İdeal sahibi her insanın hayat tarzını ve dünya görüşünü belirleyen ilkeleri vardır. Bu ilkeler, idealine sahip, idealinde ciddi kişiler için olmazsa olmazlar ve kimliğini belirleyen kriterlerdir. İdeal sahibi kişiler, kendi inandıkları sınırları, hayat tarzını, ikinci kişilere de anlatmak ve insanları davet etmek durumundadırlar. Yani kendisinin sahip çıktığı değerleri başkaları da bilsin ve yaşasın ki, idealindeki hayat tarzı, toplumu kuşatan bir hüviyet kazanabilsin.
Biz Müslüman kimliğine sahip olan kimseler olarak, muhalif kimliği en belirgin olması gerekenleriz. İdealimizdeki Rabbani ölçüler de doğası gereği kendi dışındakileri keskin bir dille ret ederek cahili olarak nitelemektedir.
Müslüman olduğunu söyleyip de, cahili olarak nitelendirilen beşeri düşüncelere, hayat tarzlarına muhalefet etmeyenler, karşı çıkmayanlar, bunların yanlış olduğunu ifade etmeyenler, cahili düşünce ve sistemlerden memnun olanların kimliklerinde ciddi bir sorun var demektir. Adıyla barışık bir hayat yaşaması istenen Müslümanın, ilk kabul etmesi gereken ilkenin, İslam dışındakileri red etmek olması gerektiği herkes tarafından bilinen bir gerçektir.
Yeryüzüne Hak’tan gayrı her türlü anlayış ve hayat tarzının hakim olduğu günümüzde Müslümanın şerre, beşeri ideolojilere karşı muhalefeti çok daha şiddetli olmalı, bu netliğini de keskin bir dille ifade etmelidir. Bir Müslüman düşünün ki; yaşadığı cahili sistemden memnun olsun, Allah rızasına aykırı uygulamalardan rahatsız olmasın. Zalimlerle ve müstekbirlerle barışık yaşasın, onların icraatlarını desteklesin, hatta ve hatta yaptıklarının devamı için duacı olsun… Sonra da Müslüman kimliğinden bahsetsin. Bu durum bırakın Rabbani olanı, sıradan beşeri ideolojilerin bile doğasında olmayan bir tutumdur. Bu hal üzerinde olan kişi herhangi bir idealin sahibi değil, sadece dünyada ömrünü tamamlamak için yaşayan herhangi bir canlı mesabesindedir. Çünkü insanın idealleri varsa bir gayesi vardır, bir gayesi varsa da bir gayreti vardır. Doğal olarak da bu gayret kendi dışındakilere muhalefet etmeyi de gündeme getirir.
Bir kişi Müslüman olduğunu söyleyip, namaz kılarak, oruç tutarak, hatim yaparak bireysel ibadetlerin içinde, İslam dışındakine hiçbir tepki göstermeden, onları ret etmeden, kötülüklerine karşı çıkmadan, tağutlara, zalimlere kin duymadan, Allah’ın hakkını gasp edenlerle mücadele etmeden, Allah yolunda mücadele edenlere yardım etmeden, kafirlerle topyekün savaşmadan, safını belirlemeden hayatını Müslüman olarak idame ettirmesi mümkün değildir. Müslüman’ın muhalefeti kendi davranışlarını belirten ve kurallarını koyan rehberi, kitabı tarafından çok açık bir şekilde, hiçbir tevile gerek kalmayacak açıklıkta ifade edilmiş, Müslüman olmadan önce tağutları red etmesi istenmiştir:
“Dinde zorlama (ve baskı) yoktur. Şüphesiz, doğruluk (rüşd) dalaletten apaçık ayrılmıştır. Artık kim tağutu tanımayıp Allah’a iman ederse, o, sapasağlam bir kulpa yapışmıştır; bunun kopması yoktur. Allah, işitendir, bilendir.” (Bakara 2/256) Bu İslam dinine girmek ve o idealin sahibi olabilmek için bir ön şart olarak Yüce Allah tarafından emredilmiştir. Önce tağutu red, sonra Allah’a iman.
Günümüzdeki yeni yetme beşeri deolojilere baktığımızda, kendi dışında var olanlara karşı nasıl muhalefet ettiğini, hayatı yönlendirmek için nasıl da gayret ve cehd verdiklerini hayret ederek görüyoruz. Dayandıkları “doğrunun” kaynağı o an kullandıkları akıl terazileri. Belli bir süre sonra da kendilerinin de benimsemedikleri batıl bir ilkeler topluluğu. Fakat buna rağmen asli doğrunun kendi idealleri olduğu tezini yılmadan savunarak ötekileştirdikleri diğerlerine muhalefeti en üst seviyeden sürdürüyorlar. Müslümanların muhalefette ciddiyeti bu cahili düşünce sahipleri kadar bile olmuyorsa oturup muhasebe yapmak gerekiyor. En azıcık meyletmenin bile cezasının büyük olacağını belirten kitabımız, Allah’tan başka ilahları Rab edinen, Allah’a ve Rasulüne savaş açanlarla aramıza ebediyete kadar sürecek bir düşmanlık koyuyor.
Biz Müslümanlar salatımız kadar, orucumuz kadar, haftalık sohbetlerimiz, seminerlerimiz kadar muhalif kimliğimizi de gün yüzüne çıkarmalı, tağutla, zalimle, müstekbirlerle, beşeri ideolojilerle olan mücadelemize ve onlara karşı olan reddiyemizle ortaya çıkmalıyız. Çünkü bizler muhalefet etmezsek cahiliyeden razı olduğumuzu hal diliyle kabul etmiş olacağız. Mutlaka hakka taraf olmak, diğerlerinin batıllığını ifade eden söylemlerde ve tebliğde bulunmak zorundayız. Bizlerin yardımcısı Yüce Allah’tır. Bizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için bize mücadele yöntemlerimizi göstermektedir. Biz bu yöntemleri kendimize İlahi bir direktif olarak almalı, küfre muhalefet ve mücadelemizde sebatkâr davranmalıyız.
Geçmişte olduğu gibi bugün itibariyle de beşerden gelip hayatı yönlendiren, topluma kural ve kaideler koyan hiçbir doğru yoktur. Bugün kabul ettiklerini bir gün sonra değiştirip, helvadan putlarını yemekten asla çekinmediklerini hepimiz bilmekteyiz ki, bunu kendileri de ifade etmekte, yaptıkları yasalarda sürekli değişikliğe giderek toplumu kargaşa ortamında yönetmektedirler. Oysa bizler biliyoruz ki hak, Rabbimizden gelendir; “Gerçek (hak), Rabbinden (gelen) dir. Şu halde sakın kuşkuya kapılanlardan olma.” (Bakara 2/147) Bu asla değişmeyen, değişmeyecek olan hakikattir. Rabbe sırtımızı dayayıp, Rabbani olanın dışındakine muhalefet ve reddimizi takınmak konusunda hiçbir çekincemiz olmamalıdır.