-Musibete karşı kunut
Felaket, belâ ve musibet, düşman tehlikesi karşısında beş vakit namazla birlikte kunut yapmak mümkündür. Bunun da sabah namazının farzının son rek’atında yapılması tercih ediliyor.
Peygamberin (sav) bu gibi kunut yaptığı zamanlara bakarsak, uzun kunut yapmanın özel bir amacı olmalı.
Nitekim Peygamber (sav), Bi’ri Maûne olayından sonra pek âdeti olmadığı hâlde Rı’l, Zekvân ve Usayyah kabileleri aleyhine kunut yaparak beddua etti, onların aleyhine zorluk istedi, Yûsuf (as) zamanındaki gibi kıtlık diledi. (Buhârî, Meğâzî/29 no: 4090. Müslim, Mesâcid/294-308 no: 675-679. Ebû Dâvûd, Vitir/10 no: 1443)
Henüz Uhud’un yaraları sarılmamışken, henüz Reci’de suikastla şehid edilen 6 sahabenin acısı dinmemişken, yetmiş (veya 40) kadar seçkin sahabenin (Buharî, Meğazi/28. Müslim, İmâre/174, no: 1903) tuzağa düşülerek öldürülmesi çok sarsıcı bir olaydı.
Olay kısaca şöyle idi: Âmir kabilesinin başkanı Ebu Berâ İslâma ilgi duyan, müslümanlara sempati ile bakan bir kimseydi. Uhud savaşından bir müddet sonra Medine’ye gelerek Peygamber’den kendilerine İslâmı öğretecek öğretmenler (mürşidler) göndermesini istedi. Peygamber (sav) genel durumun pek güvenli olmadığı gerekçesiyle bu teklife sıcak bakmıyordu. Ancak Ebu Berâ onların kendi himayesinde olacaklarını söyledi ve can güvenliğine dair garanti verdi.
Bunun üzerine Allah’ın Rasûlü çoğu Ensâr’dan ve Suffe ashabından olan yetmiş kadar eğitimli kişiyi onlara gönderdi. (İbni Hişam bu sayının kırk olduğunu kaydediyor. Bkz: Siyer 3/194)
Ebu Berâ her kadar gelecek heyetin kendi himayesinde olduğunu, kimsenin onlara zarar vermemesini istese de, bu irşad grubu Maûne kuyusunun başına gelince aynı kabileden Amir b. Tufeyl topladığı silahlı adamlarla onları pusuya düşürdü ve İslâmdan dönmelerini teklif etti. Onlar ise ölünceye kadar çarpıştılar. Sonuçta iki kişi hariç hepsi şehit oldular.
Bu katliamdan sağ kurtulan Amr b. Umeyye Medine’ye varıp olup biteni Peygamber’e haber verdi. (İbni Hişam, Siyer 3/193-199)
Bu cinayet zaten gönülleri yaralı olan sahâbeleri bir kat daha üzdü, acılarını artırdı. Bunu yapanlar kendi geleneklerini, öteden beri arap toplumunda geçerli teâmülleri ve anlaşmaları çiğnediler.
Enes b. Malik (ra) diyor ki: “Rasûlullâh’ın (sav) Bi’r-i Maûne’de şehîd olan ashâbına üzüldüğü kadar, hiçbir şeye üzüldüğünü görmedim!” (Müslim, Mesâcid/302 no: 677
Peygamber (sav) olayı duyduğu günün sabahından başlamak üzere bir ay boyunca sabah namazında, daha önce hiç yapmadığı şekilde beddua etti.
“Allahım! Lihyan, Rı’lan, Zekvân ve Usayyah kabilelerine lanet et. Onlar Allah’a ve Rasûlüne âsi oldular…” (Müslim, Mesâcid/307 no: 679)
Ebu Hureyre’den gelen bir rivâyete göre Rasûlüllah (sav) bir ay boyunca öğle, ikindi, akşam, yatsı ve sabah namazlarında kunut yaptığını ve adı geçen kabilelere beddua ettiğini söylemiş. (Ebû Dâvûd, Vitir/10 no: 1443)
Kaynakların haber verdiğine göre bu duadan sonra adı geçen kabilelerin bölgelerinde ağır kuraklıklar yaşandı, kıtlık baş gösterdi. Hatta Medine’den yardım istemek zorunda kaldılar. Veba salgını ortaya çıktı ve pek çokları bu yüzden telef oldular. (İbn-i Hişâm, Siyer 3/186)
-Kunut duaları
Kunut dualarını okumada Hanefîlerin uygulaması şöyledir: Vitir namazının üçüncü rek’atında sûre okunduktan sonra tekrar tekbir alınır, kunut duaları okunur, sonra rukû’ya gidilir. Hanbelîler bunu rukû’dan sonra yaparlar.
