islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,6600
EURO
35,1088
ALTIN
2.448,77
BIST
10.343,31
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Açık
31°C
İstanbul
31°C
Açık
Salı Parçalı Bulutlu
31°C
Çarşamba Hafif Yağmurlu
29°C
Perşembe Az Bulutlu
28°C
Cuma Az Bulutlu
29°C

MUHTERİS OLMAK YA DA OLMAMAK

MUHTERİS OLMAK YA DA OLMAMAK
29 Haziran 2024 09:25
A+
A-

“Aşırı sevgi ve bağlılık duygusuna” aşk denildiği gibi,  “bir şeye  aşırı istek ve  tutkuya” da hırs, deniliyor ve  ihtirâsla aynı anlamı ifade ediyor.  Bu kavramın konularına ve alanlarına göre  olumlu veya olumsuz  bir anlam içeriğine  sahip   olduğu; genellikle de olumsuz anlamda  mal, mevki ve  şöhret gibi imkânları elde etme  çabalarını ifade etmek için kullanıldığı biliniyor.  Bu  tür  bir davranış içinde  olan kimselere de  muhteris deniliyor.

Kur’an’da hırs sözcüğü bulunmuyor, fakat  bazı  olumlu davranışları anlatmak için  bu kökten türetilmiş kelimelerin kullanıldığı görülüyor. Nitekim

“Size içinizden öyle bir Elçi gelmiştir ki, sizin (dünyada ve âhirette) sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O sizin üzerinize titreyip durmaktadır ve o, inananlara karşı sevgi, şefkat ve merhametle dopdoludur.” [1] ayetinde    Hz. Peygamber’in ümmetine olan düşkünlüğü, “harîs” sözcüğü ile  açıklanıyor ve olumlu bir  anlam  içeriyor.

Sen ne kadar şiddetle arzu etsen de insanların çoğu inanacak değillerdir.”[2] ayeti de  Hz. Peygamber’in insanların iman edip hidâyete ermelerine yönelik şiddetli  bir arzuya  sahip olduğunu fakat  bu arzusunun  asla gerçekleşmeyeceğini  açıklıyor.

“Ne kadar isteseniz de kadınlar arasında tam adalet yapamazsınız.”[3] ayeti ise , birden fazla kadınla evli olan erkeklerin eşleri arasında adaletli davranma isteğine sahip olduğu, fakat  bu isteğin de  mümkün olmadığı/ olamayacağını   ifade ediyor.

Yahudilerini karakterlerini açıklayan bir ayette ise “Onları, hayata karşı insanların en hırslısı olarak bulursun; hattâ müşriklerden bile daha hırslıdırlar. Onların her biri bin sene yaşamak ister. Oysa, yaşayacak olsa bile, bu uzun ömür onu azaptan uzaklaştıracak değildir. Çünkü Allah onların bütün yaptıklarını görmektedir” [4]  denilmekte, Yahudilerin dünya hayatına olan aşırı düşkünlükleri   hatırlatılarak bu düşkünlük/ ihtiras kınanmaktadır.

Hz. Peygamber’in müminlere  olan  aşırı düşkünlüğünü ifade eden ayet, özelde  ona özgü  bir kişiliği yansıtsa da  genelde bize de bir mesaj niteliği taşıyor.  Diğer  iki ayette ise inanalar   ne kadar arzu ederlerse  etsinler, insanlardan çoğunun inanmayacakları ve  çok evlilik yapan kişilerin ne kadar  isteseler de eşleri arasında adaleti sağlayamayacakları açıklanıyor, dolayısıyla bu konularda hırslı  olmaya gerek olmadığı mesajı veriliyor.

Bu meyanda Hz. Peygamber’in de  makam hırsını  yeren [5]  ve insanoğlu yaşlansa da  onda hırs ve hasedin hep genç kaldığını[6] ifade eden  sözleri  bulunuyor.   Bununla birlikte onun insanların hayır yapma arzusunu ifade ederken hırs sözcüğünü kullandığı,[7] hatta iyilik peşinde koşan kişiye “Allah hırsını artırsın” [8] diye dua ettiği de biliniyor. Bu açıklamalar da gösteriyor ki hırs, kullanım alanlarına göre olumlu ya da olumsuz bir anlam içeriğine sahip bulunuyor.

