Yazar Zeynep Yücel’in kaleme aldığı “Merhamet Maraz Doğurur Mu?” yazısını siz değerli okuyucularımıza sunuyoruz..
Kavramlardaki nüanslara dikkat etmek, sağlıklı düşünmenin şartlarındandır. Meramımızı anlatabilmek için nüans, küçük fark gibi alıştığımız kelimeleri kullanıyor olsak da, paradoks bu ya; aslında meramımız biraz da kavramlar söz konusu olduğunda farkın pek öyle büyüğünün-küçüğünün olmadığını söylemek…
Sıfat olarak ‘fazlaca’ kullandığımız ‘fazla’ kelimesine bakalım: Düşünmeden bir kavramın başına getiriverirken, yanı sıra o kavramın başına neler getirdiğimizi pek de fark edemiyoruz; hatta zıddına inkılap etse dahi… Mesela, başına “fazla” eklediğimiz her müspet insani özellik, itibar kaybına uğrayarak hayatımızdan eksiliyor. Öteleniyor. Saflık, dürüstlük, iyilik, cömertlik… Aldatılmış birisine muhatabı şöyle diyor çoğu zaman: “Ama sen de fazla iyisin”. Böylece iyiliğin iyiliği sorgulamaya açık hale geliyor. “Ne kadar iyilik?” sorusuyla nicelik; iyiliğin niteliği üzerinde belirleyici oluyor ve ona bir sınır çiziyor.
Bu durum bazen “fazla Merhametten maraz doğar” örneğindeki gibi, hazfedilmiş bir fazla ile karşımıza çıkıyor. Acaba bu keskin ifade bir zorunluluk mu, yoksa soy bağının insan üzerinde mutlak belirleyici olmadığını veciz bir şekilde anlatan ‘Alimden zalim, zalimden alim doğar’, sözündeki gibi ihtimalli bir durum mu ifade ediyor? Merhametin hâlim-selim tabiatını merkeze aldığımızda ihtimal diyesimiz gelse de zorunluluğa daha yakın olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü burada odakta olan merhamet değil, başındaki gizli fazladır ve bu fazla, merhameti nicelik olarak artırmamış, onu nitelik olarak dönüştürmüştür. Dolayısıyla aslında artık başka bir kavramdan bahsetmekteyizdir.
Şöyle ki; merhamet muhatabına olduğu kadar sahibine yöneliktir. Sahibine haksızlığa, acımasızlığa yol açan aşırı müsamahanın adı ise merhamet değil, istismardır, kıymet bilmezliktir. Bir şeyin aşırısı o şey değildir artık. Hatta zıddına daha yakındır. Marazı doğuranlar da merhamet değil, bunlardır. Bu kavramların yerine, öyle kastedilmese de merhameti telaffuz etmek, zaman içerisinde onu mesul tutmaya yol açmaktadır. Merhamet gibi Rahmanî bir vasıf, maraz sebebi olarak görülürse, onu azaltmak, geri plana itmek de normalleşir elbette. Hatta daha “akıllıca” görülür.
İstismara, isyana, maraza yol açan artık merhamet değil, aksine muhatabın nefsine malzeme veren bir merhamet eksikliğidir. Karşımızdaki insana iyilik değil, bir haksızlık yolu açmış, dolayısıyla ona merhamet değil merhametsizlik etmiş oluruz. İstismar bir haksızlık, bir zulüm ise buna engel olmak, ortaya çıkmasına müsaade etmemek gerekir. Bu da yine bir başka değerin, adaletin görevidir. Bunun güzel, veciz bir örneği Hz. Peygamberin “Din kardeşin zalim de mazlum da olsa ona yardım et” hadisindedir:
“Bir adam:
– Ya Rasûlallah! Kardeşim mazlumsa ona yardım edeyim. Ama zâlimse nasıl yardım edeyim, söyler misiniz? dedi. Peygamberimiz:
– “Onu zulümden alıkoyar, zulmüne engel olursun. Şüphesiz ki bu ona yardım etmektir” buyurdu. (Buhârî, Mezâlim 4; İkrâh 6. Ayrıca bk. Tirmizî, Fiten 68)
Sonuç olarak değerler, doğaları gereği zaaf taşımazlar. Hatta ne kadar fazla olurlarsa o kadar değerlenirler. Kasten olmasa da yanlış ifadelerimizle onları gözümüzde değersizleştirmek, fazlasının zarar olduğunu düşünmek, insanlığımıza da müslümanlığımıza da halel getirir. Bir değeri nicelik bakımından azaltıp, sınırlandırarak değil, ancak başka bir değerle dengeleyebiliriz.