Değerli okuyucularım;
Bir haber okudum. Bunu sizlerle paylaştıktan sonra üzerinde biraz mütalaa etme ihtiyacı duydum. Haberin başlığı aynen şu şekilde: Hollanda: DOKTORLAR BUNAYAN YAŞLILARI ÖLDÜREBİLECEK. Buna göre Hollanda’daki doktorların daha önce talepte bulunmuş olduğu kanıtlanabilirse, bakımları altındaki demans hastalarına kanunî olarak ötenazi yapabileceklerine karar verildi. Haberin detaylarını mirat haber sitesinden okuyabilirsiniz.
Hayatımda birçok ansiklopedik sözlük yazdım ama içlerinden en aldatıcı olan ötenazi kelimesidir. Ötenazi kelimesi Yunanca anlamı olarak iyi ölüm, güzel ölüm manasına geliyormuş. Bu tanım aslında doğru değil, doğrusu ötenazi, kendini veya başka birisi aracılığıyla öldürmektir. Yani bilinçli bir intihar veya kendini öldürtmeye razı olmaktır. Tıp teriminde ise, acı çekmeden gerçekleşen ölüm, hastanın tedavisi ve hayattan ümidi olmadığı zaman gerçekleştirilen acısız ve ağrısız yapılan ilaçlı ölüm anlamına gelmektedir. Tıbbî kavramda da maalesef materyalizmin gizli şirk unsuru ihtiva etmektir. C. Hakk, bizlerin ruhunu almasın, O’nun yerine biz daha güzel yöntemlerle hayatımıza son verebiliriz iddiası var bu tanımda.
Batı dünyasında kötü ekonomik gidişatın devam etmesi ile bilhassa ağır derecede hasta ve genelde yaşlı ve bakıma muhtaç kişileri rahatsız eden üzücü teşebbüsler ve düşündürücü gelişmeler de yaşanmaktadır. Bunlardan en önemlisi, şüphesiz ki ferdin temel haklarından sayılan yaşama hakkı konusu üzerinde yapılan ciddî tartışmalardır. Bakıma muhtaç yaşlı ve hasta insanların yaşama hakkını çok gören görüşler de, ne yazık ki kendilerini Bio-Etikçi (Biyoloji-Etikçisi) olarak takdim eden yine pozitivist bilim adamları tarafından öne atılmaktadır. Bu görüşlerin öncülüğünü üstlenenlerden birisi de Avustralyalı “tıp etikçisi” Prof. Dr. Peter Singer’dir. Yatalak hastaların yaşamalarına kanunî sınırlamalar getirilmesi gerektiğini savunan Singer, görüşlerini kabul ettirebilmek adına ahlâk ve toplum değerleri bakımından çok kaygı verici bir yaklaşımla, insan ve şahıs kavramlarını birbirinden ayırma gayretlerinde bulunmaktadır.
Ona göre, ağır derecede hasta ve bakıma muhtaç bir insan, konumu ve fonksiyonu gereği şahsiyetten ve haysiyetten uzak bir hayat yaşamaktadır. Dolayısıyla normal insanî vasıflarını ve yeteneklerini yitirmiş bir insan, yaşama hakkından da mahrum edilmelidir. Bu görüşlerin perde arkasında aslında maddeci, hedonist ve faydacı bir dünya görüşün sosyal hayata somut bir şekilde nasıl yansıdığını görmek mümkündür. Nitekim Singer, ekonomik rasyonaliteye dayanan pozitif dünya görüşü, bugün birçok ülkede rağbet görmektedir.
Buna göre Sağlık hizmetlerinin, öncelikli olarak engelli, yaşlı veya hasta olmayan sosyal gruplara ve özellikle genç insanlara götürülmesi gerektiğini savunulmaktadır. Ne yazık ki aile mefhumunun ve bununla birlikte sosyal dayanışmanın kaybolduğu çağdaş toplumlarda revaç görmektedir.
Bugün aktif Ötenazi işlemi, birçok ülkede yasal olarak kullanılan bir ölüm tercihidir. Yani burada kişi, kendi kararıyla hekimlerin yardımı ile hayatına son verebilmektedir. Genelde hekimler hastayı zehirli bir iğne ile öldürmektedir. Bunun için kendilerinin talep etmesi yeterlidir. Amerika’nın değişik Eyaletlerinde, Lüksemburg, Hollanda ve Belçika devletlerinde ötenazi işlemi yasal bir şekilde kullanılmaktadır. Aktif ötenazinin kanunî olmamakla beraber ancak çok zor durumlarda yine de uygulandığı ülkelerin başında İsviçre ve İsveç gelmektedir. Pasif ötenaziye izin veren ülkelerin başında ise İngiltere, İspanya, Fransa ve Almanya gelmektedir.
Almanya’da yaşlı bir hastanın ölümüne, isteği doğrultusunda dahî olsa, hekimin fiili desteği suç sayılırken, kişinin isteğe bağlı ölümüne dolaylı olarak yani pasif yardımda bulunmak (mesela zehir temin etmek gibi) suç teşkil etmekten çıkmıştır. Buna göre, hasta, başkasının fiilî yardımına ihtiyaç duymadan misal verdiğimiz üzere zehiri kendi arzusuyla içerek ölümüne bizzat kendisi sebebiyet verdiği için öldürücü maddeyi sağlayan hekim veya bakıcı bu yardımlarından ötürü mesul tutulmamamakatdır.
Hollanda’da ise pasif ötenaziyi çoktan beri uyguladığı gibi belirli şartlar çerçevesinde aktif ötenaziyi de tatbik etmektedir. Yeter ki bu doğrultuda hasta ikna edilebilsin. Eğer siz hastayı bezdirirseniz ve palyatif, sosyal ve manevî bakımı ihmal ederseniz böyle kötü şartlar altında bütün yaşlı, kimsesiz hastalar, bu durumdan kurtulmak isteyecektir. İnsanlığın bittiğinde yerde güçlüler, zayıfların yok olmasından rahatsızlık duymaz.
Bir kısa değerlendirme yapmak gerekirse: Batı dünyasında temel ahlâkî, insanî ve manevî değerlerin materyalist düşüncelerin karşısında gittikçe erozyona uğraması neticesinde toplumun en zayıf kesimleri bundan en fazla zarar görmektedir. Hele hele, post-endüstriyel ve modern toplumların vazgeçilmez bir kültü, bir putu haline getirilen yüksek performans göstermek, sağlıklı, güçlü ve güzel olmak gibi tamamen dünyevî talep ve beklentilerin karşısında ileri derecede engelli, hasta ve yaşlılar, toplumda adeta “fayda sağlamayan” lüzumsuz varlıklar olarak görülür.
Toplumun himayeye muhtaç kesimin yaşama hakkının tartışılabilir olması, aslında Batı toplumları için yeni bir olgu olmadığını rahatlıkla söylemek mümkündür. Ortaçağda cehaletin ve bâtıl inançların gölgesi altında aciz insanlar, cadı oldukları gerekçesiyle diri diri yakılmıştır. Sonra öldürme kültürü, sosyal darvinizim veya öjenik maskesi altında yeniden hortlamıştır. Bugün ise aynı görüşler, daha masummuş gibi görünen Bio-Etik tartışmaları çerçevesinde dile getirilmektedir.
Bilindiği gibi, sosyal darvinizm, tabiatta olduğu gibi, toplumlarda da kıyasıya bir var olma mücadelesinin yapıldığını veya yapılması gerektiğini ileri sürer. Bu itibarla bu süreçte tabiî ayıklanma yoluyla güçlüler hayatta kalır, zayıflar, acizler ve sisteme ayak uyduramayanlar yok olup giderler. Bio-Etik ise, toplumun sağlıklı insanlardan oluşması için, gerektiğinde bu şartlara haiz olamayanların modern tıp teknolojisi sayesinde “insancıl” yöntemlerle öldürülmesini savunmaktadır.
Maddeci dünya görüşüne sahip tıp etikçileri “insancıl ölüm” gibi kulağa hoş gelen ifadeler kullanarak, birlikte dayanışma içinde yaşama ve yaşatma kültürü yerine “öldüren kültürü” benimsemelerini, toplumların geleceği açısından sağlıklı bir gidişat olarak görmek mümkün değildir. Çünkü öldürme hakkını istemek, tıbbın “hayat verici” istikametinden vazgeçmek anlamına da gelmektedir. Ne mutlu ki biz Müslümanız, çünkü İslâm, ne başkalarını, ne de kendimizi öldürmeye müsaade ediyor. Dertlerimize ortak olmayı, birbirimize yardım etmeyi, acılarımız dindirmeyi emreden İslâm, dünya ve ahiret hayatını aynı derecede önemsediği için, bizlere hem dünyada, hem de ahirette iyilik vermeyi vaat ediyor. Gelin biz de bu iyiliğin bir parçası olalım ve dünyamızı İslâm ile insanileştirelim ve herkese insanca yaşama hakkı verelim.
Prof. Dr. Ali SEYYAR