Bugünlerde namazını eda etmek için etrafta kubbe ve minare arayanlar, ilk etapta cami olup olmadığına dair tereddüt yaşadıkları yapılarla karşılaşmaktadırlar. Bu bakımdan mukaddesatımızın ulu nişaneleri olan camilerimizin tıpkı Ataşehir Mimar Sinan, Çamlıca ve Taksim camilerindeki gibi tonozların yüklendiği kubbeler şeklinde inşa edilip ecdâdımızın yurdumuzun dört bir tarafına çil çil serptiği kubbelerin bir devamı niteliğine bürünmesi, mimari geleneğin devamından ziyade cami geleneğinin devamı açısından da son derece önemlidir.
Kültürümüzde câmi olarak isimlendirilen ve kelime anlamı olarak “toplanma mahalli” şeklinde ifade edilebilecek mekânlar Kur’an’da mescidyani “secde edilen yer” olarak anılmaktadır. Mescid-i Haramve Mescid-i Aksâ, mescit kelimesinin Kur’ân’daki özel kullanımları arasındadır. Kur’an mescitlerin imar, inşâ ve ihyasında izlenmesi gereken temel ilkeleri de zikretmektedir (bkz. Bakara 144, 114; Araf 29, 31; Tevbe, 17, 18, 107-108; Cinn, 18).
İslâm tarihinde mescitler coğrafya, iklim ve imkânlara göre şekillenmiştir. Rasul-i Ekrem döneminde çatısını hafif malzemenin örttüğü çevresi duvarlarla çevrili mescitlerin inşa edildiği bilinmektedir. Günümüzdeki mihrab ve minber gibi kısımların bulunmadığı bu mescitler minareden de yoksundu. Bilal-i Habeşî ve Abdullah b. Ümmi Mektum’un ezanı yüksek bir yere çıkarak okuması, mescitlere sonradan eklenen ve müezzine irtifa imkânı sunan minarenin esasını teşkil etmektedir.
Hz. Peygamber döneminde mescit, namaz ve itikâfın eda edildiği, devlet işlerinin görüşüldüğü, cezaların tatbik edildiği, savaş kararlarının alındığı, devlet temsilcilerinin kabul edildiği bir mekânın adıdır.Muhtaç kişi ve talebenin iâşe ve ibâtası için inşa edilen suffede mescide bitişik bir meşruta idi.
İslam toplumunda yerleşim birimleri cami merkezliinşa edilir (Yunus, 87). Bu bakımdan mahallenin merkezinde olan cami sosyal hayatın da merkezine alınmış olur. Sosyal hayatı camiler etrafında kümelenemeyen toplumların, namazı ötelediklerine şahit olmaktayız. Her namaz vaktinde Mescid-i Haram’a Rabbimiz’e çevirmemiz gereken yüzlerimiz (Arâf, 29) şimdilerde nerelere çevrilmiş durumda?
Modernite hayatımızın merkezinden çıkardığı camilerin yerine yeni mabetler ikame etmekte geç kalmamıştır. Birer ucube timsali alışveriş merkezleri bu modernitenin ve kapitalizmin mabetlerideğildir de nedir! Buraların en dip köşesine sıkıştırılan mescitlere de aldanmamak gerek. Bu mescitlerin, gelenlerin namazlarını eda etmelerinden ziyade namaz kılanların da gelmesi için açıldığı izahtan varestedir.Son zamanlarda bu mekânların mescit yerine dua odası(prayer room) şeklinde isimlendirilmesi de salyangozu her mahalle sakinine satabilmenin bir oyunu anlaşılan.
Öte yandan modernitenin İslâm mimarisine etkileri de dikkatlerden kaçmamalıdır. Kadîm camilerimiz ibadetin huşuunu temin için loş bir aydınlatmayı mümkün kılacak bir mimariye sahipken modern tarzda inşa edilen camilerin akvaryum misalidört bir tarafının camlarla çevrelenmesi göze hoş gibi görünse de ibadetin huşuunu temin açısından menfi bir durum arz edebilmektedir. Ayrıca İslâm’ın ebedîlik mefkûresini yansıtan dairesel motiflerin buna zıt bir mana içeren üçgen, kare gibi şekillere evrilmesi de modernitenin bir başka etkisidir.
Bugünlerde namazını eda etmek için etrafta kubbeve minarearayanlar, ilk etapta cami olup olmadığına dair tereddüt yaşadıkları yapılarla karşılaşmaktadırlar. Bu bakımdan mukaddesatımızın ulu nişaneleri olan camilerimizin tıpkı Ataşehir Mimar Sinan, Çamlıcave Taksim camilerindeki gibi tonozların yüklendiği kubbeler şeklinde inşa edilip ecdâdımızın yurdumuzun dört bir tarafına çil çil serptiği kubbelerin bir devamı niteliğine bürünmesi, mimari geleneğin devamından ziyade cami geleneğinin devamı açısından da son derece önemlidir.
Estetik cami mimarisinde mutlaka ihtişamla buluşturulmalı, yâr u ağyâr dinimizin yüceliğini camilerimizden izlemelidir. Mimarlarımızın “kökü mâzide olan bir âtî” edasıyla hareket ettiklerinde camilerimizin hak ettiği yeri kazanacağı ümidindeyiz. Yahya Kemal’in Süleymaniye’de Bayram Sabahışiirinin şu satırları Süleymaniye Camii’nin dinimizin ulviyetinin bir göstergesi kılındığını ne güzel ifade etmektedir:
Ordu-milletlerin en çok döğüşen, en sarpı
Adamış sevdiği Allah’ına bir böyle yapı.
En güzel mabedi olsun diye en son dinin
Budur öz şekli hayal ettiği mimarinin.
Görebilsin diye sonsuzluğu her yerden iyi,
Seçmiş İstanbul’un ufkunda bu kudsî tepeyi;
Taşımış harcını gazileri, serdarıyle,
Taşı yenmiş nice bin işçisi, mimarıyle.
Hür ve engin vatanın hem gece, hem gündüzüne,
Uhrevi bir kapı açmış buradan gökyüzüne,
Taa ki geçsin ezeli rahmete ruh orduları,
Bir neferdir bu zafer mabedinin mimarı.
Ulu mabed! Seni ancak bu sabah anlıyorum;
Ben de bir varisin olmakla bugün mağrurum;
Bir zaman hendeseden abide zannettimdi;
Kubben altında bu cumhura bakarken şimdi,
Senelerden beri ru’yada görüp özlediğim
Cedlerin mağfiret iklimine girmiş gibiyim.
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi