Münevver kelimesi, kişinin bilgi ve hikmet kavramlarını üzerinde toplayan insan niteliğini anlatır. Eski bir kelime olan münevver; nurlanmış, aydınlanmış kişi olarak kültür sistemimize girmiştir. Modernleşme ile birlikte, bu kelime; sadece kelime olarak değil, kavram olarak “aydın” şekline dönüştürülmüştür. Kelime, “nitelik” özellikli bir manadan, “kişiye özel” bir hale dönüşmüştür. Halbuki, asıl olan niteliktir ve insan, ancak bu güzel ve yüce niteliklere sahip olduğunda çevresine ışık ve bilgelik taşıyabilir. Yoksa, sadece “aydın” ünvanını alacağı bilgi ve statü ile değil.. Bu yüzden münevver kelimesi, aydın kelimesinden daha geniş ve daha derin manalar taşımaktadır.
Münevver, toplumda sahip olduğu bilgi ve ahlak ile çevreyi toplumsal ve ilahi ideallere doğru ve bu iki özelliği üzerinde taşıyarak yönelten bir kimlik özelliğini taşımaktadır. Çünkü münevver, bilgi ve anlayışı ile olayları ve gerçekleri daha kapsamlı ve ölçülü bir şekilde kavrar. Bu yüzden münevver, ilmi ile belirginleşen ve yüce hedefleri kollayan bir kimse olarak en yüksek sorumlulukları üstlenir ve başkalarına aydınlık ve hız verir.
Günümüzde, bilgiye sahip insanların, bu bilginin getirdiği sorumluluğu çoğu zaman taşıyamadığını şahit olmaktayız. Öncelikle münevver insanların, toplumu gözeten ve ilmi ve manevi manada koruyup, kollayan bir nitelik taşımaları gerekiyor. Batı’da genelde sözel ve düşünce etkinliği ile sınırlı ilim adamı kavramı, bizde o bilgi ve anlayışı, toplumlara yaymaya çalışan “müceddit/yenileyici” kavramıyla karşılanmaktadır. Aslında, Batı’da da bilgiyi hayata aktaran seviyede nitelikli bazı ilim adamlarının çıktığına şahit oluyoruz..
Bu yenileyicilik, bilginin sosyal şartlara uygun ve onları düzenleyici ve çözümleyici bir “yeniden bakış ve değerlendiriş” e yönelmesi demektir. Özetle, sosyal sorumluluğu en üst düzeyde yüklenmektir. İslam Hukukçularından Prof.Dr. Abdülkadir Üdeh, ” İslam toplumunda sorumluluk konusunda ilk sırada olanlar, ilim adamlarıdır” demektedir. Çünkü ilim adamlarının ilmi, çeşitli sosyal, iktisadi ve hukuki konularda; zamanı, insanı ve şartları dikkate alarak çözüm getirme sorumluluğunu onlara yüklemiştir. Sadece, yöneticiye sorumluluğu bırakmamıştır. Aynı zamanda Müslüman bir yönetici de, ilim adamı ve ihtisas sahipleriyle istişare yapmak “mecburiyeti”ndedir.
Günümüzde siyasi ve sosyal sistemlerin, batı’nın mantık ve bilgileri ile oluşturulmasından sonra, değerler sistemimize bağlı bilgi ve şuur ile hareket edebilme imkanımızı kaybetmiş bulunuyoruz. Sadece politik ve idari kaygılarla alınmış kurumlar ve metotlar, inançlı ve ahlaklı insanımızın ihtiyaçlarına ve yaşama felsefesine uyum gösterememekte ve problemlerini çözme imkanı bulamamaktadır.
Böyle bir yaşayış ve sistemde, ilim adamının sadece kişisel ve ilmi kaygılarla hareket etmesi, onun sorumluluğunu yerine getirememesine yol açmıştır. Sosyal sistemin insanı yozlaştıran, menfaat merkezli ve egoist hale getiren yapısına bakıp, onu ahlakın ve ilmin çerçevesinde yeniden inşa edilmesine yönelik sadece ilmi değil, aynı zamanda söylem ve uygulama olarak da mücadele içine girilmesi gerekiyor.
Tarihi olaylar göstermiştir ki, sadece inançsız ve kültürsüz liderlerin toplumlar üzerinde tahakkümü olmamış; bazı müslüman yöneticiler bile, bilgi ve ahlak konusunda hatalı tutumlar içine girerek toplumları yanlışa sürüklemişlerdir. Emevi, Abbasi ve kısmen de Osmanlı devletinin bazı dönemlerinde bu tür yanlışlıklar ve hatalar görülmüştür.
Bütün bunlar, insanların sadece inanç ve ahlak değerlerine inanmalarıyla, ideal bir toplumsal yapı ve yönetim sistemi oluşturamayacağını ortaya koymuştur.
Sosyolog Prof. Dr. Malik Binnebi şöyle bir tespit yapar: “Müslümanız, o halde mükemmeliz!. İşte bizi ilerletmeyi engelleyen kanaatlerden biri budur. Müslüman olmamız, mükemmel olmamızı sağlamaz. Mükemmel olmak, fikri, siyasi, iktisadi ve teknik alanlarda çalışmamıza ve ilerlememize bağlıdır.” Burada, İslam inancının gerekli fakat yeterli olmadığını ve onun üzerine kurulması gereken bir düşünce ve medeniyetin ihtiyacı dile getirilmektedir.
Ben bu cümleyi, şu şekilde genişletmek istiyorum: “Müslüman olduğunu iddia etmek, her çalışma ve politikayı hak ve adalet çerçevesinde yapmak manasına gelmiyor. Bu kavramları, kendi kanun ve kuralları içinde yapmakla, hak ve adalet ancak gerçekleşebilir.”
Günümüzde İslamı, Hristiyanlık gibi sadece dua ve ibadet ile anlayan, müslüman toplumların kendi problemlerini başka kültür ve sosyal sistemlerden çözümler üretmeleri ile ilgili yanılmalar yanında, İslamı sadece söylem olarak dillerinide taşıyıp, onun hayat veren uygulamalarından uzaklaşan “sözde müslümanlar” arasında, münevverlerin ilim ve ahlak ‘tan kaynaklanan dinamik bilgilerine ve varlıklarına ihtiyacımız olduğunu bilmemiz gerekiyor.
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi