islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
34,4780
EURO
36,4367
ALTIN
2.954,01
BIST
9.294,64
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Parçalı Bulutlu
18°C
İstanbul
18°C
Parçalı Bulutlu
Cuma Yağmurlu
18°C
Cumartesi Parçalı Bulutlu
9°C
Pazar Çok Bulutlu
10°C
Pazartesi Parçalı Bulutlu
11°C

MERHAMET KADIN VE  SAVAŞ

MERHAMET KADIN VE  SAVAŞ
23 Eylül 2023 09:24
A+
A-

Merhamet,  “Acıma duygusu, bu duygunun etkisiyle yapılan iyilik, lütuf” demektir ve Allah’ın bütün yaratılmışlara olan lütuf ve ihsanlarını ifade  eden rahmet kavramıyla da aynı anlamda kullanılır. Bu  kavram,  aynı zamanda insanları, hemcinslerine ve diğer bütün canlılara  karşı duyarlı olmaya ve yardım etmeye sevk eden acıma duygusunu da ifade eder.  Türkçede ise merhamet kavramının, hem Allah, hem insanlar için, rahmet  kavramının ise özellikle Allah için kullanıldığı görülür. Bu nedenle bu kavramların, insanlara  nispet edildiğinde duygusal bir anlam ifade  ettiği; Allah’a nispet edildiğinde  ise O’nun yarattıklarına in‘âm ve ihsanı, af ve mağfireti anlamlarına geldiği  görülmektedir.[1]  Dolayısıyla  insanî değerlerin özünde yer alan merhamet,  sadece bir acıma hissi veya basit bir iyilik yapma isteği değil,  aynı zamanda insanları sürekli olarak iyiliğe ve doğruluğa yönelten, onları her alanda olumlu tutum ve davranışlara sevk eden de bir duygudur”[2] ve şefkat kavramıyla da yakın bir anlam içeriğine sahiptir.

Her ne kadar merhamet,  insanlarda  fıtrî bir duygu olsa da,  hayata yansıtılmasında  bazı farklılıklar da söz konusudur. Nitekim yaşanan  olaylar  karşısında kadınların, erkeklerden daha duyarlı ve merhametli oldukları görülmektedir. Dr. Ömer Besim Paşa, bu  olguyu, kadılardaki annelik duygusuna  bağlar. Ona göre kadın, yaradılışı gereği “anne” olduğundan, daima zayıfı himayeye, ıstırabı olanı teskin ve teselliye meyilli olmuştur.  Dolayısıyla da kadını yücelten anneliktir. O annelik hissidir ki kadını daha yu­muşak huylu, daha şefkatli, daha cesur ve kararlı kıl­maktadır. Bundan dolayıdır ki küçüklüğümüzde her hastalanışımızda yatağımızın başucunda o şefkatli annemizi veya kız kardeşimizi görmüşüzdür.   Bu nedenledir ki anne, kız kardeş ve eş, en fedakâr kimselerdir.[3]

İslâmiyet de insanlardaki bu  merhamet, ve şefkat duygularını geliştirme­ye yönelik ilkeler getirmiş ve onun sosyal çevresiyle olan ilişkilerini canlı tutacak ve sağlıklı intibaklar yap­masını sağlayacak yöntemler geliştirmiştir. Bunlar arasında paylaşma, muhtaçlara yardım etme ve hastalara bak­ma da önemli  bir yer tutar. İslâm, insana hizmeti ibadetin bir türü kabul eder, bu nedenle de  hasta ziyareti ve bakımını özellikle teşvik eder. Zira bu onlar için bir iyiliktir  ve “iyilikte yardım­laşınız[4] emrini yerine getirebilmek için yapılan yarışın da  bir tezahürüdür.

İslâm, erkek ve kadınların hak ve görevlerini sa­vaş ve barışta olmak üzere iki temel esas üzerine tanzim etmiştir. Buna göre kadın, savaşa iştirak etmekle yü­kümlü değildir. Zira kadın, savaş öncesi insan gücünü hazırlayan, yetiştiren ve çilesini çeken bir varlıktır. Bu sebeple bir de sıcak savaşın çilesini ayrıca çekmemeli­dir. Bununla birlikte kadın, hiç bir zaman harbe iştirak etmeyecek demek de değildir. Kadın şayet arzu eder ve yakınları da buna müsaade ederse, gönüllü olarak sa­vaşa katılabilir.[5]    Nitekim Uhud Savaşında Ümmü Umâre, bir erkek gibi çarpışmış ve gös­terdiği kahramanlık, Hz. Peygamberi hayran bırakmış­tır.[6]  Gerek Uhud ve gerekse bundan sonraki diğer sa­vaşlarda da kadınlar, geri hizmetlerinde bulunmuşlar; ye­mek pişirmek, su ve silah taşımak, savaşan askerleri teşvik etmek gibi görevler üst­lenmişlerdir. Bunların yanında bazı Müslüman kadın­lar, özellikle yaralanan askerleri, hastaları ve ölenleri bulundukları yerden başka bir yere naklederek yaralı olanların yaralarını sarmışlar ve bakımlarını yapmışlardır.[7] Hatta Hz. Peygamberin eşi Hz. Âişe, genç sa­yılabilecek bir yaşta Uhud savaşma iştirak etmiş ve  as­kerlere su taşımıştır.[8] Ayrıca onun Cemel olayına iş­tirak ettiği ve savaştığı da bilinmektedir.

