Lisanlar canlı organizmalardır.
Dış şartlardan etkilenirler ve zaman içinde onlara uyum sağlarlar.
Bu uyum sağlama kimi zaman başka lisanlardan yeni kelimelerin/kavramların ithal edilmesi, kimi zaman da bazı kelimelerin/kavramların zaman içinde anlam kaymalarına uğramaları şeklinde olur.
Sözgelimi 15. yüzyıl Türkçesinde “çalışmak” kelimesi/kavramı, günümüzün Türkiye Türkçesinde taşıdığı anlamdan çok farklı olarak “savaşmak” anlamını taşır!
Nitekim atayurdum Kosova’nın Prizren şehrinde ve Balkanların hâlâ Türkçe konuşan diğer şehirlerinde, günümüzün Türkiye Türkçesindeki “çalışmak” anlamında “işlemek” kelimesi/kavramı kullanılır.
Bu anlam kayması kendiliğinden gerçekleşir.
Bir de zorla dayatılan anlam kaydırmaları vardır ki, bunlar kötü maksatlıdır ve zihinlere yerleştikleri zaman son derecede tehlikeli sonuçlara yol açarlar!
Sözgelimi Arabcadan gelip – artık bugün genç kuşak tarafından pek kullanılmasa da – Türkçeleşmiş olan “nâfile” kelimesine/kavramına belli çevreler tarafından olumsuz bir anlam yüklenmiştir.
Türk Dil Kurumu “sözlüğü”ne bakarsanız “nâfile” kelimesi/kavramı için iki açıklama bulursunuz: “yararsız” ve “boşuna, boş yere”!
Nitekim gündelik hayatta genellikle bu anlamda kullanılır.
Eyvâh!
Türk Dil Kurumu “sözlüğü” ayrıca “din bilgisi” bağlamında “Fazladan kılınan namaz veya tutulan oruç” açıklamasını getirmiş!
Vah ki eyvâh!
Sünnet-i Rasûl-i Ekrem’in (ASVS) hiç kuşku yok ki, en önemlilerinden ve en değerlilerinden olan “nâfile namaz”lar ve “nâfile oruç”lar, Türk Dil Kurumu “sözlüğü”ne göre “fazladan” oldukları için – hâşâ!- “yararsız” ve “boşuna, boş yere” öyle mi?
Yazıklar olsun!
Zihinlere iyice yerleşmiş olan bu “konnotasyon”, yâni “alt çağrışım”ın zararlı etkisini silip ortadan kaldırmak artık neredeyse mümkün değildir maalesef.
Bu tür son derecede tehlikeli sonuçlara yol açan ve bilinçli olarak dayatılmış bir anlam çarpıtmasına uğratılmış bir de “nazar” kelimesi/kavramı var ki, onun, deyim yerindeyse, serüvenini başlı başına bir yazıda ele alıp irdeleyeceğim İNŞAALLAH.
Bu uzunca girizgâhı yapmamın sebebi, son günlerde kullanımı iyice yoğunlaşan “millî” ve “milliyetçi” kelimelerini/kavramlarını irdelemek.
Bunun için bu kelimelerin/kavramların kökünde yatan “millet” kelimesine/kavramına bakmamız gerekir.
“Millet” Arabca bir kelimedir.
ALLAH’ımız, celle şânuhu, mubârek Kur’ân’da büyük İslâm peygamberi Hz. İbrâhîm’den (AS) bahsederken tam altı yerde “Millet-i İbrâhîm” ifâdesini kullanır.
Nitekim bütün Mü’min/Mü’mine Muslimanlar kendilerini “Ümmet-i Muhammed” ve “Millet-i İbrâhîm” olarak tanımlarlar ve bununla şeref bulurlar.
Merhûm üstâd Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır “İslâm Hukuku ve Fıkıh Istılâhları Kamusu” adlı eserinde millet kavramını şöyle açıklar:
“Şehristânî’nin “Milel ve Nihâl” adlı eserindeki açıklamalara göre DÎN, ŞERİ’ÂT, MİLLET denilen şeyler gerçekte ve aslında aynı şeylerdir. Fakat anlam değeri ve kavram olarak her biri bâzı açılardan birbirinden ayrılır. Dolayısıyla, itikâdî açıdan dîn; uygulamalar açısından şeri’ât; toplumsal açıdan da millet terimi kullanılır. Gerçi, inanılan ne ise, esas itibâriyle amel edilen de odur. Amel edilen ne ise, esas itibâriyle toplumsal nitelik ve kimlik kazanan da odur. Dolayısıyla, millet, toplumu meydana getirenlerin çevresinde toplandığı ve üzerinde yürüdüğü, diğer bir deyişle, toplumsal rûhun ve bilincin tâbi olduğu ve fiziksel/maddî olarak bağlı bulunduğu güçlü ilkelerdir. Millet, toplum ferdlerinin meydana getirdiği topluluk ya da toplum değil, bu topluluğun ya da toplumun peşinden gittiği ilkelerdir! Topluma ya da topluluğa “cemaât”, “kavm”, “ümmet” veya “ehl-i millet” denir.”
