Mülteci sorununun çıkışı üzerine birkaç kelam etmeden konuya güncel boyutu içinde girmek yanıltıcı olabilir. Mülteci, insanların kendi vatanlarından zorunluluk yüzünden ayrılmaları ve başka bir ülkeye sığınmaları üzerine geliştirilmiş bir kavramsallaştırmadır. Mülteci hicret eden değil, zorunluluk yüzünden kitlesel halde kendi ülkesinden başka bir sınır ülkeye ve oradan da rahat yaşayabileceğine inandığı bir ülkeye geçiş arayışıdır. Bu bazen afetler yüzünden, bazen savaşlar yüzünden, bazen de şiddetin yükseldiği despot rejimler yüzünden gerçekleşir.
Asıl mültecilik ise, propaganda üzerinden oluşturulan algıya dayalı olarak Avrupa dışında kalan ülke vatandaşlarının Avrupa ülkelerinden birine kapağı atarak rahata ereceğine olan inançtır. Bu inancı besleyen birden fazla politik tutum öne çıkmaktadır. Ama başlangıcı, vahşi kapitalizm sayesinde meydana gelen Afrikalının köle olarak batıya taşınmasıdır. Bu mesele yeterince tartışılmadı. Yüz milyon insanın köle, yüz milyon insanın yolda telef olduğu ve yüz milyon insanın da kendi ülkesinde açlığa mahkûm edildiği bir tarihsel kesit…
Bugün de meydana gelen göçlerin kahır ekseriyeti, yine batılı güçlerin ya destek verdiği veya muhalefet ederek şiddete yönelttiği iktidarların kendi halkına yönelik yaptığı zulüm ile başlayan göçlerdir. Irak, Afganistan, Suriye ve benzeri ülkelerden göç edenlerin çoğu biraz şiddet, biraz da daha rahat şartlara ulaşma arzusu üzerinden göç etmektedirler.
Ama göçün asıl sebebi; Avrupa güçlerinin buna Amerika da dâhil, ekonomik hayatı ellerinde tutmaları, diledikleri ülkeleri ekonomik olarak felce uğratmaları, sömürü çarkının çalıştırmaları, ekonomik gelişime imkân tanımayan bir politik tutuma yönelmeleri ve kendi dışında kalan bütün ülkelerde özellikle de üçüncü dünya ülkelerinde ideolojik ayrıştırmalar gerçekleştirerek sürekli bir şiddetin varlığını süreklileştirmesidir.
Meseleyi derinlemesine ele alamadığımız zaman sorunların büyümesine katkı yapmaktan başka bir seçenek kalmıyor. Türkiye, devlet ve halk olarak kendi dışında kalan Müslüman ülkelerin vatandaşlarına zor zamanlarında sahip çıkmaktan vaz geçmemektedir. Bu vazgeçmeyiş, batıyı rahatsız etmektedir. Ayrılan fonlardan destek vaatlerini yerine getirmekten uzak durmaları bir tarafa, tekrar kendi ülkelerine dönecek bir zeminin kurulmasına yönelik her girişimi sabote etmekten geri durmamakta ve Türkiye’de de bu sorunu alevlendirerek ülkeyi kaotik bir zemine taşımaktadır. Böylece kendilerinin düştüğü durumu göz ardı ettirecek, insanların yöneliminin merkeziliğini koruyacak ve bir süre daha kendi vatandaşları üzerinden tahakkümünü sürdürecektir. Hâlbuki Suriye’den ilk göçmenlerin gelişi üzerinden neredeyse on yıla yaklaşılıyor. Ufak tefek sorunlar dışında ciddi bir durum yok. Bilakis, beklenenden daha hızlı bir entegrasyon sağlandı. Ayrıca sadece Suriyeliler değil, Pakistan ve Afganistan üzerinden de gelenler söz konusudur. Onlar burada çalışmaya başladılar ve ekonomik çarkın işleyişine katkı sunuyorlar. Elbette ki hem buradaki işveren kurnazlar, hem gelenlerin içinde kurnaz olan göçmen işçiler, arada sorun oluşturacak durumlara neden oluyorlar. Bu durumun sosyolojik olarak araştırılması ve kendi adap ve ahlakımızdan hareketle meseleyi suhuletle çözüme kavuşturma irademiz diri ve güçlü olmalıdır.
Müslümanların kardeşler olduğu şuuru unutulmamalıdır. Bu temel gerçeklik zemini üzerinden hareket edildiği zaman sorunu büyümeden çözüme kavuşturmanın meşru zemini kurulur. Sessiz İstila filmi ise bir distopya örneği olarak kabul edilerek gereken önlemlerin alınması bağlamında asli yerine oturtulmalı, yoksa üzerine bina edilecek yeni siyasi arayışların zemini kılınmamalıdır. Filme konu edinilen, gençler, ‘yurt dışına çıkıyor’ sözünün bir sosyolojik karşılığı yoktur.
Tarihin her döneminde, insanlar ve gençler, kendi ülkelerinde mutlu olamadıklarını düşündüklerinde bir başka ülkeye gitmenin yollarını arayacaklardır. Gençler özellikle propaganda üzerinden batıya özendirilmektedir. İşin aslı hiçte öyle değil! Ama bu yüzden batıya gitme arayışlarını sürdürmektedirler. Buna rağmen propagandası yapıldığı kadar çok değil! En azından istatistikler bunu söylemiyor. Her dönemde okula gitmeler, çalışmaya gitmeler vesaire olmuştur, olacaktır da… Ama ne bugün ne yarın gençler Avrupa da uzun süreli kalmayacaklardır. Çöküşün adımları kendisini belirtmektedir. Avrupa eski Avrupa değil! Gücünü sürekli kaybetmektedir. Kendi bütünlüğünü koruyamadığı gibi eski zengin ve müreffeh ülke olma pozisyonunu da kaybetme ile karşı karşıya kalacaktır. Pandemi süreci ve onu izleyen günlere bakılsın, açıkgözle görülebilecek doneler sunuldu… Ama medya aracılığı ile yerli gönüllü ajanları üzerinden sürekli propagandayı süreklileştirdikleri için gözü kapalıları uyarmak zorlaşmaktadır.
Ama su akar ve kendi yatağını oluşturur.
Türkiye geleceği olumlu parlayan ülkelerden biri, sıkıntılar olmakla birlikte bu sıkıntıları aşabilecek donanıma sahiptir. Stratejik zemini ise kendisini hem koruyan ve geliştiren bir özelliğe sahiptir. Son on yıla bakıldığı zaman söylenenin neye tekabül ettiği görülecektir. Kafayı kuma gömmeye gerek yok! Mültecilerin içinde kardeşliğe güvenen ve bu güven üzerinden minnet duyanların ağırlıkta oluşu en büyük güvencedir. Ülkemizde de gelenlerin kardeş oluşunu kabul eden bunu dikkate alanlarında ağırlıklı oluşu bu zemini ve güvenceyi güçlendirmektedir. Propagandalara takılmadan, yaşanan kiralık evler sorununu veya pahalılığın sadece buraya gönderme yaparak değerlendirmek sorunu derinliğine görememekle ve art niyetle ancak okunabilir. Çünkü aynı sorunlar her ülkede var. Pahalılık ise pandemi sürecinde meydana gelen tedarik zincirinin kırılmasına yönelik gelişmiş bir tepkidir. Bu durumu doğru okumak ve ona göre yorumlamak elzemdir. Yoksa propagandanın esiri olarak komik ve hatta acınacak duruma düşüle bilinir.
Her sorunda olduğu gibi bu sorunu da kendi tarihsel geçmişimizden devir aldığımız kültür ve ananelerimizle birlikte çözüme kavuşturabileceğimizi bilmeli ve ona göre hareket etmeliyiz. Kendi ülkesinde, kendi evinde güvenle yaşayan birinin, kendi ülkesinin dışında ve kendi evininin güveninin dışında kalan birini kıskanmak yerine acımak ve merhametle el uzatmak her aklı başında bir insanın, Müslümanın yapması gereken şeyi işaret eder…
ABDULAZİZ TANTİK