اِتَّقُوا فِرَاسَتَ الْمُؤْمِنِ فَاِنَّهُ يَنْظُرُ بِنُورِ اللهِ
“Mü’minin firâsetinden ittika edin/sakının! Çünki o ALLAH’ın nûruyla nazar eder!”
Bu muhteşem hadîs-i şerîf ısrarla hatırlatıyor bana kendini günlerdir!
Rasûl-i Ekrem’in (ASVS) “sakının, koruyun kendinizi” buyurduğu o “Mü’min firâseti” nedir acaba?
“Firâset” demek “bir şeyi, bir durumu, bir kişiyi hızlı, doğru ve derinlemesine kavramak” demek!
Hızlı…
Doğru…
… ve derinlemesine!
Hızlı kavramışsındır ama yanlış kavramışsındır; faydası yok – zararı faydasından çok!
Doğru kavramışsındır ama yeterince hızlı kavramamışsındır; geçmiş ola! “Atı alan Üsküdar’ı geçmiştir” artık!
Diyelim ki, hem doğru hem de hızlı kavradın ve lâkin derinine inemeyip yüzeyinde kaldın; sözgelimi “kukla”nın “kukla” olduğunu hemen anladın ama “kuklacı”yı göremedin! Bir kere daha geçmiş ola!
Rasûl-i Ekrem (ASVS) işte bu hızlı, doğru ve derinlemesine kavrayışın Mü’mine has bir özellik olduğunu buyuruyor.
Mü’min kelimesinin genel kapsamına giren her Mü’min/Mü’mine Muslimana yâni!
“Mü’minin firâsetinden sakının!” buyururken Rasûl-i Ekrem (ASVS) diyor ki, “Sakın ola ki Mü’min/Mü’mine Muslimanı kandırmaya, aptal yerine koymaya, hele ona tuzak kurmaya kalkmayın! Bunu asla başaramazsınız! Mü’min/Mü’mine Musliman firâseti, yâni hızlı, doğru ve derinlemesine kavrayışı sâyesinde neyin peşinde olduğunuzu, hangi oyunu oynadığınızı hemen anlar, dolaysıyla da hem gereken tedbiri hemen alır, hem de gereken tepkiyi hemen gösterir!”
Peki, Mü’min/Mü’mine Muslimana bu “firâset”i kazandıran nedir?
Cevap veriyor Rasûl-i Ekrem (ASVS):
“Çünki o, ALLAH’ın nûruyla nazar eder!”
Nazar etmek “iyice idrâk etmek üzere araştırarak dikkatle bakmak” demektir.
ALLAH’ın, celle şânuhu, “nûr”u ise mubârek Kur’ân’dır:
الَرٰ
كِتَابٌ اَنْزَلْنَاهُ اِلَيْكَ لِتُخْرِجَ النَّاسَ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ
بِاِذْنِ رَبِّهِمْ اِلٰى صِرَاطِ الْعَزٖيزِ الْحَمٖيدِ
14 İbrâhîm 1 Elif-Lâm-Râ. Bir kitâb ki, indirdik onu üzerine senin, çıkarman için her türlü kargaşanın, karmakarışıklığın tetiklediği ya da yol açtığı yaygaracı bir telaş içinde ileri-geri sağa-sola koşuşturan insanları karanlığın derinliklerinden nûra doğru Rabblerinin izniyle, sırâtına doğru el-Azîz’in, el-Hamîd’in.
Bu muhteşem peygamberî uyarıyı siyâsetin iyice keskinleştiği şu seçimöncesi günlerde, Mü’min/Mü’mine Muslimanları akılları sıra kandırmaya, aptal yerine koymaya, onlara her türlü maddî/mânevî tuzağı kurmaya kalkan yerli/yabancı her mihrak bilmeli!
Ama yalnızca onlar mı?
Mü’min/Mü’mine Muslimanlar olarak biz de bilmeliyiz elbette!
Ve eğer hâlâ kandırılabiliyor, aptal yerine konabiliyor, bize kurulan tuzaklara düşüyorsak bunun tek sebebinin, dilimize persenk ettiğimiz o “Yâ Rabbî!” seslenişinin mubârek Kur’ân’da geçtiği yalnızca iki yerden biri olan mubârek el-Furkan sûresinin 30. âyet-i kerîmesini bir daha, bir daha, bir daha okuyup kendimize çeki-düzen vermemiz gerekir:
وَقَالَ الرَّسُولُ يَا رَبِّ اِنَّ قَوْمِى اتَّخَذُوا هٰـذَا الْقُرْاٰنَ مَهْجُورًا
25 el-Furqân 30 Ve/Andolsun, dedi ki er-Rasûl: “Yâ Rabbî! Şu kesin bir gerçek ki, kavmim edindi bu el-Qur’ân‘ı hicret edilmiş!”
Vesselâm!