Türkiye, Meşrutiyet döneminde Liberalizm ile tanıştı. Bu tanışma, ülkenin yönetimini daha iyi hale getirme düşüncesinde olan Batı yanlısı, entelektüeller ve onların kaynak aldığı batılı iktisatçılar tarafından gerçekleşti. İktisat, tıp, fizik veya astronomi gibi, insan ve toplumların tarihi ve kültürel misyonu ile alakasız bir konu değildi. Aslında Yönetim ilmi de, onun gibi sosyal bir geçmiş ve çerçeveye sahip bir ilimdi. Ama, psikolojik geri kalma endişesinden mi, kendine ait bir sosyal ilim ve program oluşturamama korkusundan mıdır, bilinmez; batılı sistemin Türkiye’ye “olduğu gibi” aktarılma çabaları o dönemde başladı. Aslında, yeni sistemin; Batı bilgi ve düşünce sistemini, kendi bilgi ve düşünce sistemi ile karşılaştırarak varılan bir netice olmadığını daha önceki yazımda dile getirmiştim.
Sosyal ilim, hala birçok ilim ve siyaset adamının bile niteliğini kavrayamadığı bir gerçek olarak varlığını sürdürüyor. Aslında, problemin temelinde sosyal ilmin neyi kapsadığı ve hangi niteliğe sahip olduğu ile ilgili bir konu var. Sosyal ilmi, moda haline gelmiş bir eşya veya geçici bir problemi çözme metodu gibi görme yanlışlığı, bizi; başkalarının peşine takılan ve onların bilgi ve pratiği ile hareket etme noktasına getirmiştir.
Halbuki sosyal ilim, bir toplumun değerler sistemi ile bağlantısı olan ve hatta ona göre dizayn edilen bir ilim. Bir diğer ifade ile, hayatı düzenlemeye yarayan kural ve normlara göre hareket etmesi gereken bir nitelik taşımaktadır. Batı dünyasına baktığımızda, her kavram veya teorinin, onların dünyasında bir karşılığının olduğunu ve yaşanmış, benimsenmiş veya reddedilmiş bir anlayış ve kuralın yerine konulan düşünceler olduğunu görmekteyiz. Tek kelime ile, onların sosyoloji, iktisat, siyaset, hukuk, psikoloji gibi temel sosyal ilimlerinin, kandi toplumlarının geçmişi ve geleceği ile alakalı yönünün olduğunu görmekteyiz. Bu husus, Batı’da farklı ideolojik görüşler halinde olsa bile, her fikir ve düşüncenin temelini, Batı dünyasının tarihinde bulabilme imkanı vardır.
Bugün Milliyetçiliğin ve hatta Milli Devletin karşılığının bile Batı’da olduğunu ve bizdeki Milliyetçi fikir adamlarının, Batılı üstadlarının izlerini takip ettiğini biliyoruz. Ayrıca, Batı’da belli bir dönemde geçerli olan Milliyetçiliğin, zaman içinde Küreselleşme gibi başka bir sistem ile, gündemden büyük ölçüde kalktığını da anlayabiliyoruz. Sonuç olarak, Batı’dan, bizim düşünmeden aldığımız bilgi, siyaset ve sosyal teorilerin çoğunun da, onların ihtiyaçlarına göre zaman içinde değiştirildiği görmekteyiz.
Türkiye’deki iktisadi kriz, gelir dağılımının adaletsizliği, piyasada mal fiyatlarının astronomik artışı, faizli iktisadi sistemin toplumu ezmesi, kredi kartları ile yurt dışı bankalara milyarlarca dolar para kazandırılması, kripto para gibi hangi düşünce ile ortaya atıldığı henüz belirlenememiş sistemlerin devreye girmesi, merkez bankasının kararlarını bağımsız olarak veremeyişimiz; kredi anlaşmalarının arkasındaki sömürücü amaçlar gibi, belki de yüzlerce konu, toplumun bilgisi ve kararı olmadan gerçekleşmektedir.
Siyasi iktidarlar da, önceden Batı’ya göre kurulmuş bu sistem içinde, önemli değişiklikler yapabilme bilgisine ve cesaretine sahip olmadan, bu liberal ve kapitalist sistemi ayakta tutmaktan başka bir şey yapamamaktadırlar. Fakat, bu cümleleri kullanırken; siyasileri, bütün problemlerin sebebi değil, daha çok “alternatif iktisat, sosyoloji, hukuk ve siyasi sistem” hazırlayamama konusunda hatalı gördüğümü de belirtmek istiyorum.
Konu, sadece siyasetçiler değil; onların bazan önünde ve bazan da onlarla beraber, büyük iş adamlarının çoğunluğunun tutumları ve olaydan rahatsız olmayan tavırlarıyla büyük ölçüde alakalı olduğu da bir gerçek. İktisadi sistemi bizzat bu kesim yürütmekte olduğundan ve sistemin haksız, sömürücü ve adaletsiz dinamiklerine karşı herhangi bir alternatif görüş ve model geliştirilmemesinde, onların da hata sahibi olduğunu belirtmek durumundayız.
Konunun üçüncü ayağında ise, kendisini iktisatçı ve maliyeci olarak kabul eden ilim adamlarının ezberci ve batı mantalitesiyle olaya bakan tutumlarında aramak gerekiyor. İktisadı, sadece batı’da gelişen ve batı aklı ile ortaya konulan bir sistem olarak kabul eden ve bu bilgi ile, mevcut iktisat politikalarını değerlendiren bu grup; iktisadın sosyal yapı, sosyal değerler ve ahlak gibi çok önemli belirleyici faktörlerin etkisinin ne kadar ödemli olduğunu dikkate almamaları, anlaşılır gibi değil..
Amerikan merkez bankasının, uluslararası para fonunun, batıya bağlı Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’nın, batı iktisadına uygun kural ve hedefleri ile, Türkiye’de iktisadi sistemin kendini sağlıklı bir yapıya ulaştıracağını düşünmek, ancak hayal kurmak olacaktır. Özellikle, insanın tutum ve davranışlarını belirleyen ahlaki ve kültürel sistemi, Batı’nın tahakkümünden kurtarmadan ve bunun için dem, eğitim sistemindeki sosyal bilgileri, batı merkezli bir felsefeden uzaklaştırmadan, hiçbir sosyal ilmin, ülkenin ve halkın geleceği için iyi sonuçlar getirebileceğini ummak, mümkün değildir.
Toplum olarak, mevcut siyasi ve bürokratik yapıyı, herhangi bir değerlendirme veya kontrol sistemine tabi tutmadan, onun her yaptığını doğru kabul etmek gibi, “teslimiyetçi anlayış”ın, tahmin edilemeyen sıkıntı ve problemlerin kaynağı olacağını artık aydın ve halk kesimleri anlamalıdır. Artık entellektüeller başta olmak üzere, toplum; kendi kültürel değerleri ile yürümeyen bu sistemi, gözü kapalı onaylamamak zorundadır.
Prof. Dr. Sami Şener
MİRATHABER.COM -YOUTUBE-