Bu kapsamlı açıklamadan hareket ederek “millet” kelimesini/kavramını “rûhun ve bilincin, hayat tarzının ve bütün davranışların-eylemlerin merkezine alınıp kesinlikle tâbî olunan, yâni uyulup bağlanılarak peşinden gidilen ve itaat edilen İslâm’ın Hakk ve Hakîkat kaynaklı güçlü, sağlam, sarsılmaz ve tutarlı ilkelerinin hayata geçirilmiş hâli” diye açarak tanımlamak gerekir.
Kendini “Millet-i İbrâhîm” olarak algılamak ve tanımlamak da, “büyük İslâm peygamberi Hz. İbrâhîm’in (AS) rûhunun ve bilincinin, hayat tarzının ve bütün davranışların-eylemlerin merkezine alıp kesinlikle tâbî olduğu, yâni uyup bağlanarak peşinden gittiği ve itaat ettiği İslâm’ın Hakk ve Hakîkat kaynaklı güçlü, sağlam, sarsılmaz ve tutarlı ilkelerinin hayata geçirilmiş hâli”yle şereflenmiş olmak demektir.
Peki, kendini günümüzde “milliyetçi” olarak tanımlayanlar bunun şuurunda mıdır?
“Millî” kelimesiyle/kavramıyla tanımlanan her şey, bu aslî anlamla uyumlu mudur, bu aslî anlam doğrultusunda mıdır?
Ya 1921 yılından beri Anayasamızın 6. maddesinde yer alan “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ilkesi?
Onu da bu aslî anlamla uyumlu olarak, bu aslî anlam doğrultusunda anlayan/algılayan yorumlayan var mıdır, kalmış mıdır?
Türk Dil Kurumu “sözlüğü” en önemli Kur’ânî kavramlardan biri olan “millet”i
“Çoğunlukla aynı topraklar üzerinde yaşayan, aralarında dil, tarih, duygu, ülkü, gelenek ve görenek birliği olan insan topluluğu, ULUS”, “ulus” kelimesini/kavramını da “millet” kelimesi/kavramıyla eşitleyip tanımlayarak
kavmiyetçiliğin kapısını açtığından beri bundan kuşkum var.
“Hâkimiyet/Egemenlik” “millet”in mi, yoksa “ulus”un mu?
Ne dersiniz?
MERAKLISINA NOT:
“Ulus” kelimesi/kavramı Türkçemize 13. yüzyılda geçmiş olan Moğolca bir “siyâsî/kültürel terim”dir. Anlamı “pay, kısım, kağan ailesinin her bir üyesine tahsis edilen ülke”dir. Önce “göçebe Türkmenlerde büyük aşiret, aşiretler birliği” anlamında; daha sonra da Batı dillerinin büyük bir kısmında yerleşik olan ve genel olarak “aynı etnik aileden gelen ve aynı dili konuşan bir insan ırkı” daha dar anlamda da, “vatandaşlarıyla politik bir birim oluşturan; egemenliğinin uygulandığı tanımlanmış bir bölgede yaşayan örgütlü bir toplum” diye tanımlanan “nation” anlamında kullanılmıştır.
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), Gazze'de işlenen savaş suçları nedeniyle İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski…
Bu video bize BELAM başlığı ile gönderildi. BEL’AM için Diyanet İslam Ansiklopedisine baktığımızda şu açıklamayı…
Seçilmiş Cumhurbaşkanımızın katıldığı merasimden sonra bir gurup teğmenin sonradan korsan yeminle Mustafa Kemal’in askerleriyiz diyerek…
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi’nde alınan kararla su fiyatlarına %17,5 zam yapıldı ve her ay…
İstanbul' da Şiddetli lodos, Marmara Bölgesi'nde deniz ulaşımını sekteye uğratmaya devam ediyor. İstanbul, Bursa ve…
Ebu Cehil deistti, diğer Mekkeli müşrikler de deistti, Allah’ın varlığına inanıyorlardı ama Hz. Muhammed’in Allah’ın…