Makale

Müminlerin Gerçek Dostları

Geçen hafta, yüce Rabbimizin, “Ey iman edenler! Benim de düşmanım sizin de düşmanınız olan kimseleri velî (dost, müttefik, yönetici) edinmeyin…” (Mümtehıne, 1) ayeti çerçevesinde bazı uyarıları paylaşmıştık… İçinden geçtiğimiz şu kritik günlerde de, “mümin kardeşlerini bırakıp kâfirleri dost edinenler” hakkındaki bazı ilahi uyarıları ve kimi müfessirlerin yorumlarını görelim:

“Onlar, müminleri bırakıp kâfirleri dost ediniyorlar. Onların yanında izzet ve şeref mi arıyorlar? Oysa bütün izzet ve şeref Allah’a aittir.” (Nisa, 139)

Müminlerin asıl güvenecekleri, dayanacakları, kader birliği yapacakları kimseler iman kardeşleridir. Başka din ve ideoloji mensuplarına bu ölçüde güvenilemez. Eşyanın tabiatına göre onlara bel bağla­mak risklidir… Güçlü olmak için müminleri bı­rakıp kâfirlere sarılan, onların himayelerine sığınan kimselerde aşağılık duygu­su, özgüven eksikliği ve iman zayıflığı bulunması ihtimali kuvvetlidir. Mutlak güç ve üstünlük Allah’a aittir. Hiç kimse Allah’a dayanıp-güvenen mümin kadar güçlü ve şerefli olamaz. Müminler de Allah’a güvendikleri, O’na sığındık­ları, şerefi O’na kul olmakta aradıkları ve buldukları için güçlü ve şereflidirler… İman zaafı ise, özellikle İslâm’la alay edilen ortamlarda ortaya çıkar:

“…Allah’ın ayetlerinin inkâr edildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, başka bir söze geçmedikleri müddetçe, o kâfirlerle oturmayın. Aksi halde siz de onlar gibi olursunuz…” (Nisa, 140)

Bu ayete göre; İslâm’ın inkâr edildiği, aleyhinde olunup alaya alındığı yerde bunu engellemeye gücü yetmeyen mümin oturmayacak, bunları yapanlarla beraberliğini sürdürmeyecek, o yeri ve o kimse­leri terk edecek, onlardan uzaklaşacaktır. Çünkü beraberliğin devamında üç önem­li zarar vardır:

a) İslâm’la alay edenlerin cüret ve cesaretlerinin artması; b) Böyle bir davranış karşısında tepkisiz kalan müminlerin giderek buna alışmaları, o inkârcılardan ve alaycılardan etkilenmeleri, hatta onlar gibi olmaları, kutsal değerlerine yönelik hassasiyetlerinin zaafa uğraması; c) Güçleri­nin yettiği ölçüde tepki göstermedikleri, bu manada olup bitenlere razı oldukları için günahkâr olmaları.

Müminlerin bu zaafa düşmemeleri için Kur’ân onlara sıkça kâfirleri veli edinmemelerini ihtar eder:

“Ey iman edenler! Müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmeyin. Kendi aleyhinizde Allah’a apaçık bir delil mi vermek istiyorsunuz? Şüphesiz münafıklar, cehennem ateşinin en aşağı tabakasındadırlar. Onlara bir yardım edici de bulamazsın.” (Nisa 4/144-145)

Çeşitli vesilelerle tekrar edilen “müminleri bırakıp kâfirleri veli edinme­me, müminleri ihmal ederek kâfirleri dost tutmama” talimatlarındaki “müminleri bırakıp” kaydında ısrar edilmesi bu kaydın çok önemli olduğunu gösterir… Müminleri bırakıp kâfirleri dost edinenler, dinleri ve din kardeşleri aleyhine de olsa kâfir dostlarının yapıp ettiklerine ses çıkaramayanlar, kâfirlerin kendilerine hâkim olmasına itiraz etmeyenler; bütün bunları -ki hepsi “velayet, veli edinme” kavramına dâhildir- mecbur olmadıkları halde yapanlar, kâ­firlere dünyada ve ahirette verilecek cezaya katılmaya lâyık ve müstahak olurlar…

“Sizin veli(dost, sırdaş, yardımcı, sahibi)niz ancak Allah, O’nun Peygamberi ve namazı ikame eden, zekât veren, rükua varan müminlerdir. Kim Allah’ı, Peygamberi ve müminleri veli edinirse bilsin ki, galip gelecek olanlar, yalnız Allah’ın tarafını tutanların grubudur.” (Maide, 55-56) ayetine gelince:

Mesele, özünde inanç ve bu inanca göre hareket etme meselesidir. Velayetin bütünüyle Allah’a özgü olması, mutlak anlamda O’na güvenilmesi, “din” olarak sadece İslâm’ın benimsenmesi için, Müslümanlar ile İslâm’ı “din” edinmeyen, onu bir “hayat nizamı” olarak benimsemeyenlerin safları belirginleşmelidir. Müminler başkalarıyla sırdaş olamazlar. Zira İslâm’ın hayat düzeninde iş birliği inançtan kaynaklanır. İslâm’ın sırf isimden ibaret kalmaması için, ayetin akışı birbirleriyle gerçekten velî olan müminlerin belli başlı karakteristik özelliklerini açıklıyor: “Namazı ikame eden, zekâtı veren, rükûa varan müminler…”

İşte Allah bu müminlere yardım ve galibiyet vaat ediyor: “Kim Allah’ı, Peygamberi ve müminleri velî edinirse bilsin ki, galip gelecek olanlar, yalnız Allah’ın tarafını tutanların grubudur.”

Bu galibiyet sözü, imandan kaynaklanan bir kuralın açıklanmasından sonra yer alıyor. Bu kural; Allah’a, peygamberine ve müminlere yönelik velayettir (dostluk, sırdaşlık, yoldaşlık, yardımlaşma…).

(Fî-Zılâli’l-Kur’ân, Kur’ân Yolu, Hak Dini Kur’ân Dili tefsirlerinden istifadeyle.)

Abdullah Yıldız

Recent Posts

  • Gündem

Uluslararası Ceza Mahkemesi, Netanyahu ve Gallant İçin Yakalama Kararı Çıkardı!

Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), Gazze'de işlenen savaş suçları nedeniyle İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski…

7 saat ago
  • Gündem

KUR’ÂN ARAŞTIRICISIYDI BEL’AM MI OLDU!

Bu video bize BELAM başlığı ile gönderildi. BEL’AM için Diyanet İslam Ansiklopedisine baktığımızda şu açıklamayı…

8 saat ago
  • Gündem

YALNIZCA VE SADECE MİLLETİMİZİN ASKERLERİNE MUHTACIZ

Seçilmiş Cumhurbaşkanımızın katıldığı merasimden sonra bir gurup teğmenin sonradan korsan yeminle Mustafa Kemal’in askerleriyiz diyerek…

11 saat ago
  • Gündem

İBB Meclisi’nde İstanbul’da Suya Her Ay Zam Yapılacak

İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi’nde alınan kararla su fiyatlarına %17,5 zam yapıldı ve her ay…

12 saat ago
  • Gündem

Marmara’da Lodos: Deniz Ulaşımı Olumsuz Etkilendi

İstanbul' da Şiddetli lodos, Marmara Bölgesi'nde deniz ulaşımını sekteye uğratmaya devam ediyor. İstanbul, Bursa ve…

13 saat ago
  • Makale

Evrensel Bir Kişilik Profili: Ebu Leheb ve Karısı (1)

Ebu Cehil deistti, diğer Mekkeli müşrikler de deistti, Allah’ın varlığına inanıyorlardı ama Hz. Muhammed’in Allah’ın…

14 saat ago