Bizde yaygın olarak İmam-Hatiplere hoca dendiği gibi üniversite öğretim üyelerine de hoca denir. İlk ve orta öğretimdeki öğretici-lere daha çok öğretmen denilmektedir.
Ben İmam-hatiplikte temayüz ettim. Bana hep hoca dendi. İsmimle hitap edildiği veya yaşımdan ötürü amca/dayı dendiğinde garipsemişimdir. Mesele öğretmekse ben de hayatım boyunca minberden ve kürsüden hem orta eğitimdeki gençlere, hem de üniversite gençliğine hitap ederek öğretim faaliyetinde bulunmuşumdur. Üstelik bir de yüksek öğrenim gençliğine sürekli olarak seminerlere gitmişimdir. Ama resmi veya özel okullarda açıkladığımız anlamda öğretmenlik yapmamışımdır. Yapmamışımdır derken sürekliliği kasdediyorum. Çünkü benim konumumda olan insanlar için zaman zaman öğretmenlik imkânları çıkmaktadır. Önemli olan öğretmenliğin arzu edilmesidir. Toplamda 3.5 ayı bulan öğretmenliğimiz iki okulda gerçekleşti.
Bir Hatırlatma
Hatıralar anlatılırken insan kendisinden söz etmek durumunda, bu da okuyucuda kibirli olduğunuz duygusunu oluşturabilir. Gençler de olumsuz olarak etkilenebilir. Bu sebeple bütün nimetlerin bizleri kulluk denemesine uğratan Rabbimizin bir lütfu olduğuna sıkça vurgu yapıyorum.
Öğrenciliğim Başarılıydı
Benim gibi araştırarak bizzat yazdığı hutbeleriyle kültürel düzeyleri değişik insanlara hitab edebilen kişiler, eğer üstlenirlerse Liselerde Felsefe grubu derslerine girebilirler. Başarı da sağlayabilirler. Böyle düşünülmüş olacak ki 1970’lerde Yüksek İslâm Enstitüsü mezunları Felsefe grubu derslerine ücretli olarak girebiliyordu. Şimdi burada bir soluk alalım.
Rahmetli Süleyman ağabeyim, Baltalimanı Hastanesi bitişiğinde kapalı bir çay bahçesi yaptırmıştı. Atıştırmalık yemek de verilecekti. Arkası orman, önü deniz olan bu yerin, nezih ve iç estetiği olan bir mekân olarak hizmete girebilmesi için kültürel katkı vermiştim. Adını Oba olarak verdiğimiz bu mekân, aslî çizgileri içinde günümüzde de varlığını koruyor.
Behçet Kemal Çağlar Lisesi Müdürü Mehmet Erkan’la Tanışmamız
İşte ben bu Oba’mıza sık sık gelir gider olmuştum. Benim gibi gelip gitmeye başlayan bir kişi de Behçet Kemal Çağlar Lisesi Müdürü Mehmet Erkan’dı. Mehmet bey Rizeliydi. Üstelik ilçemiz aynı olup, köylerimiz de yakındı. Mekânımız içkisiz, nezih ve hem de çevresine göre ucuz olduğu için gelip giden Mehmet beyle tanışmıştık. Sohbetlerimiz onda güven oluşturmuş olacak ki birgün bana Felsefe grubu derslerinin hocası olmadığını, yasal olarak bu derslere girebileceğimi ve bunu arzu ettiğini dile getirdi.
1973-1974 ders yılıydı. Bende de öğretmenlik özlemi olduğu için büyük bir zevkle kabul ettim. Felsefe, Sosyoloji ve Psikoloji derslerine girecektim.
Öğretmenliğim Başladı
Sosyolojiden başlamak benim için kolay olacaktı. Diğer dersler için de vakit kazanıp hazırlanmış olacaktım. Abdestimi aldım ve “Allah’ın beni gençlere karşı mahcup etmemesi ve başarılı kılması” duasıyla ilk derse girdim. Bu dersler böylece 15 gün kadar sürdü.
İlk sosyoloji dersinde Yahya Kemal’in ‘Ezansız Semtler’ isimli makalesini işledim. Makaleyi, en iyileri olduğunu söyledikleri öğrenciye okuttuğumda, düzeyin bir hayli geri olduğunu farkettim. Dualarımın bereketi ve çocuklara değer veren üslupla konuşmam sebebiyle gençler beni sevdi, ben de onları sevdim.
Sarıyer Milli Eğitim Müdürlüğü Yapmadığı Tayini Gerçekleştirdi
Bu durum Sarıyer Milli Eğitim Müdürlüğü’nü harekete geçirdi veya geçirildi. Aylardır tayin edilmeyen Felsefe grubu öğretmeni tayin edildi. Gelen öğretmen de bilinçli gelmişti. Bütün derslere girmek istediğini bildirdi.
Bana da yol görünmüş oldu.
Bugünlerde gördüğümüz üzücü kamplaşmalar, maalesef o yıllarda da, öncesinde de vardı. 1960 ihtilalinde akıllanmadık.1980 darbesine de koşar adımlarla gider olmuştuk.
Mehmet Erkan üzüntü ile gelişmeyi bana tebliğ ettiğinde veda için derslere girdim. Liseli gençlerimizin bir “hocam biz seni istiyoruz” deyişleri vardı ki, hâlâ gönlümde yankılanır. Yüreğim ve gözlerim dolu bir vaziyette baş muavinin odasına girdim. “Hocam, öğrencilerimizin durumunu gidip görmenizi isterim” dedim. Gerek yok hocam diyerek unutamadığım şu sözleri söyledi:
–Hocam! Ben gençlerimizi olumlu yönde etkilediğinizi biliyorum. Siz konuşmasaydınız bile, inançlı bakışlarınız ve duruşunuz onları yine de etkilerdi. Gelecek hoca sizinle nasıl kıyaslanabilir?
Böylece 15 günlük öğretmenlik maceramız da sona ermiş oldu.
İstanbul İmam Hatip Lisesi
Özetlediğim 15 günlük lise öğretmenliğimden yaklaşık beşyıl sonra da ikinci öğretmenlik deneyimim başladı. 1979 yılıydı. Akıncı ülkücü ayırımı başlamıştı ve İstanbul İmam Hatip Okuluna kadar sirayet etmişti. Ben mi başvurdum, davet mi edildim, hatırlamıyorum. Birincilikle bitirdiğim okulumda öğretmenlik yapmaya başladım. Bana, boş olan Hadîs dersiyle, bilinen bir hatip olduğum için Hitabet dersi verildi. Herkes benim ücret almak için derse gelmediğimi biliyordu. Bu sebeple kendime özel kuralları koyabiliyordum.
Namaza Özel Vurgular Yaptım
Son sınıflara derslere girmeye başladığımda ülkücü öğrenciler azınlıktaydı. Henüz daha ana hatlarıyla İslâm’ı öğrenememiş olan gençlerin böylesi aykırılıklara düşmeleri/düşürülmelerini görmek gerçekten üzücüydü.
Daha sonra örneklerini göreceğimiz türden, namaz bile kılmayan mücahit öğrenciler türemeye başlamıştı. Namaz kılanlarla kılmayanlar sayıca eşit gibiydi. İlk bir ay yoğun olarak İslâm’ın îman esalarını anlatmaya ve namazın önemini vurgulamaya çalıştım. İlgili ayetler ve hadisleri yazdırdım. Bilgisiz ve amelsiz olarak İslâm’ın yaşanamayacağı ve tebliğ edilemeyeceğini beyan ettim. Bir süre sonra namaz problemini hâlâ çözümleyemeyen var mıdır diye sorduğumda olumlu cevaplar aldım. Ülkücü olduğunu söylenen bir öğrencimiz söz istedi. Kendisinin henüz beş vakit namaz kılamadığını ama üzüldüğünü beyan ettikten sonra unutamadığım şu sözleri söyledi:
– Hocam! Arkadaşlarımıza sorabilirsiniz. Sizden önce hiç bir hocamız namaz konusuna sizin gibi eğilmedi. Bizi bilgilendirip bilinçlendirmeye çalışmadı. Biz namazın önemini sizinle kavramaya başladık.
Aslında durumun farkındaydım. Bizim öğrencilik yıllarımızda da bilgi ve bilinç yoksunu hocalar vardı, ama düzey bu kadar düşük değildi. Üstelik bazı hocaların olsun öğrenciyi yetiştirmek amacı da vardı.
HADİS DERSİNDE MÜFREDATI KENDİM BELİRLEDİM
Benim verimsiz öğretmenleri terbiye edecek halim yoktu. Hitabet dersinde rahattım ama, Hadîs dersinde müfredat dışına çıkmam gerekiyordu.
Biz de hadîs usulü okuduk. Bu dersi Yüksek İslâm Enstitüsü’nde de gördük. Dersi derinliğine ne okutan biliyor, ne de okutulan anlıyordu. Henüz daha değişik hadîs metinlerini görmemiş olan talebe, hadisin senedi’ne ilişkin konuları nasıl kavrayabilecekti. Kendimce bir karar aldım. Hadîs derslerinde, ömür boyu lazım olacak bilgilere ağırlık verdim. Sevgili Peygamberimizin yatıp kalkarken, tuvalete girip çıkarken, yemek yiyip sofradan kalkarken, çarşıya girip çıkarken, kişilerin yanına gelip giderken, aynaya bakarken ve bunlar gibi bazı işleri yaparken yaptığı duaları mânalarıyla birlikte yazdırdım.
Alınacak Sevabı da Örneklendirdim
Alınacak sevabı da bir dua üzerinde şöylece örneklendirdim:
Peygamberimizin öğrettiği şekilde örneğin yatarken ve kalkarken dua eden kişi, birer birimden iki birim sevap alır. Rabbimizin Kitabı olan Kur’ân-ı Kerim’de her birim güzel işe onar birim sevap verileceği açıklandğına göre, kişi yirmi birim sevab alır. Bu da ayda 600, yılda 7200 sevap eder.
Diğer dualar, güzel sözler ve işlerden alınacak sevapları bir düşünün. Bu dualar, sizi hem Allah’a bağlayıp hayatınıza renk katar, hem de Cennet’e götürücü âhiret yatırımı olur.
Ve de yazdırdığım duaları öğrenip ezberleyeceklerin dersi geçecekleri, ezberlemeyenlerin de kalacaklarını bildirdim. Elhamdülillah sonuç aldım.
Ezberlemeyenlere Taviz Vermedim
Nöbetimde Süleymaniye Camiine gelip ezberlerini dinletebileceklerini, bunu yapmadıkları takdirde sınıfta kalacaklarını kesin bir dille bildirdim.
Hayatım boyunca ihlasla yaptığım ve yapıldığını gördüğüm işlerde başarı sağlandığını gördüm, yaşadım. Mezun ettiğimiz talebelerden önemli mevkilere gelmiş olanlar bile beni gördüklerinde “Hocam, ezberlerimizi unutmadık, uygulamaya da çalışıyoruz,” deyip okumaya başlayanlar oldu.
Başarı Samimiyetle Yapılan İşlerdedir
Allah’ın rızası hedeflenerek yapılacak işlerin kalıcılığına bir örnek de yukarıda değindiğim Oba Restoran’dan vereyim.
Obanın sahibi olan ağabeyim Süleyman, her Ramazan’da, başından sonuna kadar çocuk – yetişkin ayrımı yapmadan iftar verirdi. İftara gelen kim olursa olsun aynı ilgiyi gösterirdi. Bunu hayatı boyunca yaptı. Çocukları da onun gelenekselleştirdiği iftarları 30 yıldır vermeye devam ediyorlar. Temeli sağlam atılan işler büyüyor. Büyüme Dünya’da görülüyor. Asıl büyüme Rabbimizin katında görülecek.
Madem ki öğretmenliğe soyunduk, öğretileceklerin en hayırlısı Allah’ı ve Onun buyruklarını açıklamak değil mi? O halde biz de bir açıklama yaparak noktayı koyalım:
“İman edip de İslamî çizgide salih/güzel ameller yapanların ücretlerini/sevabını Allah tam tamına verecek, kendi fazlından fazlasını da ihsan edecektir. Allah zalimleri/yapılan işlerin karşılığını eksilterek verenleri sevmez.” (A.İmran 3/57)
MİRATHABER.COM
(DEVAM EDECEK)
YARIN: ETKİLEDİĞİM VE ETKİLENDİĞİM KİŞİLER