Bu konuda ünlü hadis bilgini İmam Buharî’nin de, Sahihinde  kadınların ciha­dı, denizde savaşması, erkeklerle birlikte savaşa işti­rak etmesi, su taşıması, yaralıları ve ölüleri nakletme­si ve yaralıları tedavi etmeleriyle  ilgili bilgilere  yer verdiği görülmektedir.[9] Gerek Buharî’nin ve gerekse diğer hadis bilginle­rinin verdiği bu bilgiler,  kadının  savaştaki yerini ve önemini göstermesi açısından da dikkat çekici bir  mahiyet arz eder. Bu konudaki  rivayetleri  şöyle sıralayabiliriz:

Buharî’nin Rubeyyi bint Muavvız’dan naklettiği bilgi şöyledir: “Biz Hz. Peygamber ile beraber savaşta bulunurduk. Mücahidlere şu verir ve onlara hizmet ederdik. Yaralıları tedavi eder, şehidleri Medine’ye ta­şırdık”.[10]

Ümmü Atiyye ise, Resulullah ile birlikte yedi sa­vaşa katıldığını, geri hizmetleri gördüğünü, ordunun yemeğini yaptığını, yaralıların yaralarını sardığını ve pek  çok yaralıya da hizmet verdiğini söylemektedir.[11]

Hz. Enes de, Ümmü Süleym ve Ensar’dan bir grup kadının Hz. Peygamberle birlikte savaşa katıl­dıklarını, kadınların su taşıyıp yaralıların yaralarını sardıklarını nakletmektedir.[12]

Hendek savaşında Sa’d b.Muâz, atılan bir okla kolundan yaralanmış ve duru­mu ağırlaşmıştır. Hz. Peygamber, Mescid-i Nebevinin içine bir çadır kurulmasını ve Sa’d b. Muâz’ın o çadıra yerleştirilmesini emretmiş ve Rufeyde  b. Sa’d’ı da hastabakıcı olarak tayin etmiştir.   Yine bu kaynakların verdiği bilgiye göre Rufeyde’nin bu işlere eli yatkın olduğu ve  yaraları tedavi ettiği nakledilmektedir.

Hz. Peygamber’den sonraki dönemlerde ise kadın­ların gerek savaş esnasında gerekse savaş dışında has­ta bakıcı olarak çalıştıklarına dair elimizde yeterli bir bilgi bulunmamaktadır. Zira bu dönemlerde yazılan eserlerde, Hz. Peygamber dö­nemine dair yazılan eserlerdeki kadar ayrıntılı ve detaylı bilgiler yer almamakta;  bu nedenle ana hatları ile ele alman konulardan da detaylı bilgiler el­de etmek her zaman mümkün olmamaktadır. Bununla birlikte veri­len bilgilerden bazı ipuçları elde ederek bir takım so­nuçlara varmak da tam anlamıyla imkânsız değildir. Nitekim şu bilgi  bize bu konuda  bir  fikir vermektedir:

“Hazret-i Ömer zamanındaki Kadisiye Muharebe­sine giden Sa’d bin Ebî Vakkas’ın, kırk beş bin kişilik ordusunda yaralıların tedavisi kadınlar tarafından ya­pıldı. Hatta savaşların ikisinde şehit ve yaralılar pek çoktu. Bunlardan birinde şehit ve yaralı miktarı iki bine varıyordu. Yaralıların tedavisi tamamıyla kadınlara bırakıldı. O kadınlar buna yetecek sayıda idi. O gün gece karanlığına kadar süren harpte İranlıların on bin civarındaki ölüsü ortada kaldı. İran ordusu pek yorgun olduğundan, pek çok miktardaki yaralıları sefil oldu.”[13]

Bu bilgilerden de  öğreniyoruz ki Müslüman kadınlar,  modern hemşireliğin  kurucusu olarak zikredilen Florensce Nightingale’den çok önceleri, hasta bakıcı olarak  görev yapmışlardır. Dolayısıyla olaylar ve şartlar değişse de, kadının  annelik misyonu,  yardım severliği, merhamet ve şefkati asla değişmemiştir. Nitekim “Ağlarsa  anam ağlar, gerisi yalan ağlar” atasözü, bu gerçeğin  bir ifadesi olarak,  gönül dünyamızda yer almaktadır.

Prof. Dr. Celal Kırca 

 

[1] Mustafa Çağrıcı, Merhamet, TDV İslam Ansiklopedisi,   Ankara 2004,28/189.

[2]  Merhamet, https//uskudar.edu.tr  köşe yazıları.

[3]  Nil Sarı,  Zuhal Özaydın, Dr. Besim Ömer Paşa ve Kadın Hastabakıcı Eğitiminin Nedenleri, Sendrom Dergisi, Yıl 4, sayı 5, Ma­yıs 1992, s. 77-78.

[4]  Mâide, 5/2.

[5]   Muhammed  Hamidullah, İslam’da Dev­let İdaresi, Ter. Kemal Kuşçu, İst. 1963, s. 207.

[6]   Muhammed  Hamidullah, İslam Peygamberi, Ter. Said Mutlu, İst. 1972, 1/166-167.

[7]   Buhari, Sahih, 56/67, 68.

[8]   Buhari, Sahih, 56/65-67.

[9]   Buhari, Sahih, 56/63-68.

[10] Buhari, Sahih, 56/65.

[11] İbn Mace, Sünen, H. N. 2856.

[12] Müslim, Sahih, Cihad; Ebu Davud, Sünen, H. N. 2531.

[13] Nil Sarı, Zuhal Özaydın, Türk Hemşireliğine Osman­lı Hanımefendileri’nin ve Hilâl-i Ahmer (Kızılay)’in Desteği, Sendrom Dergi­si, Yıl 4, Sayı 3, Mart 1992, Sayfa 68.

ETİKETLER: ÜSTMANŞET, yazarlar
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.