Değerli Okuyucularım;
Altıncı sınıfa giden kızımı okuldan almak için, sınıfına kadar gittiğimde sosyal bilgiler öğretmenin Millî Eğitim müfredatına sadık kalarak, beyaz tahtaya şu cümleleri yazmış olduğunu müşahede ettim: “Osmanlı Devletinde Yavuz Sultan Selim döneminde yapılan Mısır Seferleri sonucu halifelik, Osmanlı Padişahlarına geçince Osmanlı devleti Teokratik bir yönetim anlayışı kazandı.” Aynı tahtada “Teokrasi: Egemenlik, Tanrının temsilcisine inanılan din adamlarındır.” tanımı yapılmıştı. 18 yıldan beri AK Parti iktidarının elinde olan Millî Eğitim, 10 veya 11 yaşındaki ortaokul öğrencilerinin beynine herhalde halen şu klâsik bilgileri aşılamak istiyor: Halife olan Osmanlı Padişahları, Tanrının egemenliğini üzerine alan din adamları olduğuna göre Osmanlı Devleti, teokrasi ile yönetilen bir devlettir. Şimdi ben bu iddialarının neresini nasıl düzelteyim? Bir kere Teokrasi, bize ait olan bir kavram değildir. Dolayısıyla nasıl oluyor da halifelerimizin ve Osmanlı devlet yapısının dünyevî/uhrevî/manevî statü ve rolleri yabancı kavramlarla tanımlanmaya uğraşılıyor?
Teokrasi ve Teokratik Devlet Nedir?
Teokrasi, Grekçe Tanrı anlamına gelen “theos” ile egemenlik, iktidar anlamlarına gelen “kratos” kelimelerinin birleştirilmesinden meydana getirilmiştir. Buna göre ilâhî kaynaklı olması hasebiyle bütün devlet gücü, sadece Tanrı’nın yeryüzündeki vekili tarafından kullanılabilir. Ruhbaniyet esasına dayanan tahrif olmuş Hristiyanlık inancına göre Papaz ve ona bağlı Krallar, Tanrının haşa yeryüzündeki temsilcileridir ve dolayısıyla ilahî bir misyon taşıdıkları için, hata yapmaz ve dolayısıyla dokunulmazdır.
Tarihte teokratik devletler, kiliseye bağlı ruhban sınıfının siyasî hâkimiyet kazanması ile Ortaçağda görülmüştür. Teokratik devletin başında olan Krallar, Papanın onayı ile egemenlik hakkını doğrudan Tanrı’dan aldıklarına ve egemenliklerini Tanrı adına kullanıldıklarına inanmıştır. Kısacası, teokratik devlet, Ortaçağda ilk başta ruhbanlara (papazlara) kayıtsız şartsız teslimiyet ve körü körüne taklit anlayışını getiren ve daha sonraları ise papazların ve ruhanî reislerin (Kralların) siyasî baskılarına dönüşen bir Hıristiyan yönetim modelidir.
İslâm’da Teokrasi Yerine Hilafet Vardır
İslâm’da ruhban sınıfı olmadığına göre ruhanî liderlere dayalı bir yönetim şeklinden de bahsedilemez. Dolayısıyla ne halifeler, teokratik liderlerdir, ne de Osmanlı Devleti teokratik bir devlet yapısına sahip idi. Halifelerimiz, Allah’ın dünyadaki temsilcileri değillerdi. Halifeler, kul Peygamber olan Hz. Muhammed’in temsilcileriydi. Peygamberimiz (sav), hem en son peygamber, hem de dünyevî anlamda bir siyasî, askerî liderdi. Halifelerimiz de işte onun dünyevî misyonunu üstlenerek, devleti mümkün mertebe İslâm hukukunu uygun bir şekilde bir beşer olarak yönetmiştir. Bu bağlamda halifeler, Risalet vazifesi hariç Peygamberimizin (sav) yerine geçerek, onun sadece dünyevî-siyasî otoritesini temsil etmiştir. Dolayısıyla siyasî anlamda hilafet, Peygamberimizden (sav) sonraki devlet başkanlığı makamı, halife de İslâm devletinin baş imamı/emiri olarak anıla gelmiştir.
Hilafet devletinin temel ilkesi tevhit, adalet ve istişareye dayandığı için, bu devletin başında olan halifenin, ne kendisine ilahî bir sıfat kazandırması ve dolayısıyla ne teokratik bir devlet oluşturması, ne kendi başına bir hükümdar/diktatör olmasıi ne de üstün azınlık sınıfının hâkimiyetine dayanan bir oligarşik yapı oluşturması mümkündür.
Kaldı ki, İslâm’da genel anlamda bütün şuurlu Müslümanlar, kendi imkân ve güç nispetinde de halife konumundadır. Çünkü Kur’ân’a göre Allah, topraktan yarattığı insanın bedenine yeryüzünde halife (ve en şerefli varlık) olsun diye kendi uhdesinden ruh üflemiştir. Halife yaratacağını da meleklerine daha önceden bildirmiştir. Kur’ân’da insanın Allah’ın yeryüzündeki halifesi olarak yaratıldığı sıkça tekrar edilmektedir (Bakara: 30; el-En‘âm: 165; Yûnus: 14). Buna göre halifelik bilincine sahip olan her Müslüman, yeryüzünde hak ve adaleti gerçekleştirmek, hayırlı işler yapmak ve kimden gelirse gelsin zulme karşı direnmekle yükümlüdür. Dolayısıyla ruhî olgunluğa erişmiş Müslümanlar, kendi hür iradeleriyle sosyal sorumluluk üstlenerek, yeryüzünde insanlara hizmet etmeyi, hakkı tavsiye etmeyi ve kötülüğü nehyetmeyi bir ibadet olarak telakki eden Allah’ın veli ve vekil kullarıdır.
Velhâsıl
İslâm’ın hilafet sistemine dayanan âdil devlet modelinin temel ilkelerini karalamak ve bunun yerine tağutî ideolojilerin devamlılığını sağlamak maksadıyla Batıdan ithal edilen “teokrasi” gibi kavramlar kullanılmaktadır. Maalesef Millî Eğitim Bakanlığımız da kavramlar üzerinden İslâm’a ve İslâmî kurumlara yıllardan beri yapılan bu saldırılara karşı alternatif bir açıklama stratejisi geliştirememiştir. Görüldüğü üzere müfredatımızda kendi dinimizi/tarihimizi dinamitleyen halen bu gibi yanıltıcı bilgiler mevcuttur.
Neden halen tahrif olmuş dinlere ait olan izaha muhtaç köhnemiş kavramlar, kıyamete kadar baki kalacak olan İslâm ve onun kurumları ile aynı kefeye konmak suretiyle genç beyinler zehirlenmektedir? İslâm’da hiçbir surette yeri olmayan, fakat varmış gibi gösterilmeye çalışılan teokrasi kavramı, orta öğretim müfredatından çıkartılmalı veya İslâm’dan, hilafet sisteminden ve Osmanlı Devletinden bağımsız olarak yerli yerinde yani kendi fikri/tarihî bağlamında anlatılmalıdır.
Prof. Dr. Ali SEYYAR
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi
Selamlar tarih anlayışımız sağlam mukayeseli ve doğru bir düzen yerine ısmarlama ve kişilerin bakış açısına göre yorumlamış bazı önkabullere göre yazıldığı için Batılı kavramlara göre bir mantık ile işleniyor maalesef İlk halifeler(Emirler…) Sonrakilerin halife sıfatını kullanmaları…
Osmanlı’nın da kullanması tamamen siyasi ve yönetim biçimi olarak yaşanmış fakat sanki din devleti gibi görülmesi yanlıştır,Siyaseten meşruiyeti sağlamak için olan bir uygulama şeyhülislama padişah görev veriyorsa,Din de siyasetin emrinde istemekte istemesekte.