Prof. Dr. Ali Seyyar
Ruh deyince modern bilimler içinde ilk başta psikoloji akla gelmektedir. “Psyche” (ruh, nefes, zihin) ve “logos” (bilgi, düzenli söz) kelimelerinden meydana gelen psikoloji, etimolojik olarak ruh bilgisi veya bilimi anlamına gelmektedir. İnsanın duygu ve düşünce dünyasını belirleyen süreç ile insan davranışlarının ruhî olmaktan çok zihnî kökenlerini, çeşitli davranış kalıpları arasındaki çok yönlü münasebet ve bağlantıları inceleyen pozitivist ve seküler bir disiplindir.
İlk dönemlerde ruhun bilimi olarak tanımlanan psikoloji; sonraları aklın doğası konusundaki felsefî sorunları ilgi alanının dışında bırakacak biçimde düşünmeyi bir davranış çeşidi olarak kabul eden bir tutum ve davranışlar bilimi hâline dönüşmüştür. Bugün görülmeyen bir cevher olarak kabul edilen ruh, psikolojinin dışına itilmiştir. Modern psikolojinin konusu daha çok insanın gözlenebilen faaliyetleri ve içinde bulunduğu duruma göre yaptığı davranışlardır. Dolayısıyla ruh ve insan öldükten sonra yaşayıp yaşamayacağı da psikoloji biliminin dışındadır.
Psikoloji, daha çok bir davranış bilimi olarak kabul edilebilir. Seçtiği araştırma metotlarının özellikleri de pozitivist bilimlerde uygulanan tekniklerle paralellik arz etmektedir. Mesela, modern psikoloji, müşahede (gözlem), mülakat, test, deneysel araştırma, biyografi (tek bir kişinin öz geçmişi-hayat hikâyesi) ve laboratuvar (günlük hayattaki deneylerin veya yeni bir hadiseyi doğurabilecek değişkenlerin kontrol altında tutulması) araçları kullandığı hâlde ilâhî kaynakları referans almamaktadır.
Modern Bilimler Ruhu Keşfetme Çabasında
İnsanın fizikî ve manevî (ruhî) yapısı arasındaki etkileşimin varlığı ve boyutu hakkında modern bilimler ve alternatif psikolojik akımlar, son yıllarda insanı daha yakın tanımaya yönelik bilimsel teoriler geliştirmektedir. Bunlardan bazılarını burada kısaca tanıyalım:
Hangi teoriyi itibar edeceksek edelim, gerçek şu ki, bedenî ve ruhî olaylar birbirleriyle yakından ilgilidir. Meselâ sinir sistemi, fonksiyonel olarak işlemediği andan itibaren psikolojik süreçler de hissedilememektedir. Batı dünyasında psikoloji ve diğer tabiî bilimlere mensup bilim insanları, sebep-sonuç ilkesinden (illiyetinden) vazgeçerek, daha çok beden ve ruh arasındaki entegral (tamamlayıcı-bütünsel) ilişki üzerindeki çalışmalara yoğunlaşmaktadır.
Beden ve ruh, birbirlerini tamamlayarak yeni şartlara veya oluşumlara sürekli olarak adapte olan veya uyum sağlayan “açık bir sistem”dir. Modern psikolojinin görevi, nüro-fizyolojik esaslarının yanında kendi kendini düzenleyen “açık sistem”in uyum (uyarlama) mekanizmasını da dikkate alarak, psikolojik süreçleri incelemek, izah etmek ve meselâ psiko-terapi yöntemleriyle sistem değişiklikleri ile ilgili imkânları göstermektir.
Bedenî hastalıkların tedavisi bağlamında modern tıbbın başarıları inkâr edilemez. Ancak akla/ruha bakan yönleriyle modern tıp, bir itiraz konusudur. Karahisarî, bu bağlamda itirazını iki maddede özetlemektedir:
1.) Hastalığın hakikati hakkında ilk söylememiz gereken, hastalıkların mizaçlara göre olduğudur. Başka ifadeyle hastalığın şiddeti ve tesiri esmalara göre değişir. Her hastalık, herkeste aynı etkiyi göstermez.
2.) İkincisi, şifa; hastalık olarak tecelli eden esmaya göre değişir. Yine başka ifadeyle, hastalık bir esma tecellisidir ve şifa da o esmaya göre tecelli eder. Tecelliyi anlamak, hastalığın mahiyetini anlamaktır. Hastalığın mahiyeti de şifanın hangi esma olduğunu belirler. İşte ‘tabib’ur-ervah’ bu bağlamı bilen kişidir.
Modern tıbbın hastalığın adını koymasında görülen mesele marifete dairdir. Birçok hastalık aynı belirtileri gösterir, bu sebepten ötürü de özelde akla bakan hastalıklarda tafsile girememiştir. Tafsil olmadığında şifadan da söz edilemez.
Modern tıp, benzer isimler verdiği hastalıklar için, hastanın akla ve ruha bakan yönünü ele almaksızın ve hastanın şiddet derecesine bakmaksızın genelde aynı ilacı vermektedir. Halbuki mizaç, bir esma terkibidir ki, hastalıklar bu terkip bağlamında ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla herkesin her hastalığa yakalanma riski yoktur. Yine şifa da tecelli eden esmaya göredir ki, herkeste aynı seyri izlemez. Modern tıbbın ve psikolojinin metafizikten/ruhtan mahrum olması, anlaşılacağı üzere sadece nazarî bir mesele değildir.
İslâm’da Ruh Tasavvuru
Pozitivist bilimler ve hatta manevî bilimler, haddizatında ruhun mahiyeti hakkında kesin ve doğru bilgilere sahip değildir. Yaratan’ın emrinde olan ruh hakkında zaten az bilgi verilmiştir, akıl ve idrak da ruhun özünü kavrayacak kapasitede değildir. Kur’ân’ı Kerim de zaten ruh konusunun akla kapalı olduğunu şu âyetiyle ifade etmektedir
“Bir de sana rıh hakkında soru sorarlar. De ki: Ruh, Rabbim’in emrindedir. O’nun bileceği işlerdendir. Size sadece az bir ilim verilmiştir.”[1]
Görüldüğü üzere İslâm, modern bilimler gibi ruhun varlığını inkâr etmiyor, sadece Allah, ruhun mahiyetine yönelik olarak insanlara sınırlı bir bilgi vermiştir. Bununla birlikte bu sınırlı bilgiyi elde etmek ve özellikle ruhun fonksiyonları ve tezahürleri hakkında geniş bilgi toplamaya izin verilmiştir. Müslüman âlimler de bu yönde çok enteresan bulgular elde etmiştir. Ve en önemlisi, pozitivist bilim insanlardan farklı olarak Müslüman âlimler, ruhu, zihinle veya akılla karıştırmamaktadır.
Biyoloji temelli yaklaşımlarıyla bazı pozitivist ve materyalist bilim insanları, bu karışıklıktan dolayı davranış bozukluklarının ve dolayısıyla akıl-zihin hastalıklarının sebebinin (bizim tasavvur ettiğimiz ilahî menşeli ruha tam inanmadıkları hâlde paradoksal olarak) ruh olduğunu iddia etmektedir. Bir yanılsama olarak da bu tür rahatsızlıkları “ruhsal özürlülük” olarak tarif etmektedirler. Hâlbuki ruh, Allah tarafından insanın bedenine üflenmiş ilahî bir kaynaktır. Ruh; akıl, his, şuur, irade ve vicdan gibi manevî kaynaklardan mahrum olmadığı gibi bunlar aracılığı ile bütün manevî fonksiyonlarını ifa etmektedir. Durum bundan ibaret olduğu hâlde, ruhun sakatlığından veya hastalığından bahsedilmemelidir.
O hâlde davranış bozukluklarına (aklî ve iradî olmayan davranışlara) yol açan rahatsızlığın adı “beyin hastalığı/hasarı” veya “zihinsel engellilik” olarak tanımlanmalıdır. Velhâsıl, İslâm’ın ruh anlayışını ne kadar iyi bilirsek hastalıkların tanımlamalarını da o oranda doğru yapılabiliriz. Modern bilimler, İslâm’ın bilgi kaynaklarına müracaat etmediği sürece ruhun varlığını keşfedemeyecek ve buna bağlı olarak da (psikolojik) hastalıkların teşhisini ve tedavisini de sağlıklı bir şekilde yapamayacaktır.
[1] İsra: 85.
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), Gazze'de işlenen savaş suçları nedeniyle İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski…
Bu video bize BELAM başlığı ile gönderildi. BEL’AM için Diyanet İslam Ansiklopedisine baktığımızda şu açıklamayı…
Seçilmiş Cumhurbaşkanımızın katıldığı merasimden sonra bir gurup teğmenin sonradan korsan yeminle Mustafa Kemal’in askerleriyiz diyerek…
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi’nde alınan kararla su fiyatlarına %17,5 zam yapıldı ve her ay…
İstanbul' da Şiddetli lodos, Marmara Bölgesi'nde deniz ulaşımını sekteye uğratmaya devam ediyor. İstanbul, Bursa ve…
Ebu Cehil deistti, diğer Mekkeli müşrikler de deistti, Allah’ın varlığına inanıyorlardı ama Hz. Muhammed’in Allah’ın…