Abdullah Yıldız
Geçen hafta “müminlerin dostlarının sadece müminler” olduğunu ele almıştık. Bugün de müminlerin, müminleri bırakıp da İslâm düşmanı inkarcıları dost edinmemeleri gerektiğini emreden ayetleri görelim:
“Müminler müminleri bırakıp da kâfirleri velî/dost edinmesin. Kim bunu yaparsa artık Allah’la olan bağını koparmış demektir. Ancak onlardan gelebilecek bir tehlikeden korunmanız başkadır. Allah sizi kendi azabına karşı uyararak sakındırıyor. Sonunda dönüş Allah’adır.” (Âl-i İmran 3/28)
“Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları velî edinmeyin. Onlar birbirlerinin velîleridir. Sizden kim onları velî edinirse şüphesiz o da onlardandır. Allah zalimler topluluğuna hidayet etmez.” (Maide 5/51)
Ayetler tüm zamanlarda geçerli olan bir hüküm içeriyor: Müminler, müminleri bırakıp da müşrikleri, münafıkları veya genel olarak kâfirleri velî edinemezler; eğer din kardeşlerinin bazı hata ve kusurlarını bahane ederek düşman grupları veli edinirlerse, onlardan olmuş ve Allah ile bağlarını koparmış olurlar.
İki şeyin -aralarına yabancının giremeyeceği kadar- birbirine yakınlığını ifade eden velâ (veya vely) kökünden türeyen velî (çoğulu evliyâ) terimi “dost, arkadaş, yardımcı, destekçi ve yakın” anlamlarında kullanılır. Aynı kökten olup “sevgi, dostluk, yetki ve yardım” anlamlarına gelen velâyet (veya vilâyet) terimi ise, başkaları adına onların rızaları alınmaksızın hukukî işlemde bulunma yetkisini ifade eder. Bu yetkiyi taşıyan kimseye de velî denir. Velî terimi Kur’an’da tekil ve çoğul (evliyâ) olarak seksen yedi ayette yer almış; Allah’ın insanlara dostluğunu, insanların Allah’a dostluklarını, insanlar ile şeytan ve iyiler ile kötüler arasındaki dostluğu ifade etmek için kullanılmıştır. Mevlâ ve velî terimleri de Kur’an’da aynı anlamda geçmiş; velî, hem Allah hem de kul için kullanılırken, mevlâ ancak Allah için kullanılmıştır.
Bu ayetlerin çoğunda insanların gerçek dostunun Allah olduğu, O’nun insanlara, müminlere ve peygambere yardımcı olacak, onları koruyacak, bağışlayacak, karanlıklardan aydınlığa çıkaracak ve irşad edecek olan gerçek dost olduğu belirtilerek insanların O’na inanmaları, dayanıp güvenmeleri gerektiği; ayrıca kâfirlerin, zalimlerin Yahudi ve Hıristiyanların ancak birbirlerinin ve şeytanın dostları olabilecekleri bildirilerek dinî ve ahlâkî inanç ve anlayışların sosyal ilişkiler üzerindeki etkileri vurgulanmış, dostlukların tesisinde kan bağı yerine inanç birliğinin esas alınması gerektiği bildirilmiştir (Tevbe 9/23).
Kur’an-ı Kerîm’e göre dostun, sevdiği kişi için bir yardımcı olması, onu koruyup kollaması, maddî ve mânevî sıkıntılardan kurtarması, yüceltmesi, iyiliğe yöneltmesi, bu suretle dostluğun sevgiye dayanması ve pratik ahlâkî sonuçlar doğurması gerektiğine işaret edilmiştir… Müminlerin kardeş olduklarını (Hucurât 49/10; Âl-i İmrân 3/103) bildiren âyetler de geniş kapsamlı dostluğun önemini anlatır.
İslâmiyet’in Medine’de devlet olduğu yıllarda Yahudilerle münafıklar her fırsatta Müslümanların aleyhine çaba harcıyorlar, özellikle Hz. Peygamber’in (sa) askerî planları hakkında edindikleri bilgileri müşriklere ulaştırıyorlardı. Bu yüzden ayette Müminlere Yahudileri dostlar edinmemeleri emredilmiştir.
Medine’de o yıllarda Hıristiyanlar yok denecek kadar az olsalar da Müslümanlar onlarla kuracakları dostluk konusunda uyarıldılar. Resûlüllah’ın şahsında müminlere hitaben, “Sen onların millet(din, yaşam biçim)lerine uymadıkça Yahudiler ve Hıristiyanlar senden asla razı olmazlar” (Bakara 2/120) buyuruldu.
“Onlar birbirlerinin velileridir”; yani Müslümanlara gerçek bir dostlukla yaklaşmaları asla beklenemez.
Maide, 51’inci ayetin ifadesine göre Yahudileri veya Hıristiyanları dost edinenler onlardan sayılır, yani onlara benzer, onların huyunu kapar, gerçeğe değil onlar gibi hevâ ve heveslerine uyarlar, böylece zalimlerden olurlar; Allah zalimleri hidayete erdirmeyeceği için kurtuluşa ve mutluluğa da eremezler. Birçok ayette de Müslümanların dışındakilerin -ister dinsiz olsun, isterse Yahudiler ve Hıristiyanlar gibi Ehl-i kitap olsun- Müslümanların hayatî önem taşıyan sırlarını öğrenecek derecede Müslümanların dostları olamayacağı ifade buyurulmuştur (Âl-i İmrân 3/118; Nisâ 4/144). Ancak mümin olmayanları dost edinme yasağı, onlarla iyi geçinmemek anlamına gelmez. Müslümanlara karşı düşmanca tavır almayan gayrimüslimler ile beşerî ilişkilerin iyi yürütülmesi, gerektiğinde onlara iyilik edilmesi, adaletli davranılması da (Mümtehine 60/8) Kur’ân-ı Kerim’in diğer talimatları arasındadır (Kur’ân Yolu Tefsiri).
Haftaya da “müminlerin birbirlerine yardım etmemeleri” halinde neler olabileceğini görelim.