Türkiye, Meşrutiyet döneminden beri yabancı uzman ve sosyal bilimcilerin yön verdiği bir ülke. Bunlar içinde, Türkiye’nin gerçekleri ile uygun görüş ve düşünce sahipleri olduğu gibi, Türkiye’yi tanımayan ve Türkiye’nin sosyal ve kültürel yönü ile ilgilenmeyip, kendi toplumunun bulgu ve gerçekleri ile olaya bakıp, Türkiye’nin faydasına olmayan görüş ve metotlar uygulayanlar az değil.
Türkiye’de topluma ve onun değerlerine saygılı olduğunu söyleyen bir hükümet ve liderinin, Türk yönetim sistemini ve onun verimliliğini yabancı uzmanlar ile ölçüp, en uygun yönetim ve çalışma modelini belirlemek üzere onlarla çalışma konusu, pek basite alınacak bir mesele değildir.
Öncelikle Türkiye’de sosyal ilim ve sosyal metotların, kendi kültür, ahlak ve insan kaynağımıza yönelik bir örneği ve modeli yokken ve bu konuda yapılan çalışmalara önem verilmezken, böyle bir yönelişe girmek; batılılaşmanın ve onun arkasından da sömürgecilik döneminin yeniden ve farklı bir alanda başlamasını istemek manasına gelmektedir.
Böyle bir konuyu Türkiye’nin gündemine taşımaya yıllardır eğitim, konferans ve proje çalışmalarıyla sürdürmek isteyen kişilerden biri olarak, hala sosyal ve idari meselelerimizin, yabancıların metot ve teorileriyle çözülebileceğini söyleyenlere karşı, “lütfen kendi kimliğimizi ve çalışma kültürümüze dönünüz” demekten başka bir şekilde hitabedemiyorum. Türkiye’de sosyal projeler konusuna eğilmeyen bir siyaset ve bürokrasinin, birden bire yabancı bir Danışmanlık kuruluşuna Türkiye’nin geleceğini emanet etmesi, kabul edilebilcek bir iş değildir. Sayın Bakan’ın, “denetimi onlara vermiyoruz, sadece danışmanlık alacağız” demesi, danışmanlığın manası düşünüldüğünde, gerçekten şaşırtıcı bir açıklamadır.
Önemli sosyologlardan Amerikalı sosyolog Prof.Peter Berger, “Modernleşme ve Bilinç” isimli kitabında, modernizmin taşıyıcı paketleri olarak teknoloji ve bürokrasiyi gösterir. Bunun arkasından da siyasi ve kültürel alanların modernist görüş ve yaşama tarzına açılabileceğini şu şekilde belirtir: ” Modernizasyonun getirdiği yeni bilgi organizasyonu, dünyanın her yerinde aynıdır. Yeni bilgi, geleneksel toplumların üzerine işgal orduları gibi gelirler. Sosyal hayatın hemen her kesiminde “gerçek yeniden tanımlanır” ve yeniden sınıflandırılır.(Berger, Moderleşme ve Bilinç,161)Bu görüş; bugün tam da bizim karşı çıktığımız “yabancılaşma hareketi”ne işaret etmektedir. Berger, modernleşme’nin batılılaşma olduğunu ve kültür empozesi yaparak bir yabancılaşmaya yol açtığını söylemektedir.
Türkiye’de Eğitim sistemi, Cumhuriyet dönemi ile birlikte Amerikalı eğitimci John Dewey’in getirdiği eğitim modeli ile günümüze kadar geldi. Netice; büyük bir başarısızlık ve çözümsüzlük. Burada, John Dewey’i suçlamıyorum. Asıl suçlanması gerekenler, bir toplumun eğitim sisteminin başka bir toplumun ahlak, terbiye, insan türü ve sahip olunun kültürel kaynaklar ile birlikte oluşturulamayacağını anlayamayanlardır. Dewey veya Mc Kinsey, kendi insan ve toplum anlayışına uygun bir sistem geliştirirken, batı toplumunun ihtiyaçlarını ve batı insanının belli karakter özellklerini dikkate alarak sistemlerini oluşturmuşlardır. Bu sistemler, batı toplumunun tarihi ve sosyolojik gerçekleri içinde çözümleyici özellikler olabilirler. Fakat, Türk toplumunun kendi sosyal gerçekleri, ahlak anlayışı ve kültürel tutum ve tavırlarına bir açıklama ve atılım getiremeyecekleri gibi, çözüm de olamazlar; hatta, yıkıcı ve parçalayıcı olurlar. Konunun en hafif açıklama şekli budur.
Ivam İllich, “Tüketim toplumu” isimli kitabında, modernite’nin dini ve ahlaki değerlerden toplumları uzaklaştırdığını ve geleneksel alışkanlık ve değerleri ortadan kaldırdığını söyleyerek; ” Üzülerek belirteyim ki, modernleşme dönemi, bütün bir nesli yoksullaştırıcı, zenginlik peşinde çılgınca koşuşun, bütün özgürlüklerin alınıp satılabilir hale getirdiği ve refah alıcılarının örgütleşmiş şikayetlerine doğru ilk dönüş politikasından sonra da, uzman totaliterciliği içinde eritip tamamen yokettiği bir devir olarak anılma ihtimali çok, ama çok fazladır. (İllich, Tüketim Toplumu, 47)İllich, ayrıca Modernleşme için, “ihtiyaçların, Allah tarafından belirlendiği görüşümüzü de değiştirmiştir.” demektedir.
Şunu, hem politikacılarımız ve hem de iş adamlarımız bilmeli ki, Türkiye ve diğer batı dışı ülkelerde uygulamaya geçirilen sosyal, siyasi ve kültürel politikaların hiçbiri; batı felsefesi, sosyolojisi veya siyasi metot ve programları ile çözülemeyecek derecede özel ve farklı nitelikler taşımaktadır. Bazı kişilerin, “yabancı uzmanların bizim ülkemizin tanınmasında etkili olabilirler gibi ifadeler kullanmaları”, olayın sosyal, psikolojik ve kültürel boyutunun farkında olmamalarından kaynaklanmaktadır.
Batılı insan; bireyci, pragmatist ve makyavelist (iki yüzlü) bir karakter sahibidir. O istese de bir Müslüman, bir Asya’lı veya Afrikalı gibi düşünemez ve idrak edemez. Çeşitli sosyal, siyasi ve iktisadi olayların insanda oluşturduğu bir karakter vardır. Bu karakter ise, uzun yıllar içinde şekillenir. Onu değiştirmek de, pek kolay değildir.
Sonuç olarak; siyasilerimizin toplumsal, idari ve sosyal sistemleri kendi dünyalarındaki insanlarla analiz ederek, çözüm yollarını da kesinlikle sosyal yapıya, ahlaka ve kültüre uygun anlayış ve modeller ile gerçekleştirebilme sorumlulukları vardır. Bunları yapacak insanlar, bu ülkede mevcuttur. Ama, siyasetçi ve iş adamlarının kendi insanlarına güvenebilme problemini aşmaları gerekmektedir. Güvenebilirlerse, bu gerçeği farkedeceklerdir.
Eğer, batılılaşmanın yeni ve çok daha tehlikeli bir versiyonu ile karşı karşıya gelmek ve yıllarca sürecek problemler yumağı ile yüzleşmek istenmiyorsa, batılı uzmanlar ile sosyal meseleleri çözmeye kalkışılmaması gerekir. Aksi halde, bu toplumun kültürel ve ekonomik bağımlılıktan kurtulup, ayağa kalkabilme gücünü tekrar bulması çok zordur.
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi