“İslâm’ın geleneksel kölelik gibi onunla aynı zâlim rûhu taşıyan modern köleliği de red ettiği açıktır. Şimdi bu konuya açıklık getirmeye çalışalım. Önce geleneksel kölelik gibi modern köleliğin ana sebebinin de İslâm’dan sapma olduğunu ve kurtuluşun da ancak İslâm’a dönüşle mümkün olacağına işaret edelim.
Kısmen devam etmekle birlikte insanlığın geleneksel kölelikten büyük ölçüde kurtuluşu görünürde elbette bir başarıdır ve gelişmedir. Ancak geleneksel köleliği doğuran “Allah’ın egemenliğini tanımaz maddeci yapı” varlığını sürdürdüğü için kölelik ve odalık sistemi yeni boyutlar kazanarak daha kapsamlı, daha zâlim ve daha sömürücü olan modern köleliğe dönüşmüştür. Üstelik milyonları değil milyarlarca insanı boyunduruğu altına almıştır. [1]
YERYÜZÜ İNSAN İÇİN YARATILMIŞTIR
Allah gökleri ve yeryüzünü insan için yaratmıştır. İnsanı da kendi zâtına ibâdet etmesi için halketmiştir. Daha açık bir anlatımla ona, kendi egemenliğini tanıması, Peygamberleri aracılığıyla bildirdiği İslâmî çizgide yaşaması ve kendisini ilâhlaştırmak veya köleleştirmekten kaçınması için hayat bahşetmiştir. Ebedî kılacağı Cennet’i ibâdet görevini üstlenecek, Cehennem’i de egemenliğini tanımayacak ve kabullenmeyecek insan için hazırlamıştır.
Genelde bütün Peygamberlerin özelde Hz. Muhammed’in teblîği olan İslâm, Allah’ın egemenliğini sembolize eden kurallar bütünüdür.
Yüce Allah, mutlak egemenliği yalnızca kendi zâtına özgü kıldığını, kendilerine irade hürriyeti verdiği insanlara Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle açıklar:
[“… Dikkat edin, yaratmak ve kanun koymak hakkı O’nundur.”
“… Elbetteki emir vermek ve yasaklamak hakkı yalnız Allah’ındır. O, ancak kendi hâkimiyetini tanımanızı emretmiştir. İşte gerçek din ancak budur. . .”
“Allah hâkimler hâkimi değil mi?”][2]
Müslümanlar, varlığına ve yüce sıfatlarına inanmalarının gereği olarak Allah’ı mutlak hâkim (egemen) olarak kabul etmekle mükelleftirler.
Allah, kayıtsız şartsız egemendir. Onun egemenliğini kabulde gerçek özgürlük vardır. O, emirleri ve yasakları ile belirlemediği alanlarda hâkimiyet hakkını evrensel kıldığı elçisi Hz. Muhammed’e vermiştir.
-Salât ve selâm üzerine olsun- O’nun, buyruklarıyla açıklık getirmediği alanlarda ise hâkimiyet, toplumun îmanlı fertlerinin kendi aralarından adâlet, liyâkat ve şûra (seçim) yöntemiyle seçip görevlendireceği bilgili yöneticilere bırakılmıştır.”[3]
Allah’ın egemenliğini yansıtan İslâm Dîni, değişmezleri-değiştirilemezleriyle insan hayatını bütünüyle kuşatan ve insanın insanı sömürmesini engelleyen ilâhî bir nizamdır. Onun değişmez-değiştirilemez düstûrlarını şöylece özetleyebiliriz:
DEĞİŞTİRİLEMEZLERİYLE İSLÂM
“Allah’ın egemenliği, bütün ferdî ve toplumsal egemenliklerin üstündedir. Renk ve dil farklılıkları içinde insanlar insan olarak hür ve de eşit haklara sahip olarak doğarlar. Üstünlük Allah’a îmanda ve O’nun buyruklarına göre yaşantıdadır.
Allah’a açık isyan ve insan hakları ve özgürlüklerine tecâvüz eylemleri dışında hürriyetler sınırlandırılamaz. Can-mal -mesken dokunulmazlığı, vicdan ve dîn hürriyeti, örgütlenme, öğretim, seçme ve seçilme hakları gibi temel haklar ve özgürlükler, Allah’ın verdiği görev nitelikli çiğnenemez ve devredilemez değerlerdir.
Adâlet, liyâkatlileri görevlendirme, şûra (danışma- seçim) yönetimde esas alınacak kurallardır. Sözlü, yazılı ve fiilî eylemlerle faydalılara yönlendirip zararlılardan sakındırma, güçleri ölçüsünde bütün fertlerin katılım görevleridir. İnsanlara zulüm ve canlılara işkence yasaktır.
Allah’ın koyduğu yasalar ve bu yasalarla bağlantılı aklî prensipler herkesi bağlar. Akitlere ve sözleşmelere bağlılık görevdir. Cezalar şahsidir. Yargı kararıyla suça bire bir ceza yöntemi olan kısas ilkedir. Barış esastır. Toplumsal hayatın kaynağı ve nesillenmenin yöntemi, nikâh akdine dayalı aile düzenidir. Mîras haktır. İnsan öldürme, zinâ, zinâ iftirası, hırsızlık ve meşrû yönetime silâhlı başkaldırı cezaî müeyyideli yasaklardır. Bu ilâhî yasaklar yanısıra inançlara baskı, içki, kumar, fâiz, rüşvet, zulüm ve iftira gibi haramlar-yasaklar meşrûlaştırılamaz fiillerdir. İnancı ne olursa olsun saldırgan olmayan herkese adâletli olmak, hukûkî ve ikramkâr olmak da ahlâkî görevdir.
Hayatın amacı, bu temel buyruklar-düstûrlar, namaz, oruç, zekât ve hac gibi özel ibâdetler çizgisinde kulluk bilinci içinde yaşayarak ebedî hayatın mutluluğuna ermektir.” [4]
İslâm’a bu çerçeve içinde inanmak, insanın insan üzerinde ancak Allah’ın koyduğu ve Hz. Muhammed’in açıklayıp örneklendirdiği değiştirilemez kurallar çerçevesinde egemenlik kurulabileceğini kabul etmektir. Değiştirilemez düstûrların belirlemediği alanlardaki yasal çerçeveyi belirleyecek otorite ise akıl, ilim ve çoğunluğun onayladığı görüştür.
Sırasıyla vahiy, akıl, ilim ve toplumsal çoğunluğun îmanî ve yasal otorite olacağı bir sosyal yapıda, mutlak anlamda insan insana egemen olamaz, insan insanı sömüremez, çıkarları gerektirdiği için insan üzerinde zâlimleşemez. Ama demokrasilerde olduğu gibi, insanın insan üzerindeki yasal, fakat sınırlı egemenliğini mutlak bir egemenlik olarak algılayanlar, bir diğer ifadeyle insanı, Allah’ın yerine hayatın merkezine koyarak tanrılaştıranlar köleleştirme yolunu açarlar. Özetlersek İslâm dışılıkta kölelik mukadderdir.
Yaşadığımız dönemde olduğu gibi Kur’ân’ın Mele’ ve Müstekbir olarak isimlendirdiği siyasîler, bürokratlar, ilmî- askerî rical ve kapital sahipleri gibi yaşadıkları toplumda nefisleri adına egemenleşen inkârcı zâlimlerin tanrılaşma veya köleleştirme atılımları kaçınılmazdır. Çünkü bu gibi egemen kadrolar, kendilerini zulümleriyle ma’nen tanrılaştırmadıkça ve zayıfları rûhen ve bedenen köleleştirmedikçe insanları sömüremeyeceklerini ve onlara istedikleri gibi hâkim olamayacaklarını bilirler.
Onlar, nefislerini ve sistemlerini tanrılaştırmadıkça veya zayıfları egemenlikleri altına alarak ma’nen köleleştirmedikçe:
Maddeci temellere dayalı bir eğitim ve medya düzeni oluşturamayacaklarını, değer yargılarını değiştiremeyeceklerini, kasıtla insan öldürenler için ölüm cezasını kaldıramayacaklarını, fâizi meşrûlaştıramayacaklarını, zinâyı yasallaştıramayacaklarını, eşcinselliği onaylatamayacaklarını, haksız vergiler koyamayacaklarını, toplumun ekonomik imkânlarını kendilerinin ve yandaşlarının tekeline akıtamayacaklarını, halkın denetleyemeyeceği bir yapı kuramayacaklarını, insanları yabancı güç odaklarının yönetimine bağlayamayacaklarını, insanlığı sömürü amaçlı ittifaklar oluşturamayacaklarını bilirler.
[1]. İnternette “Modern Dünyada Kölelik” yazılarak yapılacak kısacık bir araştırma bizi, kahredici çağdaş gerçeklerle karşılaştıracaktır.
[2]. Sırasıyla bak. Araf 54; Yûsuf 40; Tin 8.
[3]. Ali Rıza Demircan, Süleymâniye Minberinden İslâm Nizamı, Beyan İst. 2008, s. 278.
[4]. Ali Rıza Demircan, Cuma Mesajları, Beyan, İst. 2008, s. 76.