Atasoy Müftüoğlu’nun Yeni Şafak Gazetesi’nde yayımlanan 27 Kasım tarihli yazısında İslam dünyasının problemlerini sıraladı.
Sorunlarımız edilgenliğimizle ilgilidir
İslam dünyası toplumları için, bağımsız yeni bir ufuk açmak bağımsız yeni bir seçenek bulmak için, zihin ve düşünce dünyamıza dayatılan sömürgeci ideolojik çerçeveleri, ölçütleri, kalıpları, klişeleri ve bu klişelerin oluşturduğu sahte-ırkçı-yalancı evrenselcilikleri bütünüyle reddetmek, parçalamak gerekiyor. Yeni bir ufuk için, yeni ve kapsamlı bir içerik üretilmesine ihtiyaç olduğu açıktır. Yeni bir ufuk açılmadığı takdirde, yeni umutlardan da söz açılamaz. Yeni bir ufuk açılmadığı, bağımsız İslami bir seçenek oluşturulmadığı takdirde, kendimizi, hiç bir alanda otoritesi/meşruiyeti/belirleyiciliği/iradesi olmayan, sadece bireysel dindarlık biçiminde ifadesini bulan tuhaf-muğlak bir “din’e” nisbet etmeye devam edeceğiz demektir.
İsrail, din-siyaset bütünlüğü, içiçeliği temelinde bir siyasal rejimle yönetilirken, bu bütünlük ve içiçelik her türlü sorgulamadan muaf tutulabilirken, bu bütünlüğe yönelik herhangi bir eleştiri Antisemitizm olarak mahkum edilirken, bu tür eleştiriler şiddetle susturulurken; aynı şekilde serbest piyasa ideolojisi de her türlü eleştiriden bağımsız ve dokunulmaz kılınırken, bu ideolojiye yönelik her türlü eleştiri “özgürlük ve demokrasi düşmanlığı” olarak etiketlenerek etkisiz hale getirilebilirken; öte yandan AB tüm sekülerlik iddialarına rağmen Katolik hassasiyetler temelinde politika üretir ve İslam-Müslüman karşıtı bir tavır geliştirirken; İslam-siyaset ilişkilerini İslami temelde gereği gibi tanımlayamamak, konumlandıramamak ve bu ilişkilere meşruiyet kazandıramamak, seküler politikalara/yapılara mahkumiyeti sürdürmek, kabul edilebilir, anlaşılabilir, onaylanabilir bir şey değildir.
YENİ BAŞLANGIÇ İÇİN ADIM ATILMALI
Askeri neoliberalizm çağında, sömürgeci dilin/bilginin/dünya görüşünün, sömürgeci yapıların belirleyici müdahalesi altında, tabi halklar/toplumlar ve kültürler halinde hayatlarımızı sürdüremeyiz. Biz Müslümanlara sunulan ideolojik-ırkçı her çerçevenin saçmalığını görerek, bu çerçevelerle ilgili kapsamlı/derinlikli/nitelikli yapısöküm çalışmaları yaparak, bilincimizi ve ufkumuzu daha güçlü-etkili kılarak, yeni bir başlangıç yapabiliriz. Aklî, fikrî, ahlakî, kalbî ihtiyaçlarımızı yeniden gözden geçirerek, bu ihtiyaçları acilen karşılamak zorundayız. İslam’ı özel alana hapseden zihniyetin/yaklaşımın/iradenin/otoritenin hiç bir şekilde meşru olmadığını söylemek ve bu söylemi toplumsallaştırmak durumundayız. Özel alanın gizli kalması gereken şeyler alanı olduğunu, kamusal alanın da açıklanması, somutlaştırılması gereken şeyler alanı olduğunu hatırlamak ve hatırlatmak gerekir.
Kendi varoluşunun bilincinde ve farkında olan her Müslüman, ancak her tür etnik aidiyet asabiyetinin ötesine geçtiğinde İslam’a dahil olabilir. Ortak İslami dili, düşünceyi, kültürü ve bilinci kaybettiğimizde, evrensel insanlık ailesiyle iletişim kuramayız. Müslümanlar, yerel, bölgesel, ulusal ilgilerini, hassasiyet ve dikkatlerini koruyarak, kendilerini dünya düzeyinde konumlandırırlar. Ulus-üstü kültürel-siyasal bütünün gerçekleştirilmemesi konusunda İslam ülkeleri yönetimlerinin geçerli sayılabilecek hiç bir mazeretleri olamaz. Sözünü ettiğimiz kültürel-siyasal bütün, ulus-devlet realizmleri sebebiyle gündeme getirilemiyor.
İSLAMI KONTROL ETMEK İSTEYEN JEOPOLİTİKA
Günümüz dünyasında yaşanan çatışmaların kaynağında ekonomik, politik nedenlerden çok ideolojik-ırkçı nedenler var. Küresel-emperyal güçler, dünyayı, her şeyden önce ideolojik ve kültürel egemenlik yoluyla kontrol etmek istiyor; bu yollarla da halen bu kontrolü istediği gibi sürdürebiliyor. Petrolün, enerji kaynaklarının kontrolünden çok, İslam’ı kontrol etmek isteyen bir jeopolitika ile karşı karşıya bulunduğumuz halde, İslami bir jeopolitikaya sahip değiliz. Bugün karşı karşıya bulunduğumuz pek çok gayrimeşru şiddet biçimine, intihar bombacılığı örneğinde de görülebileceği üzere, asimetrik savaşların neden olduğunu görmek, bilmek, anlamak gerekiyor. Emperyalizm kendi sınırları dışına şiddet ihraç ederken, o şiddete maruz kalan toplumlar da şiddetle cevap veriyorlar. Tarihin pek çok döneminde olduğu gibi bugün de, emperyalist ülkelerin tarihleri kendi sınırlarının dışında vücut buluyor.
Popülizmin, hamasetin, gösterinin, manipülasyon ve propagandanın kurumsallaştığı toplumlarda, yapısal bir değişim ve dönüşümden, yeni bir ‘dil’den, yeni bir bilinç ve inşadan söz edilemez – nitekim edilemiyor. Bu tür toplumlarda insanlar tarihsel gerçekliğin farkına varmadan, nesne konumunda yaşıyor. Varlığımızın, varoluşumuzun belirleyici olabilmesi için, hayatı ‘farkına vararak’ yaşamamız gerekir. Bugün hayatlarımızı nesne konumunda sürdürdüğümüz için, dünyayı algılama tarzımızın temelinde İslami ilkeler yok.
SİSTEMATİK ŞİDDETE MARUZ KALIYORUZ
Gerçeklikle başa çıkamayan toplumlar ve kültürler, hamasete başvurarak işin içinden çıkmaya çalışırlar. İslam dünyası toplumlarının, tarihsel çözümlemeler yaparak, modern dünya sisteminin yapısal özelliği olan sistematik şiddeti görmeleri gerekir. Batı dünyası, neredeyse onbirinci yüzyıldan bu yana düşman olarak konumlandırdığı İslama karşı, binyılcı Hıristiyanlığa dayalı ütopyacı siyasal projeler üretiyor. Bu projeler yoluyla emperyalizm ve sömürgecilik, her dönemde haklılaştırılabiliyor. Bu nedenledir ki, bugün, siyasal demokratik-liberal proje, dini unsurlarla tahkim edilerek, şiddet yoluyla gerçekleştiriliyor. İslam dünyası toplumları, taşlaşmış teslimiyetçilikler sebebiyle, sonu gelmez ertelemeler biriktiriyor. Toplumlarımızın, sömürgeci-kolonyalist paradigmadan özgürleşmedikçe hiç bir yenilenmenin, yeniden inşanın, bağımsızlaşmanın gerçekleştirilemeyeceğini anlamaları gerekir. Mağduriyet ve mahkûmiyetimiz, edilgenliğimizle ilgilidir.
YENİŞAFAK
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi