Kadir Mısıroğlu
Kurân-ı Kerim’de başta Peygamberimiz olmak üzere bütün ergin müminlere hitap eden “Bil ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur. Kendi günahın, erkek ve kadın müminlerin günahı için bağışlanma dile…” anlamında ki ayette ve benzerlerinde de buyurulduğu üzere, yeryüzünde hatasız kul yoktur.(Muhammed Suresi 47/ 19)
Bu sebeple Ali Rıza Demircan’ın ve Kadir Mısıroğlu’nun hata etmeleri de pek tabiidir. Ancak başkalarını aşağılayarak iftira edenlerin hatası, günahı çok büyüktür. Hele bu hata kameraların önünde işlenmişse. Ve sosyal medyada işlenmekte devam ediyorsa, durum daha da vahimdir. Dünyada hukuken cezayı gerektirir ve -hak sahibi hakkını helâl etmezse- ahirette de azaba sebep olur.
Kadir Mısıroğlu merhum benim neslimin de ağabeylerindendir. Yakın tarih üzerinde çalışmaları vardır. Mücadeleci, yürekli adamdır. Eserleri ile olumlu izler de bırakmıştır. İslâmî bilgisi vardır, ama İslâm âlimi değildir.
Süleymaniye Camii İmam Hatipliği dönemimde kendisiyle tanıştık. Topbaşların Unkapanı bloklarındaki işyerinde yaptığı sohbetlere ilk kez katılmıştım. Azarlar gibi bir tavırla niçin geç kaldığımı sorgulaması üzerine, bir daha hiçbir toplantısına gitmedim. Süleymaniye Camii, Cuma günleri dindar üniversite gençliğimizin birleşme yeri olduğundan, kendisi de gelir hutbelerimi dinlerdi. Ben de ağabey olarak kendisine saygı gösterirdim.
Her ikimizde de Cihad ruhu vardı. Mesafeli de olsa dostluğumuzu uzun yıllar koruyabildik.
Ne var ki, her insanoğlu ve Ali Rıza Demircan gibi Kadir Mısıroğlu da hataları olan adamdı. Sosyal davranışları ağırdı. Muhalif gördüklerine karşı üslubu saldırgandı. Mütehakkimdi. Herkesi tenkit eder, ama tenkit edilmeye tahammül edemezdi.
Son dönemlerinde gerçekleri karıştıracak şekilde aklen arızalanmış olmalı ki, kurduğu vakıfta yaptığı ve internete konulan konuşmalarında Salahaddin Eyyubi ve Mehmed Âkif Bey değerlerimize dil uzattığı gibi benimle ilgili olarak da aşağılayıcı bir dil kullandı ve iftiralarda bulundu.
Şimdi sizlere, benimle alakalı iki konuşmasının metinlerini ve linklerini vererek okumanızı ve dilerseniz internetten dinlemenizi rica edeceğim. Önce ilk konuşmasının metnini sunalım. Kadir Bey şunları söylüyor:
“Şimdi bir takım televizyon vaizleri çıktı. Bizim ilahiyat fakülteleri oralarda okuyan çocukların kulakları çınlasın. İyi kulak açın, kulağınızı açıp beni dinleyin. Din âlimi yetiştirmiyor evveliyetle ve ekseriyetle din münekkidi yetiştiriyor. İlahiyatçılar 1400 yıldan beri ulemanın üzerinde ittifak ettiği mesaili reddederek indî ve şahşî ve gayri islamî görüşler ortaya atmakta birbirleri ile yarışıyorlar.
”Vakti ile Süleymaniye imam ve hatipliğinden gelen bir eski arkadaşımız bir kitap yazdı, “Cariye Hukuku” diye. Televizyonda da müfrit konuştu, belki duymuşsunuzdur: “Cariye ile cinsi münasebet zinadır” (dedi). Efendiler, haşa ve kellâ, ayetle mubahtır, bakın ne diyorum, ayetle sabit. Allah cariye sahibine bir tek hak tanıyor. Arzu ederse cariye ile cinsi münasebette bulunabilir. Bu münasebetten cariye çocuk sahibi olursa buna ümmü veled denir şeriatta. Ümmü veled, hür kadın seviyesine yükselir, çocuk sahibi olduğu takdirde…”
Bana bir defa değil birkaç defa şöyle demiştir:
“Ben iki genç adama gıbta ediyorum. Birisi Süleymaniye Camii İmam Hatibi olarak sana. Diğeri de Sultan Ahmet Camii İmam Hatibi Emrullah Hatiboğlu’na.”
Görüldüğü gibi konuşmalarında beni ağır bir dille, din münekkidi olmakla ve cehaletle suçluyor ve “sahiplerinin cariyeleriyle nikâhsız cinsel ilişki kurabileceklerinin ayetle sabit bir hüküm olduğunu” iddia ederek tam bir cehalet sergiliyor.
Bu konuyu Rabbimin lütfuyla incelemiş ve “Kur’ân ve Sünnet Işığında Cariyeler ve Sömürülen Cinsellikleri” isimli kitabımda yazmış bir insanım. Dinleme/okuma tevazuunu gösterebilseydi, konuyu kavrayabilirdi. Ama uydurdukları hurafeler ve şişirilmiş yalancı şöhretleriyle ünlenmiş kişileri kılavuz edinmişti. Arapça bilmez, kaynaklara inemez bir kişi olarak bu konuyu araştırıp anlaması mümkün değildi. Nitekim anlayamadı ve bilmeden Kur’ân’a da iftirada bulundu.
Maalesef araştırma yapmaksızın: “Biz ecdadımızı üzerinde bulduğumuz inançlara ve görüşlere uyarız” diyen, “bilim” adamlarının ileri sürdüğü görüşleri, kör bir taassupla tekrarlayan Kadir Mısıroğlu’nu bu konudaki cehaleti sebebiyle mazur görüyorsam da kullandığı aşağılayıcı dili, kemal-i şiddetle reddediyorum.
Kadir Mısıroğlu’nun “din münekkidi” olmakla suçladığı, “1400 yıldan beri ulemanın üzerinde ittifak ettiği meseleleri reddederek indî, şahsî ve gayr-ı İslamî görüşler ortaya atmış olmakla” itham ettiği Ali Rıza Demircan kimdir? Geliniz bunu Kadir Mısıroğlu’ndan dinleyelim:
Ben 1978 yılında Kadir Mısıroğlu’nun çıkardığı haftalık Sebil gazetesinde 136 ile 156. sayıları arasında tam yirmi makale yazdım. Yazmaya da devam edecektim. Ama o dönemde kendisinin siyasî tavırlarını onaylamadığım için bıraktım. Yazmayı bırakacağımı okuyucularıma haber verdiğim, Sebil’in 22 Aralık 1978 tarihli 156. sayısında Kadir Mısıroğlu da ayrılmam sebebiyle bakınız benim için neler yazmıştı:
“20 haftadan beri, büyük ekseriyeti İslâm adına cihad şevk ve heyecanıyla dolu gençlerden ibaret olan okuyucularımıza İslâm’ın hayat dolu ölmez prensiplerini şer’î delilleriyle birlikte ve çoşkun bir üslupla takdim eden Ali Rıza Demircan kardeşimizin -şimdilik de olsa- vaki olan şu vedaı dolayısıyla cidden müteellimiz. İlk fısatta bir ilim ve cihad mektebi olan Sebil’imizdeki değerli ikaz ve irşadlarına yeniden başlaması ümit ve temennisiyle kendilerine bu güne kadar yazdıklarından dolayı candan teşekkürlerimizi arz ederiz. Belirttikleri sebepleri mâkul kabul etmemek mümkün olmadığından bu babda söyleyecek başka bir şey bulamıyoruz. Cenab-ı Hakk’dan kendilerine uzun ve hayırlı hizmetlerle dolu bir ömür niyaz ederiz.”
“ İslâm’ın hayat dolu ölmez prensiplerini şer’î delilleriyle birlikte ve coşkun bir üslupla takdim eden Ali Rıza Demircan”,nasıl oldu da “din münekkidi, haddini bilmez bir cahile” dönüştü?
Allah’ın lütfuyla Ali Rıza Demircan değişmedi. O halde değişen kim?
Muhterem okuyucularımızın yukarıda zikredilen Kadir Mısıroğlu’na ait övücü ifadelerin Aralık 1978 de yazıldığına dikkat çekerek, ikinci konuşmasının da metnini ve linkini verelim. Konuşmasında şöyle diyor:
“ Bir gün Arabistan’dan bir misafirim geldi. Süleymaniye Camiini görsün, Osmanlı mimarisinin ihtişamını görsün diye onu Süleymaniye Camiine götürdüm. O zaman hitabeti karşı tarafta hayret uyandırmak zanneden bir delikanlı orada hatip; Ali Rıza, hatip. Hatip, hutbe okuyor: “Eski padişahlar kendilerine zillullah-ı fil-âlem derlermiş, ne hadlerine Allah haşa maddi bir varlık mı ki gölgesi ola. Bu, efendiler, bid’attır”. Hitabeti bağırmak sanıyor.
“Çıktıktan sonra -Bunun bir kabadayı ağabeysi vardır: Sultan… Sonradan vurdular onu. Onun da aile dindar olduğu için içinde iman şulesi var kardeşinin bu alaka uyandıran hutbelerinden memnun. Cuma günü geliyor Mercedes ile onu alıyor.- Şeyin, Baltalimanı Sarayı’nın bir Ağalar Köşkü vardı. Baltalimanı Sarayı, Sultan Hamit tarafından Mediha Sultan’a hediye edilmiştir. Ağalar Köşkü yıkılmış, oraya bir çayhane yapmışlar, oraya götürüyor.
O Cuma da gene Sultan gelmiş, Allah sıhhat afiyet versin Emin Saraç Hoca ile orada karşılaştık. Israr etti, sizi bizim Oba’ya götürelim de bir çay içelim, arabamıza gelin. Misafiriniz varsa o da gelsin. Ben ona dedim ki “Senin Oba’n çok uzak, bizim o kadar vaktimiz yok, illa bir çay içmekse, benim o zaman Cağaloğlu’nda yayın evim var, idarehanem var. Cağaloğlu’na bizim oraya gidelim. Zorla kabul ettirdim. Gidince dedim ki: “Ali Rıza, sen zillullah-ı fil-âlem bid’attır diyorsun ya, bunu Mustafa Kemal de dedi, padişahlara bu zeminde sövdü saydı. Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi de buna cevap verdi, Yarın gazetesinde. Sonra Ulus gazetesi benim hakkımda tenkidatta bulunurken benzer sözleri tekrarladığı için ben de Sabri Efendi’nin sözleri ile ona cevap verdim, şu kitaba bir bak” dedim.
Hem cahilsin, hem mütekebbir. Alaka uyandırdın diye sen zannediyorsun ki ben bir şey biliyorum. Kitabı attı. Emin Saraç Hoca’ya da dedim ki: Senin gibi âlimler susacak, bunun gibi cahillerle uğraşmak da bana düşecek. O şimdi cariye ile cinsi münasebet haramdır diye televizyonlarda masaları yumrukluyor, bu da yanlış… Ayetle mubahtır, ayetle sabit şeyi inkâr ediyor, farkında değil; daha başka cinayetler de işliyor. Evet, attı kitabı… Emin Hoca terbiyeli bir adam, benim gibi celal mizaçlı değil, cemal mizaçlı. “Kardeş, falan dedi; o hiç dinlemedi, o hiç dinlemedi çıktı gitti. Tabi sonra yanlış yaptığını anladı geldi benimle barıştı.”
Lafı eğip bükmeden ifade etmem gerekirse: Kadir Mısıroğlu’nun yukarıdaki konuşmasında benimle ilgili olarak anlatılanların tümü yalan ve iftiradır. Ancak aklı ve hafızası hastalıklı olan bir adamın yapabileceği iştir. Bana düşen ise, doğruları dile getirmektir. Ben de şimdi onu yapıyorum:
Bir an için benim yanıldığımı kabul edelim. O zaman soralım. Kadir Bey’in iddia ettiği gibi cahil ve kibirli olan Ali Rıza Demircan, nasıl oluyor da yaklaşık üç sene sonra Sebil’de 20 hafta yazı yazıyor ve Kadir Bey’in kendi ifadesiyle “İslâm’ın hayat dolu ölmez prensiplerini şer’î delilleriyle birlikte ve coşkun bir üslupla takdim eden Ali Rıza Demircan’na” dönüşüyor.
Kadir Bey ve benzerlerinin ulemamızın eserlerinden edindikleri genişçe bilgileri vardır. Ama meseleleri Kur’an ve sahih Sünnet süzgecinden geçirecek birikimleri yoktur. Bu iddiamızı örneklendirelim.
Devlet Başkanı Allah’ın Yeryüzündeki Gölgesi midir?
Konuşmalarında benimle tartıştığını iddia ettiği ve savunduğu -kendisinin eksik ifadesiyle- zillullah-ı fil-âlem konusuna değinelim.
Kadir Bey dahil birileri Peygamberimiz Efendimiz’in “el- Sultanu zıllullahi fi’l-Arz/ Devlet başkanı yeryüzünde Allah’ın gölgesidir” dediğini iddia ediyor.
İnsanların Tağut’laştırılmasına Kur’ân çizgisinde savaş açmış olan Peygamberimizin “(اَلسُّلْطَانُ ظِلُّ اللهِ فِي الْأَرْضِ) el-Sultanu zıllullahi fil-erz/ Devlet başkanı yeryüzünde Allah’ın gölgesidir”. Şeklinde bir ifadede bulunamayacağı açıktır. Böylesi bir makam Peygamberler için bile rivayet edilmemiştir. Nitekim hadîs olarak ileri sürülen bu söz ana hadîs kaynaklarımız olan Kütüb-i Sitte’de yoktur. Hadîs denilen bu sözü zayıf olarak niteleyen muhaddislerin yanı sıra mevzu/uydurma olarak niteleyen âlimlerimiz de vardır. Kaldı ki bu sözü tevil etmeksizin kabul eden kişi, -Allah korusun- Allah’ı gölgeli varlık kabul etme konumuna düşer.
Ben Osmanlı’yı ecdadım bilir saygıda kusur etmemeye çalışırım. Ama hayata Osmanlı penceresinden değil İslâm penceresinden bakarım. Bu sebeple Padişahlık sistemini onaylamam. Âlimlerimizin cevaz verici yaklaşımlarını da zaruret prensibi ile açıklamaya çalışırım.
Şimdi sizlere linkini vereceğim, “İslâm ve Cumhuriyet” konulu bir Cuma hutbesi hazırlayıp Süleymaniye Camii’nde sunmuştum…
Yanılmıyorsam 1979-1980 yıllarıydı.
Hutbeyi okuyuşumun ardından ne kadar bir süre geçti hatırlamıyorum. Davamızın öncülerinden olan bizim de ağabey olarak saygı gösterdiğimiz Kadir Mısıroğlu’nu, Cağaloğlu Vilayet Han’daki iş yerinde ziyarete gittim. Yanılmıyorsam içeride Mustafa Uzun Bey ve birkaç kişi daha vardı. Beni son derece soğuk karşıladı. Sebebini düşünmeye fırsat olmadan -kendisi mi dinledi yoksa birileri mi ona aktardı bilmiyorum. “İslâm ve Cumhuriyet” hutbemden ötürü bana öylesine aşağılayıcı bir dille saldırmaya başladı ki, anlatamam. Derhal araya girdim ve şöylece cevap vermeye başladım:
“Kadir ağabey! Sen kim oluyorsun da Süleymaniye Camii İmam Hatibini böylesine yüzüne karşı yerme hakkını kendinde buluyorsun? Haddini bil, Senin İslâm’dan bildiğin kadarını ben unuttum.”
Mütekebbire tekebbür sadakadır. Beklemediği karşılığı alınca perdeyi düşürdü ve beni kibirli olmakla suçladı. Ona da şu cevabı verdim:
Aramızda oluşan bu soğukluk ilişkilerimizin kopması ile sonuçlanır gibi oldu. Ne var ki karşılaşmalarda selamlaşmayı sürdürdük. Bir ara kimliğini bilmediğim biri Kadir ağabeyi ayağından vurdu. Geçmiş olsun ziyaretine gidemedim. Diyanet Vakfı’nın Beyazıt Camii gölgesinde kurduğu kitap fuarına imza için gittiğimde o da kendi standındaydı. Mânen takviye için gittim, hürmetimi arz ile geçmiş olsun dedim. “Hatasını anlayıp dönüp gelerek özür diledi” dediği olay da budur.
Sağlığında kendi sitemde “Matruş Fesli Tarihçimiz” başlıklı bir yazı yazmış, benimle ilgili hatalarını dile getirmiş, karşıtlarımız tarafından tenkid konusu edilen fesi yüceltirken fıtrî ve şer’î bir Sünnet olan sakala ilgisiz kalışına değinerek de uyarıda bulunmuştum.
Hakkımda yaptığı konuşmaların videolarının, ölümünden sonra da birkaç kanalda yayınlanmaya devam edildiği bana gösterilince –okuduğunuz türden bir yazıyı- yazıp yazmamada tereddüt geçirdim, yazsan bir türlü yazmasan bir türlü. Kadir ağabeyi sevenlerin, onun sözlerine inanarak, bana olumsuz yaklaşıp günaha girmelerini istemediğim için sonunda yazmaya karar verdim.
Hulasa bu dünyadan bir Kadir Mısıroğlu gelip geçti. Ali Rıza da geçmek üzere. Hatasız insan olmaz, varsa hakkım helal olsun, makamı da Cennet olsun. Bu yazıyı bitirdiğimde kıldığım akşam namazının farzında kendisine secdede dua ettim.
Varislerinden, hakkımdaki videolarını yayından kaldırmaları ricamdır.
Yoksa bu yazımın içeriğini görselleştirip sitemde yayınlama durumunda kalacağım. Kendimi müdafaa hakkımdır:
“Allah, kendisine haksızlık edilen kişi dışında, hiç kimseden açıkça kötü söz söylemesini sevmez. Zulme uğrayan kimse feryad edip, zalimin kötülüğünü söyleyip, ona beddua edebilir. Şüphesiz Allah, mazlumun âhını işiten ve olup biten her şeyi bilendir. (el-Nisa 4/148)
Ali Rıza DEMİRCAN
YAZARIN DİĞER YAZILARINI OKUMAK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ
MİRATHABER.COM – YOUTUBE