Prof. Dr. Celal Kırca
Müsâmaha, aile başta olmak üzere toplumda bir arada yaşamayı sağlayan temel değerlerden biridir. “Kolaylık göstermek, yumuşak davranmak, hatayı görmezlikten gelmek” [1] anlamlarına gelir. Günlük dilde ise daha ziyade Farsça kökenli bir kavram olan hoşgörü kullanılmaktadır. Hoş kavramı, güzel, tatlı, latif, duygu okşayan, zevk veren ve beğenilen demektir. Hoşgörüde kayıtsız kalma, aldırış etmeme, gevşek davranma söz konusudur. Bu nedenle kötülüklere karşı da kayıtsız kalma tavrını da çağrıştırdığı için hoşgörü yerine, müsamaha kavramının kullanılması daha çok tercih sebebidir. Batı kökenli bir kavram olan tolerans da hoşgörü ile benzer anlamları taşır, ancak hoşgörüden farklı olarak toleransta tahammül etme, katlanma anlamları da mevcuttur.
Kur’an’da müsâmaha kelimesi yer almaz. Bununla birlikte Allah Teala’nın “af etmek ve hataları görmemek,” anlamlarına gelen “af ve safh” kavramlarıyla müsâmahayı amaçladığı ve tavsiye ettiği görülmektedir. Nitekim Allah Teala’nın hem müşrikleri, hem ehl-i kitabı, hem de Müslümanları ayrı ayrı zikrederek Hz. Peygamber’den onların hatalarını önemsememesini, daha da önemlisi onları af etmesini istemesi, bunun bir kanıtıdır.
Allah Teala, müşrikler hakkında Hz. Peygamber’e şu tavsiyede bulunmaktadır:
“(Ey Peygamber!) Sen onlardan pek azı hariç, çoğunun hainlik ettiklerini görmektesin. Sen yine de onları affet ve onlara aldırma. Allah güzel davrananları sever.”[2]
“Ey Peygamber! Diyorsun ki: ‘Ya Rabbi! Bu müşrikler imana gelmeyecek bir topluluk’. Sen şimdi onları kendi hallerine bırak ve ‘Selam’ de, geç. Nasıl olsa onlar ilerde gerçekleri anlayacakla.r”[3]
“Sen (o müşriklerin kötü davranışlarına) aldırış etme, onlara güzel davranışlarda bulun.”[4]
Hz. Peygamber de Allah Teala’nın bu tavsiyesine uygun olarak, özellikle Mekke döneminde müşriklere karşı müsamahalı davranmış, dolayısıyla da ümmetine örnek olacak bir strateji uygulamıştır. Bununla da yetinmemiş Medine döneminde de bu stratejiyi belli oranda uygulamaya çalışmıştır. Dolayısıyla o, olumsuz davranışlar karşında reaksiyoner bir tavır göstermemiş, mümkün olduğu ölçüde müsâmahalı davranmış, “İslam’ın o güzel yüzü” nü yaşayarak göstermiştir. Bir örnek olarak Saffan b. Ümeyye olayını, bu bağlamda zikretmek yerinde olacaktır:
Safvân b. Ümeyye, Bedir Savaşı sonunda Hz. Peygamber’i öldürmesi için Umeyr b. Vehb’i kiralık katil olarak tutar ve Medine’ye gönderir. Fakat Umeyr, Medine’ye gelip de Hz. Peygamber’le karşılaşınca Müslüman olur ve bu işten de vazgeçer. Bu sebeple Safvân b. Ümeyye, Mekke’nin fethinden sonra Hz. Peygamber tarafından öldürülmesi istenen kişiler arasında yer alır. O da bunu bildiği için Mekke’den Cidde yönüne kaçar. Ancak, Hz. Peygamber’i öldürmek üzere kiraladığı Umeyr b. Vehb, onun peşini bırakmaz ve onu yakalar.