Ne var ki  fıtratı gereği insanoğlunun mal, makam ve şöhret  konularında ihtiraslı bir davranış içinde oldukları görülüyor.  Bu nedenledir ki çoğu  insan, sahip olma tutkusuyla sürekli mal biriktiriyor; yiyemeyeceği kadar erzaka; giyemeyeceği kadar kıyafete; kullanamayacağı kadar eşyaya; oturamayacağı kadar eve sahip olmak istiyor.  Zira  bu tür insanların gözlerinin midelerinden daha aç,  arzularının ihtiyaçlarından daha fazla olduğu anlaşılıyor.  Bu nedenle bu kişiler,  yedikçe şişen, şiştikçe yiyen bir varlığa dönüştüklerinin ve doyumsuz bir  kişiliğe sahip  olduklarının  farkında olamıyorlar.  Dolayısıyla da bu doyumsuzluk, onlar için adeta bir hayat felsefesi haline geliyor. Bu felsefe ise onların dünyaya bağlılıklarını daha da artırmaktan başka bir işe yaramıyor.  Bu nedenle de  onlar, biriktirdiği paranın, eşyanın, malın-mülkün yanında ömrünü tüketiyor, ölümü ve ahireti hatırlamak istemiyor, hatta unutuyor, böylece  ömrü ile birlikte benliğini de   yitiriyor.

Bu nedenle sahip olma ve biriktirme duygusu, şayet  kontrol altına alınmaz, merhamet, paylaşma ve yardımlaşma duygularıyla dengelenmez ise zamanla ihtirasa dönüşüyor ve  tutku haline geliyor.  Sömürgeciliğin temelini oluşturan ve Kapitalizmi vahşi kılan da bu tutku oluyor. Zira bu tutku, insanı insanlığından uzaklaştırarak arzularına kul-köle yapan bir etkiye sahip bulunuyor. Bu tutku, insanı  helal-haram demeden  kazanmaya ve kul hakkı yemeğe; doğru-yanlış demeden her türlü iftira, desise ve hile ile  makam  elde etmeye  ve şöhret peşinde koşmaya  teşvik ediyor. Bu nedenle Kur’an, insandan nefsine, arzu ve isteklerine köle olmasını istemiyor ve araç  değerlerin amaç  değerler haline getirilmesini de  onaylamıyor.  Neticede insanoğlu bir gün ölmekte ve  bir buçuk veya iki metrekarelik bir mezara konulmaktadır.  Bu da onun bu dünyadaki tek yeri/mekanı olmaktadır.

Bu nedenle İslam, haramdan kazanmaya, gösterişe,   israfa,  savurganlığa, saçıp savurmaya,  servet şımarıklığına, zenginlik kibrine  ve  kendisini  müstağni  görmeye karşıdır. Buna karşılık İslam, zenginliğe, daha açıkçası  helalinden kazanan,  gösterişe kaçmayan, yaşadığı toplumun  muhtaçlarına yardım eden, doğduğu topraklara  yaptığı yatırımlarla  vefa borcunu ödemeye çalışan  hamiyet  sahibi zenginlere  ve bu tür bir zenginliğe  karşı değildir.  Nitekim  Kur’an’da  Hz. Süleyman,  serveti ile  şımarmadığı ve  daima Allah’a  şükür ettiği için övülmekte;  buna karşılık Kârûn,  servet sahibi olduğu için değil,  servetiyle şımardığı ve  kendisini  müstağni  gördüğü  için de  kınanmaktadır. Kur’an, servet sahibi insanların Hz. Süleyman gibi olmalarını, fakat  Kârûn gibi olmamalarını  istemektedir. Olumsuz bir örnek olarak da Kârûn hakkında şunları söylemektedir:

Kârûn  Musa’nın kavminden birisiydi.  Büyüklük taslayıp halka zulmediyordu. Biz ona öyle hazineler vermiştik ki, hazinenin sadece anahtarlarını bile güçlü-kuvvetli bir topluluk, zorlukla taşıyabiliyordu. Halkı ona demişti ki, ‘servetine güvenip sakın şımarma, çünkü Allah şımaranları sevmez’. Allah’ın sana verdiği bunca mal-mülk ile  ahiret yurdunu kazanmanın yollarını ara, dünyadan nasibini de unutma. Allah sana  nasıl bol bol ihsan ettiyse, sen de insanlara bol bol  ihsanda bulun. Sakın yeryüzünde bozgunculuk  peşinde koşma. Çünkü Allah bozguncuları sevmez.” [9]

Her toplumda Kârûn gibi sahip olma duygusunu, tutkuya çeviren ihtiraslı insanların bulunduğu gerçeğini de gözden ırak tutmamak ve unutmamak gerekiyor. Bu nedenle Peygamberimiz, “Adem oğlunun bir vadi malı olsa,  onun bir misli kadar daha olmasını ister. Ademoğlunun gözünü ancak toprak doyurur. Allah tövbe edenlerin tövbesini kabul eder”[10] sözüyle bu konuya dikkat çekiyor. Nitekim onun zamanında yaşadığı söylenen Sâ’lebe kıssası da bunun bir örneğini oluşturuyor.  Benzer şekilde diğer toplumlarda da   muhteris kişilerin bulunduğu ve kimi yazarlara da ilham kaynağı olduğu biliniyor. Mesela ünlü Rus yazar Tolstoy, bunlardan biridir ve   “İnsan Ne İle  Yaşar” isimli kitabında  sahip olma tutkusu ve ihtirâsı sebebiyle ölen bir çiftçinin hazin hikayesine  yer verir:

Sıradan kendi halinde bir çiftçi olan Pahom, daha zengin olma hayalini kurmaktadır.  Uzak bir yerde, cömert bir reisin karşılıksız toprak verdiğini duyunca,  gerekli hazırlıklarını yaptıktan sonra yola koyulur, reisin huzurun çıkıp talebini iletir. Reis gerçekten herkese istediği kadar toprak veren cömert biridir ve Pahom’a istediği toprağı vereceğini söyler. Reis, bir tepeye gelir ve Pahom’a eliyle bozkırı göstererek, “İşte! Gözünün alabildiği her yer bizim. İstediğin yeri seç” der ve sonrada tilki başlığını çıkarıp yere koyar, “Başlangıç burası olsun.  Buradan başlayıp tekrar buraya geleceksin. Etrafını dolaşıp geldiğin  tüm arazi senin olacak”  der. Ancak bir şartı vardır, o da güneşin doğuşu ile yürümeye başlayacak,  batmadan da yürüyüşe başladığı yere gelecektir.

Pahom, güneşin doğuşuyla beraber eline aldığı bir kürekle yürümeye başlar. Tarlalar, bağlar, bahçeler geçer. Daha çok yer elde etmenin gayreti içindedir. Çevireceği yerleri işaretlemek için küreği ile  çukurlar  kazar. Geri döneceği sırada sulak bir arazi görür ve orayı da alacağı araziye katmak ister ve biraz daha yürür. Sonra da acele ile geri döner hızla yürümeye başlar. Fakat yorulmuştur, takati tükenmek üzeredir. Bütün gücüyle  yürümeye gayret  etse de,  arzu ettiği  hızla yürümeyi bir türlü başaramaz Çok yorgun ve bitkindir. Ha düştü ha düşecek bir halde tepeye zorlukla ulaşır, fakat o anda güneş batmış ve ortalık da kararmıştır. İleriye bakar,  Reisin başlığını ve önünde duran Reisi görür. O anda dizlerin artık tutmadığını hisseder ve oraya yığılıp kalır.  Reis  ona  bakarak “Aferin! Bir sürü toprağın oldu!” der.

Pahom’un uşağı ise koşarak onun yanına gelir ve onu kaldırmak ister. Kaldırdığı  anda da ağzından kan geldiğini görür ve öldüğünü anlar, eline küreği alır, Pahom’un sığabileceği büyüklükte bir çukur  kazar ve onu oraya gömer. Bu çukur, Pahom’un  mezarıdır ve bu dünyada  sahip olduğu yegane  toprak parçası  da bu çukur olacaktır.

Kur’an’da bu duyguya şöyle temas edilmektedir:

“Kadınlar, evlâtlar, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşler, damgalı soylu salma atlar, koyun, keçi, sığır ve develer, ekinler, bağlar bahçeler insanlara çok sevimli, şirin ve güzel görünür. Hâlbuki bütün bunlar dünya hayatının geçici nimetleridir. Oysa sonunda, kalıcı nimetlerle dolu, varılacak asıl güzel yer Allah’ın katındadır. ”[11]

Peygamberimiz de bize şöyle bir uyarıda bulunur: “Senin bir şeye olan aşırı sevgin gözünü kör eder, kulağını da sağırlaştırır.”[12] 

Prof. Dr. Celal Kırca

MİRATHABER.COM -YOUTUBE-

YAZARIN DİĞER YAZILARINA ULAŞMAK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ 

[1] Tevbe, 9/128.

[2] Yûsuf, 12/103.

[3] Nisâ, 4/129.

[4] Bakara, 2/94-96.

[5] Buharî, ahkam 7.

[6] Ahmed b. Hanbel, Müsned 3/115.

[7] Buhârî,  Vekâlet, 10.

[8] Ahmed b. Hanbel, Müsned 5/39.

[9] Kasas 28/76-77.

[10] Buharî, Rikâk,10.

[11] Al-i İmran, 3/14.

[12] Ebû Dâvûd,  Edeb, 116.

ETİKETLER: ÜSTMANŞET, yazarlar
Yorumlar
  1. Fatih Sarigül dedi ki:

    Hocam harika bir yazı olmuş. Yüreğinize sağlık

  2. Muhammed Bahaeddin Yüksel dedi ki:

    Hocam nefis bir anlatım olmuş. İçerikteki hikaye de konuya harika bir örnek olmuş. Yüreğinize sağlık. Allah Teâlâ bizleri ve sizleri hırsı sebebiyle gözü ve yüreği kör olmuş olanlardan eylemesin. Âmîn