Malikîler ve Şafiilere göre kunut: Sabah namazının farzının son rek’atı bittikten sonra rukû’ya varılır, rukû’dan kalktıktan sonra ayakta kunut yapılır ve sonra secdeye gidilir. Dua esnasında eller kaldırılır.
Kunut yapmanın hikmetini şu rivâyet haber veriyor.
Namazdaki kunut kulun dua etmesidir. Bu O’ndan özel yardım istemeye de uygun bir andır. Kunut yapmayı tavsiye eden Peygamber (sav) zımnen, “Bu bir imkandır, değerlendirin” demiş olur.
Zira ‘eslemtü’ diyerek İslâmı kabul eden, ‘semi’tü ve ata’tü’ diyerek, Allah’tan gelecek olan her şeye itaat edeceğine söz veren bir mü’min, kânit makamına, yani kul için ibadet olan esas duruşa geçmiş, bundan sonra da Rabbinden bir şey istemeye –tabir caizse- yüzü var demektir.
Peygamber (sav) farklı dualarla kunut yaptığı bilinmektedir. Bunların en bilineni ve en çok okunanı; ‘Allahümme innâ nestâinüke ile Allahümme iyyâkke na’büdü’ diye başlayan dualardır.
Bu duaların Türkçesi şöyle:
“Ey Allahım! Biz, senden yardım ve bağışlanma dileriz. Senden hidayet dileriz. Sana iman ederiz. Sana tevbe ederiz. Sana tevekkül ederiz. Bütün övgü sıfatlarıyla Seni överiz, Sana şükrederiz, Sana nankörlük etmeyiz. Sana ve rızana uymayan her şeyden uzak oluruz ve onu terkederiz.
Ey Allahım! Yalnız Sana ibadet ederiz. Ancak senin için namaz kılar, Senin için secdeye varırız. Koşmalarımız ve çabalarımız yalnız Sana yaklaşmak içindir. Senin rahmetini ümit ederiz, Senin azabından korkarız. Şüphesiz Senin azabın kafirlere layıktır.” (nak: İbadetler Ansiklopedisi, 3/26)
Birinci kunut duası daha çok içinde olunan güne yönelik,
ikinci kunut duası ise daha çok geleceğe yöneliktir.
Birincide tevbe istiğfar, yardım dileği ve şükür;
ikincide daha çok ümit ve ilerisi için söz veriş vardır.
Mü’min, yalnızca Allah’a ibadet edeceğine, Allah’tan istenebilecek yardımları asla yaratıklardan istemeyeceğine, yalnız O’nun huzurunda secde yapacağına, nimetlere asla nankörlük etmeyeceğine söz vermektedir.
Namaz kılan 1. kunut duasının sonunda; Allah’a layık olmayan her şeyden, Allah’ın hükümlerine ve emirlerine karşı gelen, Allah’ın dinine savaş açan, günahları açıktan işleyen, toplumda günahların yayılmasına çalışan bütün kişi, kuruluş ve otoritelerden yüz çevireceğine söz verir.
Hasan b. Ali b. Ebi Talip (ra) Rasûlüllah’ın (sav) kendisine vitirde okuması için şu duayı öğrettiğini haber veriyor:
“Allahım! Beni hidâyete erdirdiklerinle beraber hidâyete erdir. Kendilerine afiyet verdiklerinle birlikte bana da afiyet ver. Dost edindiklerinle beraber beni de dost edin (kendilerini velâyetine aldıklarınla beraber beni de velâyetine al). Bana verdiğini benim için bereketli kıl. Verdiğin hükmün şerrinden beri koru. Sen dilediğin hükmü verirsin ancak senin üzerine hüküm verilemez. Şüphesiz senin işini üzerine aldığın (dost-veli edindiğin) aşağılığa düşmez (zelil olmaz). Ey Rabbimiz! Sen çok üstünsün ve yücesin.” (Ebû Dâvûd, Salat/340, no: 1425. İbni Mâce, İ. Salat/117, no: 1178. Tirmizî, Salat/341, no: 464. Nesâî, K. Leyl/51)
Sonuç:
İnsana düşen, tıpkı kâinattaki diğer varlıklar gibi Âlemlerin Rabbine teslim olması, boyun eğmesi ve O’nun azameti karşısında gönülden esas duruşa geçmesidir.
Bu şekilde Rabbine saygı ile bağlı olanlar bunu somut hâle getirmek için namaz için kıyam ederler. Namaz aynı zamanda bir kunuttur. Yani Allah’a içten bağlılığın, O’nun huzurunda edeple ve boynu bükük duruşun canlı hâlidir.
Zaten gönülden Allah’a itaat edenler, bunun neticesi olarak namaz kılarlar. Bu teslimiyetlerini namaz ile dile getirirler.