Türkiye’de entelektüel denilince, akla laik, solcu, sosyalist, batıcı, çağdaş… kavramlarıyla nitelendirilen kesimler ge(tiri)lmektedir. Sosyal bilimler, siyaset bilim ve iktisat gibi sahalar, bu zevata, yani “Tanrı’nın seçkin kullarına” (!) özgü olarak düşünülmektedir. Bilim, felsefe, teknoloji, düşünce, sanat, edebiyat âdeta “bu ülke”nin beyazlarına verilmiş kutsal bir “hediye”dir.
Anadolu insanı “muhafazakâr” ise, bir takım iddiaların temsilcilerine göre, tek tip ve kalıplarla düşünen, bahsi geçen alanlardan bihaber, üretemeyen, korkak, sinik, mevcudu yitirmenin/kaybetmenin kaygısını ve tedirginliğini yaşayan, “maraba” ve sığ insan olarak sunulmaktadır.
Cumhuriyet döneminin seçkinleri, onlarca yıldır bu türden bir söylemin “acentalığını” yaptılar. Onların mirasçıları da bugün aynı nakaratı tekrarlamaktadırlar. Ne yazık ki, kendileri ve babaları/ataları da bu çevrenin insanı olan bir takım “kompleks” erbabı “entel” zevât, “öteki” çevrelerle koroya eşlik etmenin dayanılmaz hazzını yaşamaktadırlar.
İçinde doğduğu, yetiştiği, ruh aldığı mahalleri, geri kafalı, gelişmemiş, geliştirilmesi de mümkün olmayan “bidon kafalı, göbeğini kaşıyan, ağzı lahmacun kokan, çarıklı” insan kümeleri olarak horlayan ve tahkir eden söylemlere “yandaş”lık yapan aşağılık kompleksli insanlar, başka bir deyişle kendilerine yeni “mahalleler” arayanlar, günümüzde de mevcuttur.
Geçmişte devletin tüm imkânlarıyla ilim, eğitim, ticaret gibi sektörlerini ellerinde bulunduranlar ve onların mirasçıları, bugün kaybettikleri mevziler için ağıtlar yakmakta, iç çekişlerini gizlemek için de “muhafazakâr zihnin fakirleşmesi”, “muhafazakâr entelektüel olabilir mi?”, gibi başlıklarla güdümlü ve manipülatif yazılara imza atabilmektedirler.
“Muhafazakâr”ları dışlayıcı, ötekileştirici, “entelektüel duruştan” yoksun insan müsveddeleri; laikler, liberaller, sosyalistler, ateistler, feministleri ise, kapsayıcı, kucaklayıcı, her türlü fikir ve ideolojiye açık “çağdaş” evrensel, özgür ve yaratıcı topluluklar olarak takdim etmektedir.
Bu yaklaşımları benimseyenler, toplumu “ayrıştıranların” muhafazakâr ve onların siyasal temsilcilerinin söylem ve eylemleriyle gerçekleştiğini söylerken, asıl “kutuplaştırmayı” ve ötekileştirmeyi kendilerinin yaptığını çok diplomatik bir söylemle gizleme ve ambalajlama maharetini göstermektedirler. Acınacak durum ise, bu önyargılı ve tepeden bakan tanımlayıcı “entelektüel” (!) bakış açılarını, itham ettikleri “mahalle pazarlarında” kutsal bir bilgi olarak sergilemeleridir.
Bugün Türkiye’de entelektüel olarak zengin birikim ve üretim sahiplerinin laik, seküler ve marjinal yaşam tarzlarını benimsemiş kimseler olduğunu iddia etmek, gülünç ve bir o kadar da karşılığı olmayan “yandaş” bir tavırdır.
“Muhafazakârları”, iktidar olmanın “dayanılmaz hazzını” yaşayan yaratıklar olarak nitelendirmek ve onları entelektüel birikime hiçbir katkı sunmamakla itham etmek, büyük bir hakaret ve gelişmemişlik gösterisidir. İktidar ve siyasetin lütuflarından gayri meşru ve gayri ahlâkî biçimde nemalananları, ideolojik ve siyasi tanımlamalarla izah etmek gerçekçi değildir. Çıkar, menfaat ve ihtiraslarının kölesi olanlar her dönemde ve toplumun her katmanında bulunur. Bugün, yerel-ulusal yönetimlerde de, farklı siyaset kulvarlarında olan, “mahir ve uzman” fırsatçı ahlakî özelliklerini yitirmiş insanlar görülebilir.
Laik, seküler, çağdaş, ilerici gibi isimlerle tanımlanan kimseler içerisinden son yıllarda ulusal ve uluslararası kaç tane entelektüel, bilim insanı, düşünür, sanat adamı çıkmıştır. Aktüel siyasette, kaç tane teorisyen, dış politika ve iktisat uzmanı, sosyal politikalar uzmanı vardır? Bu söylenen çevrelerden ülkenin sorunları ve uluslararası ilişkileriyle ilgili kaç tane rapor hazırlanmış ve özgün politika üretilmiştir. Bununla birlikte konu eser vermeye geldiğinde, bu “entelektüel” kesimin varlığı neredeyse hiç görülmemektedir.
Entelektüel olduğu söylenen bu kesimler, slogan, şiddet, kaos ve kargaşanın ülke genelinde egemen olması için her türlü fırsat ve boşluğu kullanabilmektedirler.
Elbette, muhafazakâr olarak takdim edilen kesimlerin, her alanda mükemmel olduğu iddiasını seslendirmek de gerçekçi değildir. Ancak, şu unutulmamalıdır ki, eğitim, bilim, hukuk, sanat, edebiyat, felsefe sahalarının “gerçek sahipleri”, Anadolu çocuklarını bu alanlara yıllarca yaklaştırmadılar. Buna rağmen, bugün “muhafazakâr mahallenin” entelektüel pazarları yayınevleri, nitelikli yüzlerce eseri (kitap ve dergi), okuyucusuyla buluşturmaktadırlar. Çeşitli konularda donanımlı ilim adamlarımız son derece özgün bilimsel tezlere imza atmaktadırlar. Yayın faaliyetleri takip edildiğinde, muazzam sayıda nitelikli eserin yayımlandığını görülecektir.
Özetle, artık gizlenmiş ideoloji sahiplerinin “objektif” değerlendirmeler adı altında, başka “mahallere” ve onların onurlu/şerefli sâkinlerine parmak göstererek elbise biçme zamanları, tarihin behrinde kalmıştır. Entelektüel(lik) zihniyet, slogan, söylem ve başkalarını tanımlamakla değil; bilgi, bilim ve erdem üretmekle gerçekleşir.
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi