hatırlatıyor.
Kureyş’e verilen bu mesajın bize bakan yönünü ise merhum Emin Işık Hoca şöyle açıklıyor:
“Ülfet kökünden karşılıklı iyi ilişkiler demek olan “îlâf” kelimesi ünsiyet, dostluk, iyi geçim anlaşıp uzlaşma, kaynaşma, dayanışma ve yardımlaşma manalarına gelir. Başka yerlerde, özellikle “Tin” süresinde, Mekke’den güvenli şehir anlamına “Beled-i emin” diye söz edilirken bu surede “îlâf” kelimesinin Mekke’ye değil de doğrudan Kureyş’e izafe edildiği görülüyor. Bunun birinci sebebi, söz konusu barış ve güvenliğin, doğrudan doğruya şehirde yaşayan insan unsuru ile ilgili olmasıdır. Şehre izafe edilmesi halinde, bu husus, sırf Mekke’ye mahsus sabit ve değişmez bir özellik sanılabilirdi. Böyle sanılmasın ve Kureyş’e benzeyen bütün toplumlar için geçerli bir özellik şeklinde anlaşılsın diye bu ifade tarzı tercih edilmiş olabilir.
Surede “îlâf” kelimesinin iki defa tekrar edildiği görülmektedir. İlk bakışta manayı te’kid ediyor (pekiştiriyor) gibi görünen bu tekrarda da bazı incelikler bulunmaktadır. Sezildiği kadarıyla Kureyş ismine izafe edilen “îlâf” Kureyş’in kendi içindeki güven ve kaynaşmaya, yani kabile içi barışın önemine dikkat çekmektedir. İkinci “îlâf” ise yolculuk (rihle) karinesinden de kolayca anlaşılacağı gibi, Kureyş’in civar aşiretler ve komşu ülkelerle olan dostluğuna ve bunun önemine işaret etmektedir.
Ekonomik hayat tarzı ne olursa olsun, ülke içi barışın bütün toplumlar için aynı derecede önem taşıdığı muhakkaktır. Ancak ekonomik hayatları yalnızca dış ticarete bağlı Kureyş ve benzeri toplumlar için komşu ülkelerle olan barışın hayati önem taşıdığı (da) gözden uzak tutulmamalıdır.”[9]
Sonuç olarak, ‘Kureyş’in îlâf’ı üzerinden bize söylenen ve bizim de anlamamız gereken mesaj; sahip olduğumuz, çalışıp çabalayarak kazandığımız mal, mülk, servet ve makamları, Allah’ın bize verdiği fıtrî yetilerimiz, aklımız, irademiz, sağlığımız, gücümüz ve kuvvetimiz sayesinde elde ettiğimizi asla unutmamamız ve bunu için de Allah’a olan teşekkür borcumuzu kullukla ödememizdir.
Prof. Dr. Celal Kırca
[1] Kureyş,106/1-4.
[2] İbn Manzur, Lisânu’l-Arab, İ l f maddesi.
[3] Abdullah Emin Çimen, Kur’ân Karşıtlarının Ekonomik Kaygıları, İstanbul 2008, s. 135.
[4] Muhammed Hamidullah, îlâf, DİA, İstanbul 2000, 22/63-64.
[5] Bkz. Tevbe,9/37
[6] Maxime Rodinson, Hazreti Muhammed, çev. Attila Tokatlı, İstanbul, tarihsiz., s. 29.
[7] Cengiz Kallek, Hz. Peygamber Döneminde Devlet ve Piyasa, İstanbul, tarihsiz, s. 14-15.
[8] Çimen, Kur’ân Karşıtlarının Ekonomik Kaygıları .s. 132-136 .
6 Emin Işık, Kureyş Suresi Üzerine Bir Tefsir Denemesi, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1985 Sayı 3,s,9-14.