Televizyonlarda dini konularda konuşan veya program yapan hocalarımız ve akademisyenlerimizin bazılarına bakınca doğrusu insanın iftihar edesi geliyor.
Neden mi? Söyleyeyim:
Söz konusu hocalarımızın ve akademisyenlerimizin maşallah bilmedikleri bir konu, cevap veremedikleri bir soru yok. Allah onları kem nazarlardan korusun, milletimize memleketimize bağışlasın. Onlar müşârun bilbenan, ferîd-i zaman ve allâme-i dû cihandırlar.
Onlar başımızda olmasalar halimiz nice olur. Onların kadru kıymetini bilmeliyiz, cevaplarını dinlemeliyiz. Anlattıklarına kulak vermeliyiz.
– Peki önceki âlimler her soruya cevap veremiyorlar mıydı?
– Veremiyorlardı efendim, onlar her soruya cevap veremiyorlardı. Kendilerine bilmedikleri bir konu sorulunca “lâ edrî: bilmiyorum” derlerdi.
– Buna misal verebilir misiniz?
– Bunun misalleri çok. Burada size iki tanesini zikredelim:
Maliki mezhebinin kurucusu İmam Malik Hazretlerine bir defa kırk tane soru sorulmuş, bunların çoğuna: ‘La edri: bilmiyorum’ diye cevap vermişti.
İmam Azam’ın önde gelen talebelerinden biri olup Hanefi mezhebinin kurulmasında ve yayılmasında büyük rolü ve hizmetleri olan ve Abbasiler döneminde Bağdat’ta uzun müddet kadılık yapmış bulunan İmam Ebu Yusuf’a bir mesele sorulmuş, o da “bilmiyorum” diye cevap vermişti. Kendisine:
“- Bir de kadısın, Beytül-maldan şu kadar maaş alıyorsun, sonra da bilmiyorum, diyorsun, olur mu böyle şey? ” denilince, Ebu Yusuf şöyle cevap vermişti:
“- Ben bildiğim kadarının ücretini alıyorum, bilmediklerimin ücretini alacak olsaydım devletin hazinesi yetmezdi.”
Diğer taraftan onların yaygın şöhretleri veya akademik unvanları olmadığı için cevabını iyice bilemedikleri sorular hakkında ‘bilmiyorum’ demekten utanmazlardı. Utanmak şöyle dursun onlardan bunun bir meziyet olduğunu söyleyenler de vardı.
Tabiîn’in büyük âlimlerinden Şabi “bilmiyorum demek ilmin yarısıdır” derdi.
İşte onların durumu böyleydi; bilmediklerinin, bildiklerinden daha çok olduklarını söylerlerdi.
Onlar her konuyu bilmezlerdi, bilmediklerini söylemekten de çekinmezlerdi ve: “Bilmediğini bilen kendini bilir, kendini bilen Rabbini bilir, Rabbini bilen de haddini bilir” derlerdi.
Bir de onlar şimdiki hocalarımız gibi cesur değillerdi. Kendilerine bir şey sorulunca Peygamber efendimizin:
“Sizin fetva vermeye en cüretli olanınız cehennem ateşinde yanmaya en cesur olanınızdır” hadis-i şerifini hatırlarlar, kendilerinden daha iyi bilen varsa soruyu ona havale ederlerdi.
Oysa şimdiki hocalarımız onlar gibi cesaretsiz değil, her ne kadar içlerinde fiili- faili, mübtedayi-haberi bilmeyenlerin, ismi fiilden, hali temyizden ayırt edemeyenlerin olduğu söyleniyorsa da fetva vermedeki cesaretleri hususunda herkes hem fikirdir, hiç kimse onların bu konudaki cesaretini inkar edemez.
Hatta onlardan bazıları kendi görüşlerini teyit etmek için Kur’an’dan ayetler okurlar, kendilerine göre yorumunu yaparlar ve: “Bunu ben söylemiyorum, Allah söylüyor derler.” Daha bundan cesaretlisi olur mu!? Atalarımız ne demiş: Yiğidi öldür ama hakkını yeme.
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi