İnsanoğlu, kategorik olarak iki ana kaynaktan bilgi elde eder. Bunlardan birincisi, kaynağı insan olan ve insanlar tarafından üretilen bilgiler; ikincisi ise kaynağı Allah olan ve “vahiy” yoluyla gelen bilgilerdir. İnsan, doğru, güzel ve dengeli bir hayat için kendisine yol gösterecek ve kılavuzluk edecek doğru bilgilere, kurallara ve kendisine örnek alacak hayat hikayelerine ihtiyaç duyar. Bu ihtiyacını da ya bu iki kaynaktan, ya da birinden elde etmeye çalışır.
Bu nedenle Kur’an, kendisinin genel anlamda insanlar, özel anlamda ise muttakiler için bir “hidayet” kitabı olduğunu açıklar ve üç aşamalı bir hidayetten söz eder. Hidayetin ilk basamağı olarak da Allah’ın insana verdiği duygu, akıl, irade ve vicdan gibi fıtrî yetileri hatırlatır. Bu anlamda Allah’ın hidayeti, bütün insanlaradır ve insanlar da bu fıtrî yetileri sayesinde, inanırlar ve eylemlerde bulunurlar. Hidayetin ikinci merhalesi ise Allah’ın, insana yol gösterecek ve kılavuzluk edecek peygamberler göndermesi ve bilgiler vermesidir. Bu da Allah’ın insanı başıboş bırakmadığını ve onu yalnızlığa terk etmediğini göstermektedir.[1] Hidayetin üçüncü merhalesi de, hidayete eren kullarından dilediklerine Allah’ın lütfunu esirgememesidir.[2]
“Hâdî”, kavramsal anlamı itibariyle “Doğru yolu gösteren, doğru yola ileten; rehberlik eden” demektir. Bu kavramın on ayette yer aldığı; bunlardan ikisinde Allah’a, ikisinde Hz. Peygamber’e izafe edildiği; diğerlerinde ise her hangi bir izafetin bulunmadığı görülmekte ve Allah’ın hidayet etmediği kimselere, hiç insanın hidayet edemeyeceği açıklanmaktadır.[3]
“Kendilerine ilim verilenler (gerçek vahiy bilgisine sahip olanlar ise, bu tür vesvese ve faaliyetlere kulak asmamış) Kur’an’ın, senin Rabbinden gelen hak bir kitab olduğunu bilip ona inanmışlar ve kalpleri huzura ermiştir. Şüphesiz Allah inananlara hâdîdir/ yolun doğrusunu gösterir.”[4]
“Bu hep böyle olmuştur. Biz her peygambere, günaha batmış inkârcılardan bir düşman veririz. Fakat hiç üzülme, sana hâdî/ yol gösterici ve yardımcı olarak Rabbin yeter”.[5] ayetleri, Allah Teâlâ’nın;
“Küfürde direnen bu kimseler yine (alay ederek), “Muhammed’e Tanrısından açıkça görebileceğimiz bir mucize indirilseydi ya!” diyorlar. Ey Peygamber! Sen sadece bir uyarıcısın (mucize göstermekle yükümlü değilsin). Her kavmin (kendi döneminin şartlarına uygun deliller getiren) bir yol göstericisi olmuştur.[6]
“Ey Peygamber! Gerçek şu ki, sen ölülere sesini işittiremezsin, arkasını dönüp giden sağırlara da çağrını duyuramazsın. Yine sen (kalp gözleri) kör olanları sapıklıktan kurtarıp doğru yola ulaştıramazsın. Sen ancak âyetlerimize inanıp iman edenlere sesini duyurabilirsin. Zaten onlar yürekten teslim olmuş; Müslüman kimselerdir”[7] ayetleri de Hz. Peygamber’in hâdî olduğunu açıklar.
Mühtedî, Allah’ın kendisine verdiği akıl ve irade sayesinde O’nun gösterdiği istikamette hareket eden kimseyi tanımlar. Günlük dilde ise İslâm’a girmeyi ifade eder. Zira her ihtidada hem Allah’ın yol göstermesi, hem de insanın kendi kendine karar vermesi söz konusudur. Buna karşılık Kur’an’da “hidayete erdirilmiş, kendisine doğru yol gösterilmiş kişi” [9] anlamına gelen “mehdî” kavramı yoktur. Ancak bu kavramın bazı rivayetlerde yer alması sebebiyle terimleştirildiği ve kurtarıcı beklentisini ifade eden bir inanca dönüştürüldüğü de görülmektedir. Nitekim kimi “Sünnî Müslümanların 1400 yıldır Mehdi’yi; Şiî Müslümanların ise 1300 yıldır kaybolan 12. İmamı bekledikleri” biliniyor. Bu inancın sadece Müslümanlıkta olmadığı, Yahudîlik, Hristiyanlık ve ilkel dinlerde de görüldüğü; nitekim “Hindular’ın 3700 yıldır Kalki’yi; Budistler’in 2600 yıldır Maitreya’yı; Yahudiler’in 2500 yıldır Mesih’i; Hristiyanlar’ın ise 2000 yıldır Hz. İsa’yı bekledikleri” müşahede ediliyor. Dahası bu inancın “bazı dinî ve siyasî hareketlere güç kaynağı oluşturduğu” da anlaşılıyor.[10]
Veya neden bazı Müslümanlar, Kur’an ve Hz. Peygamber gibi iki “hâdî” var iken bir mehdi beklentisi içine girer? Elbette ki böyle bir inancın ve bekleyişin temelinde yatan bir çok dinî, sosyal, siyasî ve psikolojik sebepler söz konusudur. Zira çaresizlik ve korku, insanları böyle bir kurtarıcı fikrine yöneltmektedir. Ve onlara psikolojik bir rahatlık sağlamaktadır. Ancak böyle bir düşünce gerçekleşir mi, gerçekleşmez mi? bilinmemektedir. Buna rağmen İslâm aleminde zaman zaman kendilerini mehdi olarak tanıtan bazı kişilerin ve meczupların ortaya çıktığı görülmekte, fakat toplumun bunlara itibar etmediği de bilinmektedir. Bilinen bir şey varsa o da bu beklentinin şu ana kadar gerçekleşmemiş olduğu ve kıyamete yakın gerçekleşebileceği inancıdır.
Yalnız bu beklentide bir sorunun olduğu görülüyor. Bu da bazı Müslümanların, iman ettiği kitapta yol gösterici olarak Kur’an ve Hz. Peygamber gösterildiği halde, bunların dışında bir kurtarıcı arayışında ve beklentisinde olmalarıdır. Zira Kur’an, bir hidayet kitabı olarak Müslümanlardan, hiçbir şey yapmadan oturup beklemelerini değil, çalışıp çalışmalarını; başkalarından değil, sadece Allah’tan yardım talep etmelerini istemekte ve bu konuda onları sorumlu tutmaktadır. Nitekim Kur’an’ın,
“Ey iman edenler! Eğer siz Allah’a (Allah’ın dinine) yardım ederseniz, O da size yardım eder ve ayaklarınızı sabitkadem eyler/ sizi güçlü ve dirençli kılar” [12] ayeti ile de bu ilkeyi desteklediği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla hâdî dışında bir kurtarıcı aramak, Kur’an’ın ve Hz. Peygamber’in bu konuda yeterli olmadığı algısını oluşturur ki, bundan daha vahim bir düşünce hatası olamaz. Zira Kur’an, Müslümanlardan acze düşmemeleri için çalışıp çabalamalarını, güçlü olmalarını, dolayısıyla da kuvvet hazırlamalarını istemekte; Hz. Peygamber’in de “Gücünüzün yettiği oranda kuvvet hazırlayınız”[13] ayetinde yer alan “kuvvet”i , “ atmak” [14] olarak açıkladığı ve “acizlikten, tembellikten, korkaklıktan Allah’a sığındığı” [15] bilinmektedir. Tenzil döneminde “atma”, o günün şartları gereği ok, mızrak veya mancınık olarak algılansa da, bugün biz “atma”yı her türlü harp araç ve gereçleri olarak anlamaktayız. Bu nedenle Müslümanlar, Kur’an’ın bu sesine, Hz. Peygamber’in bu açıklamasına kulak vermek zorundadır. Çünkü Kur’an, Müslümanlardan bunu talep etmekte ve şunları söylemektedir:
“Ey Peygamber! İşte Biz buyruğumuzla sana da bu yollarla ruhu; gönüllere hayat veren bu Kur’an’ı vahyettik. Oysa sen bundan önce kitab nedir, iman nedir bilmiyordun. Biz Kur’an’ı bir ışık kıldık. Kullarımızdan dilediklerimizi (ona kulak verenleri) onunla doğru yola ulaştırırız. Şüphesiz senin yaptığın şey insanları (bu Kur’an’la) doğru yola çağırmaktır.
“Bir gün gökyüzü beyaz ve ince bulutlarla paramparça olacak ve melekler (insanların amel defterleriyle birlikte) bölük bölük ineceklerdir. İşte o gün, gerçek hükümranlığın yalnız Rahmân olan Allah’a ait olduğu açıkça görülecektir. O gün küfürde direnenler için çok çetin bir gün olacaktır. O gün müşrik pişmanlıktan parmaklarını ısıracak ve şöyle diyecektir : “Keşke ben de peygamberin tuttuğu yolu tutmuş olsaydım.” “N’olaydı, ben şeytan tabiatlı insanları dost edinmeseydim.”
“Yemin ederim ki, bana okunup anlatılan Kur’an’dan beni uzaklaştıran odur. Demek ki, şeytan insanı böyle yapayalnız ve çaresiz bırakıveriyormuş.” İşte o zaman Peygamber şöyle şikâyette bulunacak: “Ya Rabbi! Kavmim bu Kur’an ile alay edip onu terk etmişti” [17] diyecektir.
Hz. Peygamber’in, “Kavmim bu Kur’an ile alay edip onu terk etmişti”. Tarzındaki bu şikayeti bizim için de dikkat çekici bir nitelik arz eder. Onun bu şikayeti, ne kadar Mekkeli müşriklere yönelik olsa da, inananlara da verilmiş bir mesajdır. Bu da “ Kızım sana söylüyorum, gelinim sen işit” tarzında bir mesajdır ve ümmete bir uyarıdır. Daha açık bir ifadeyle “müşrikler Kur’an’a inanmayıp onu terk ettikleri için bu acıklı duruma düştüler. Ey inanalar! Siz de dikkat edin, eğer onu terk ederseniz aynı akıbetle karşılaşabilirsiniz” anlamındaki bir mesajıdır. Bu nedenle Müslüman, Kur’an’ın ve Hz. Peygamber’in rehberliğine ziyadesiyle muhtaçtır.
Prof. Dr. Celal Kırca
YAZARIN DİĞER YAZILARINI OKUMAK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ
MİRATHABER.COM – YOUTUBE
[1] Kıyame, 75/36
[2] Râgıb el-İsfahânî, Hdy maddesi
[3] R’ad, 13/33.
[4] Hac 22/54
[5] Furkan,25/31
[6] Ra‘d 13/7
[7] Rum, 30/52-53
[8] A’raf, 7/178
[9] Yusuf Şevki Yavuz, Mehdi, DİA İslam Ansiklopedisi, Mehdi, Ankara 2003, 28/371.
[10] Ekrem Sarıkçıoğlu Mehdi, DİA İslam Ansiklopedisi, Ankara 2003, 28/369.
[11] R’ad,13/11.
[12] Muhammed,47/7.
[13] Enfal,8/60.
[14] Müslim, İmare,167.
[15] Müslim, Zikir 50.
[16] Şûrâ 42/52-53
[17] Furkan,25/25- 30.
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), Gazze'de işlenen savaş suçları nedeniyle İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski…
Bu video bize BELAM başlığı ile gönderildi. BEL’AM için Diyanet İslam Ansiklopedisine baktığımızda şu açıklamayı…
Seçilmiş Cumhurbaşkanımızın katıldığı merasimden sonra bir gurup teğmenin sonradan korsan yeminle Mustafa Kemal’in askerleriyiz diyerek…
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi’nde alınan kararla su fiyatlarına %17,5 zam yapıldı ve her ay…
İstanbul' da Şiddetli lodos, Marmara Bölgesi'nde deniz ulaşımını sekteye uğratmaya devam ediyor. İstanbul, Bursa ve…
Ebu Cehil deistti, diğer Mekkeli müşrikler de deistti, Allah’ın varlığına inanıyorlardı ama Hz. Muhammed’in Allah’ın…
View Comments
Can alıcı soru;
"Neden bazı Müslümanlar, Kur’an ve Hz. Peygamber gibi iki “hâdî” var iken bir mehdi beklentisi içine girer?
Bunun sebeplerini teşhis;
"Elbette ki böyle bir inancın ve bekleyişin temelinde yatan bir çok dinî, sosyal, siyasî ve psikolojik sebepler söz konusudur. "
Eleştiri ve özüm;
"Yalnız bu beklentide bir sorunun olduğu görülüyor. Bu da bazı Müslümanların, iman ettiği kitapta yol gösterici olarak Kur’an ve Hz. Peygamber gösterildiği halde, bunların dışında bir kurtarıcı arayışında ve beklentisinde olmalarıdır. Zira Kur’an, bir hidayet kitabı olarak Müslümanlardan, hiçbir şey yapmadan oturup beklemelerini değil, çalışıp çalışmalarını; başkalarından değil, sadece Allah’tan yardım talep etmelerini istemekte ve bu konuda onları sorumlu tutmaktadır."
Kaleminize sağlık hocam.