Bir zamanlar Aytunç Altındal (1945-2013), dine duyarlı kesimlere ait basın yayın organlarında devamlı misyoner tehlikesine dikkat çekerdi. Ulusalcılar bu konuya ülke bütünlüğü, Müslümanlardan misyonerlik meselesini canlı tutanlar ise dinî kaygıları açısından yaklaşıyordu.
Devlet ülke halkını bir arada tutan unsur olarak “kontrol altında tutulan İslâm’ı görüyor ve “kültürel İslâm” zemininde “Kitabî İslâm”a veya tamamen “İslâm dışılığa” bir kayma olmasını istemiyordu. Din, toplumu bir arada tutmada araçsal düzeyde değerliydi. Din ile doğrudan bir ilişkisi olmayan İşçi Partisi lideri Doğu Perinçek[1] bile bu konuda dindar insanlardan daha fazla duyarlık gösteriyordu. O dönemlerde dinî özgürlüklerini henüz elde edememiş İslâmî çevrelerin bir kısmı da misyonerlik konusunda devletçi, ulusalcı ve laik kimliği ön plana çıkan kesimlerle benzer bir retoriğe sahipti.
Peki, misyonerler gerçekten tehdit olarak görülmeli midir?
Doğrusu bu konuyu çok abartmamak gerekir. Zira Hıristiyanlar, İslâm’a karşı durabilecek teolojik imkânlardan uzaktır. İslâm toplumlarında Hz. Îsâ’nın ilâh ya da ilâhın oğlu olduğu telkininin kabul görme ihtimali pek düşüktür. Bu durumda sayıları dörde indirilmiş ve birbirini tutmayan İncillerle misyonlerler gelse ne yapabilir? Otantisitesi kaybolmuş İncil ile her kilisesi ayrı bir din anlayışına sahip Hıristiyanlar, Müslümanları dinlerinden vazgeçirebilir mi? Eğer Müslümanların imanı, doğmuş ve ölmüş olduğuna inanılan Hz. Îsâ’yı ilahlaştıranların misyonerlik faaliyetiyle elden gidecekse o zaman imanları nasıl bir imandır?
Türkiye’de gayr-ı İslâmî birçok eser okunuyor, TV seyrediliyor, internet kullanılıyor. Genç yaşlı herkes bu ifsat edici yönlere sahip unsurların etkisinde kalıyor. Bunlarla mücadele etme ve alternatifler oluşturma konusunda bir gevşeklik yaşanırken İncil ehline karşı, “İslâm’ı daha fazla anlatarak ve yaşayarak” mücadele etmek yerine dinden tümden uzak durmaya çalışanlarla “birlikte” misyonerlik konulu bir duyarlılık alanı oluşturmak ne kadar dinî/doğru bir tavırdır?
Misyonerlik yasaklansın demekle, Müslümanların tebliğinin yasaklanmasına aynı anda karşı çıkmak nasıl mümkün olur? Bu, adalet ehline yakışır mı? Biz misyonerler kadar çalışmıyorsak “Hem yatalım hem onları da zorla yatıralım!” demek tutarlı olur mu?
Müslümanların görevi, şirkin sadece Hristiyanlarda mevcut olanına muhalefet değildir. İnançlarında şirk barındıranlar, salt Hristiyanlar da değildir. Hıristiyan misyonerlerin getirdiği yanlış inanç ve uygulamalar nedeniyle onları istememek yetmez. Onların düştüğü hatalar, İslâm toplumlarında da varsa onları da etkisiz kılma mücadelesi verilmelidir.
Türkiye’de Kur’an asıl dilinden ve anlamıyla da birlikte yeterince okunur, Hz. Peygamber (s) de örnek alınırsa işte o zaman Müslümanların inanç ve pratikleindeki problemler rahatlıkla çözülecektir. İnsan ancak gösterdiği çabanı karşılığını alacaktır. Bu gerçekleştirildiğinde misyonerler gelse ne olur gelmese ne olur? Büyük ihtimalle Müslüman bir tebliğci olarak ülkelerine dönerler. Her yıl, Konya merkezli olarak yapılan ve tüm Türkiye’nin gündemine giren “Gel, gel ne olursan ol yine gel!” konulu programlar düzenleyip, bu çağrının evrensel bir çağrı olduğunu ısrarla vurgulamak ve bu davete misyonerler de icabet ettiğinde sadece onlara “Niye geldiniz?” demek üzerine imal-i fikirde bulunmak gerekir. Batıl, hak karşısında ne yapabilir ki?
[1] Şu anda Vatan Partisi Genel Başkanı.