Safvân, Umeyr’i görünce korkar ve ona: “Beni öldürmeye mi geldin?” der. O da: “Hayır, ben insanların en iyisinin ve akrabasına en çok bağlı olanın yanından geliyorum” diye cevap verir. Daha sonra Umeyr, Hz. Peygamber’e gelerek: “Ya Resûlallah, Safvan emân vermeyeceğiniz korkusuyla kendini denize atmak için kaçtı, ne olur ona emân verin” diye ricada bulunur. Hz. Peygamber de büyüklüğünü göstererek ona emân verir. Bunun üzerine Umeyr, Safvân’ın yanına vararak ona durumu anlatır. Safvân ise: “Bildiğim bir alâmet getirmedikçe seninle gelmem” der. Umeyr tekrar Resûlullah’a gelir ve bu durumu ona anlatır. O da: “Sarığımı al” diyerek Umeyr’e verir. Umeyr de sarığı alır ve Saffan’a götürür. Bunun üzerine Safvân, Hz. Peygamber’in yanına gelir. Hz. Peygamber, o esnada namaz kılmaktadır. O’nun namazını bitmesini bekler. Hz. Peygamber namazını bitirince Safvân ondan iki ay izin ister. Bu iki aylık süre içinde düşünecek, ondan sonra da isterse Müslüman olacaktır. Hz. Peygamber, bunun üzerine: “Ben sana iki ay değil, dört ay müsaade ediyorum” der. Bu söz üzerine Safvân rahatlayarak, Mekke’de kalır.
Hz. Peygamber, Huneyn seferi içi hazırlık yapmaktadır, ancak yaptığı hazırlık yeterli değildir. Bunun üzerine Safvân’dan ödünç silah ister. O da: “Bunu, cebirle mi yoksa gönül rızasıyla mı istiyorsun?” diye sorar, Hz. Peygamber de: “Gönül rızasıyla ödünç istiyorum tekrar geri vereceğim” der. Bunun üzerine Saffan, Hz. Peygamber’e yüz zırh verir. Hz. Peygamber de Safvân’ı, Huneyn seferine götürür, fakat o hâlâ Müslüman olmamıştır. Savaş sona ermiş, ganimetler taksim edilmeye başlanmıştır. Saffan, o sırada koyunların, develerin ve çobanların bulunduğu bir dağın yamacına uzun uzun bakar ve o yamacı seyretmeye devam eder. Hz. Peygamber de onu gözlemektedir. Ona: “Ey Ebû Vehb, bu yamaç hoşuna gitti galiba?” der. Safvân da: “Evet” diye cevap verir. Bunun üzerine Hz. Peygamber: “Orası ve içindekiler senin olsun” der. Bunu duyunca Safvân: “Bir peygamberden başka hiç kimse böyle temiz kalpli olamaz. Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed’in O’nun kulu ve elçisi olduğuna şehadet ediyorum” diyerek orada Müslüman olur.[5]
Hz. Peygamber, bir gün sahâbeyle birlikte Mescid-i Nebevî’de sohbet ederken bir bedevî çıkagelir. Bir süre sonra da o kişi, mescidin bir tarafına idrarını yapmaya başlar. Orada bulunanlar, ‘Dur, yapma!’ diyerek o adama engel olmak ve döverek onu mescitten uzaklaştırmak isterler. Hz. Peygamber, o kişiye müdahale eden sahabîlere, “Adamı bırakın, idrarını kestirmeyin” der. Adam, ihtiyacını giderdikten sonra Resûlullah ashâbına, “Gidin bir kap su getirip idrarın üzerine dökünüz; su, o pisliği alıp götürür, orası da temizlenir”[6] buyurur ve bir sahabîye de o bedevîyi yanına getirmesini söyler. Bedevî Hz. Peygamber’in yanına gelince onu dizlerinin dibine oturttur. Sonra da ona gayet yumuşak bir ifadeyle, “İdrar ve pislik cinsinden şeyler bu mescitlere yakışmaz. Buralar, ancak, Allah’ı anmak, namaz kılmak ve Kur’an okumak için yapılmıştır” diyerek kendisine mescidin fonksiyonunu anlatır.
Hz. Peygamber, bedevîye karşı olumsuz bir davranışta bulunulmasına müsaade etmemiş, çıkan problemi müsamaha ile çözmeye çalışmış; böylece insanlar arasında sağlıklı iletişimin nasıl kurulabileceğini göstermiştir.
Hz. Peygamber, büyük kızı Zeynep’i Hicret esnasında, hamile olmasına rağmen iterek düşürüp çocuğunu kaybetmesine, hatta bu hastalıktan vefatına sebep olan Hebbar İbn Esved’i bile affetmiştir. Hebbar ibn Esved korkusundan İran’a kaçmayı düşünmüş, fakat daha sonra Hz. Peygamberin huzuruna gelerek af dilemiş, Hz. Peygamber de onu af etmiştir.
Uhut savaşında sevgili amcası Hz. Hamza’yı katleden Vahşi, yıllarca kaçmış, sonunda Hz. Peygamber’e gelerek af dilemişti. Karşısında Vahşiyi gören Hz. Peygamber, mübarek gözlerinden yaşlar boşanarak amcasını hatırlamış ve “Seni affettim ama gözüme fazla görünme” buyurmuşlardı. Yine aynı vahşete ortak olan Hint’i de Mekke’nin fethi günü affetmiş ve yaptıklarının hiçbirini ondan sormamıştı. Zira Hz. Peygamber, “Öfkesini yenenler ve insanları affedenler”[7] ayetinin gereğini yapmış, öfkesini yenmiş ve onları affetmişti. Zira kötülük yapanı affetmek, insanın kâmil iman sahibi olduğunu gösterir. Dolayısıyla beşerî ilişkilerde daima bağışlayıcı ve hoşgörülü olmak, Müslümana yakışan güzel hasletler arasında yer alır. Bu nedenle Yüce Rabbimiz, Hz. Peygamber’in bu yönünü övmüş ve şöyle demiştir:
“Allâh’ın rahmeti sebebiyledir ki, sen onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, çevrenden dağılır, giderlerdi. Öyleyse onlar(ın kusurların)dan geç, onlar için mağfiret dile. İşini onlara danış, karar verince de Allah´a dayan; çünkü Allâh kendine dayanıp güvenenleri sever.”[8]
Allah Teala, Ehl-i kitapla ilgili olarak da Hz. Peygamber’e şu tavsiyede bulunmuştur:
“Kitap ehlinden pek çoğu, hakikat tam olarak ortaya çıktıktan sonra, içlerindeki kıskançlıktan dolayı sizi imanınızdan vaz geçirmek isterler. Allah’ın emri gelinceye kadar, onları kendi hallerine bırakın ve onlara dokunmayın. Şüphesiz Allah’ın her şeye gücü yeter.”[9]
Allah Teala’nın, mü’min kullarına olan tavsiyesi ise şöyledir:
“Ey imam edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşmanlık edenler olabilir. Onlara karşı dikkatli olun. Bununla birlikte ( onların hoş olmayan davranışlarını) affeder, hoş görür ve bağışlarsanız, bilin ki Allah Gafûr’dur ve merhametlidir.”[10]
Ebeveynlerin olumsuz tavırlarına ve baskılarına karşı onların evlatlarına olan tavsiyesi de şudur:
“Şayet ana-baban, tanrı olduğuna dair hakkında hiçbir bilgin olmadığı bir şeyi Bana ortak koşman için seni zorlayacak olurlarsa, sakın onlara itaat etme. Yine de dünya hayatında onlara iyi davran, kol kanat ger. Daima bana gönülden yönelenlerin yolunu tut. Sonunda Bana döneceksiniz. Ben de size yaptıklarınızı haber vereceğim.”[11]
Müslümanın diğer Müslümana yaptığı hatalar karşısında ne yapması gerektiğini ise şöyle açıklar:
“Sizden erdemli ve varlıklı olan kimseler, akrabaya, düşkünlere ,Allah yolunda cihat edenlere ( bunlar tarafından iftiraya uğramış olsalar bile) yardım etmeme konusunda yemin etmesinler. Yaptıkları hatayı önemsemesinler ve görmemezlikten gelsinler. Siz Allah’ı sizi bağışlamasını istemez misiniz? Allah Gafur’dur ve merhametlidir.”[12]
Bu ayet, Hz. Ebu Bekir’in kızı – Hz. Peygamber’in de eşi- Hz. Aişe’ye iftira eden birkaç sahabî içinde yer almış olan halasının oğlu Mıstah’a yaptığı yardımı kesmesi üzerine nazil olmuştur.[13] Ayet, kendisine kötülük yapılsa da, iftira edilse de, o kişinin kötülüğü ve iftirayı bahane ederek, üzerine düşen görevleri terk etmemesi gerektiği mesajını vermektedir.
Bu ayetin nüzul sebebi her ne kadar Hz. Ebu Bekir’le ilgili olsa da, verdiği mesaj, bütün Müslümanları da kapsamaktadır. Bu nedenle müsâmahalı olmak, olaylara, konulara ve sorunlara ön şartsız ve ön yargısız bakabilmeyi gerektirmektedir. Bunun içindir ki Hz. Peygamber, “Her insan hata eder. Hata işleyenlerin en hayırlıları tövbe edenlerdir[14] buyurur ve hatada ısrar edilmemesini ister. Bu sözün anlamı herkesin hata yapabileceği, hatasız bir insanın olmayacağıdır. İnsanlar hata eder, fakat o hataların niceliğinde ve niteliğinde farklılık gösterirler. Bir başka ifade ile herkes aynı hatayı ve aynı günahı aynı miktarda işlemez. Bu bakımdan müsâmahalı olmak, hem Yüce Yaratıcı’nın bir tavsiyesi, hem de Peygamberimizin uyguladığı bir yöntemdir.
Müsâmahalı olmak, aynı zamanda diğer peygamberler için de söz konusudur. Kur’an’da bunun bir çok örneği mevcuttur. Nitekim “Hz. Musa ve kul” kıssası bunlardan biridir. Bu kıssada bir çok mesaj mevcuttur. Bunlardan biri de bir hatadan dolayı, o hatayı yapan kişi ile hemen ilişkiyi kesmemek, önce onu uyarmak, sonra da bu uyarıyı en az üç kere tekrar etmek ve bunu da usulünce yapmaktır. Bu nedenle müsâmahanın en önemli tezahürü “öfke kontrolü” dür. Nitekim Allah Teala, “Onlar, bollukta da darlıkta da infak ederler, öfkelerini yenerler ve insanların kusurlarını affederler. Allah muhsinleri sever”[15] buyurmakta; infak edenleri, öfke kontrolü yapanları ve hataları affedenleri “muhsin” olarak vasıflandırmakta ve bu vasfa sahip olanları sevdiğini de söylemektedir.
Öfke, “Engellenme, incinme, haksızlık, tehdit altında hissetme karşısında gösterilen saldırganlık tepkisi, kızgınlık, hışım, hiddet, gazap” olarak tanımlanır.[16] Öfkenin Kur’an’daki karşılığı “gazap” ve “gayz” kavramalarıdır. Ancak bu iki kavram, müteradif/ eş anlamı değil, mütegarip / yaklaşık anlama sahiptirler. Zira kullanım alanlarında farklılık bulunmaktadır. Nitekim Kur’an’da gazap, hem insanlar için hem de Allah için kullanılırken; gayz sadece insanlar ve Cehennem[17] için kullanılmıştır.
Elmalılı Hamdi Yazır göre “Gazap, nefsin iğrenç şey karşısında intikam isteği ile heyecanıdır ki rızanın tam tersidir; buna Türkçe’de öfke, bir fark ile hiddet veya hışım da denilir. Allah’a nispet edildiği zaman, gazap, nefsî etkilenmelerden tecerrüt edilmekle en son haddi ve gayesinde kullanılır da intikam iradesi veya ceza verme manası kast olunur. Bu da Rububiyet-i Rahimiyet’in gereğidir. Yani öfke mutlak surette rahmetin zıddı değildir. Mesela zalime öfkelenmek, mazluma rahmetin gereğidir.[18]
Ne var ki Kur’an’ın önerdiği ve Hz. Peygamber’in de yerine getirdiği bu tavsiyenin unutulduğu ve bir değer olarak mazide kaldığı; günümüzde ise çoğu Müslümanın, aile ve sosyal ilişkilerinde bırakınız kolaylık göstermeyi, yumuşak davranmayı, hataları görmezlikten gelmeyi; tam aksine “pireyi deve, habbeyi kubbe” yaptığı, daha da kötüsü intikam alma duygularının etkisiyle “pire için yorgan yaktığı” görülüyor. “Kendi gözündeki merteği görmeden, eşinin veya bir başkasının gözündeki çöpü görme” tavrının, kavgalara, şiddetli geçimsizliklere, boşanmalara, cinayetlere -belli oranda da olsa- sebep olduğu biliniyor. Bu nedenle Kur’an’ın diriltici ruhuna ve Hz. Peygamber’in örnek ahlakına en az tenzil dönemi insanları kadar muhtaç olduğumuz anlaşılıyor. Bu amaçla Kur’an’a yönelmemiz ve Hz. Peygamber’in örnek ahlakını öğrenmek için bir yolculuğa çıkmamız gerekiyor. Kur’an’ın o diriltici ruhuna ve Hz. Peygamber’in örnek yaşayışına ancak böyle sahip olabiliriz.
Nakledilir ki talebesi Yunus, bir konuda hocası İmam Şafi’ye kızar ve dersini terk eder. Akşam olunca İmam Şafiî talebesi Yunus’u ziyarete gider ve ona şunları söyler:
“Ey Yunus, bizi birleştiren yüzlerce mesele dururken bir mesele mi bizi ayıracak?!
Ey Yunus, yaptığın ve üzerinden geçtiğin köprüleri yıkma!
Bir gün o köprüden geri dönmen gerekebilir!
Ey Yunus, hatadan nefret et ama hataya düşenden nefret etme.
Bütün kalbinle günaha öfkelen ama günahkara acı, ona merhamet göster!
Ey Yunus, sözü eleştir ama sözü söyleyene saygı göster.
Görevimiz hastalığı tedavi etmektir, hastayı yok etmek değil!”
Sonuç olarak bu anlayış, mazide yaşanmış bir anı olarak kalmamalı, bizim de sorumlu olduğumuz bilinciyle bu anlayışı, hayatımıza yansımaya çalışmalıyız. Buna ne kadar da muhtacız!
[1] TDV İslam Ansiklopedisi , Müsâmaha maddesi.
[2] Mâide, 5/13
[3] Zuhruf, 43/88- 89.
[4] Hicr, 15/85.
[5] Celal Kırca ve arkadaşları, Sahâbîler Ansiklopedisi, Tercüman Gazetesi, İstanbul,1989, s. 381-382.
[6] Buhari, Vudu, 57.
[7] Al-i İmran, 3/134.
[8] Al-i İmran, 3/159.
[9] Bakara, 2/109.
[10] Tegabun, 64/14.
[11] Lokman, 31/15.
[12] Nur, 24/22.
[13] İbn Kesir, Tefsiru’l Kur’ani’l Azim, Kahire, Tarihsiz, 6/31.
[14] Tirmizi, Kıyame, 49.
[15] Al-i İmran 3/ 134
[16] TDK Türkçe Sözlük, Ankara,2005, s.1531.
[17] Mülk,67/8; Furkan, 25/12.
[18] Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, İstanbul, 1935, I/135.
Rio’da uzlaşma için görüş birliği sağlanamadı. Toplantı sonrası Rio’da başarısız bir darbe girişimi oldu. Dünyayı…
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), Gazze'de işlenen savaş suçları nedeniyle İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski…
Bu video bize BELAM başlığı ile gönderildi. BEL’AM için Diyanet İslam Ansiklopedisine baktığımızda şu açıklamayı…
Seçilmiş Cumhurbaşkanımızın katıldığı merasimden sonra bir gurup teğmenin sonradan korsan yeminle Mustafa Kemal’in askerleriyiz diyerek…
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi’nde alınan kararla su fiyatlarına %17,5 zam yapıldı ve her ay…
İstanbul' da Şiddetli lodos, Marmara Bölgesi'nde deniz ulaşımını sekteye uğratmaya devam ediyor. İstanbul, Bursa ve…