“Toplumsal bir varlık olarak insana özgü olan belirti, nitelik ve özelliklerle birinin belirli bir kimse olmasını sağlayan koşulların tümü”[1] olarak tanımlanan kimlik, “Kim?” sorusunun cevabı olarak da açıklanabilir. Kişilik ise “Bir kimseye özgü belirgin özellik; tinsel ve ruhsal niteliklerin tümü; insanlara yakışacak durum ve davranış; bireyin toplumsal yaşam içinde edindiği alışkanlık ve davranışların tümü”[2] olarak tanımlanmaktadır. Bir başka deyişle, kişilik, bize “Nasıl?” sorusunun cevabını verir.
Genel anlamda kimlik, kategorik olarak fıtrî /irade dışı kimlikler ve iradî kimlikler olmak üzere ikiye ayrılır. Fıtrî kimlik, bireyin beşer kimliği başta olmak üzere, etnik ve cinsiyet kimliklerini ifade eder. İradî kimlik ise başta inanç kimliği olmak üzere, medenî, meslekî vs. gibi bireyin tercihine bağlı kazanılmış kimliklerdir. İnsan eşini, işini, aşını ve dinini seçebilir ama annesini, babasını, akrabasını, cinsiyetini, ırkını seçemez. Zira bunlara ait kimliklerin kazanılmasında insanın hiçbir etkisi ve katkısı yoktur. Sadece yüce Yaratıcının takdiri vardır. Bunun adı da kaderdir. İslam, irade dışı kimlikleri ne yüceltici ne de alçaltıcı olarak görür. Buna karşılık iradeye bağlı kazanılmış kimlik ve kişilikleri bir değer olarak kabul eder. Mü’min, münafık ve kâfir ayrımında bu değerin varlığını görürüz. Nitekim Kur’an’da inananlar ile inanmayanların,[3] bilenlerle bilmeyenlerin,[4] iyilik yapanlarla yapmayanların[5] değer açısından bir olmadığı açıkça ifade edilir.
Kur’an’da kişilikle ilgili bilgiler, özellikle dikkat çekicidir. İnsanın kimliğine yönelik verilen bilgilere oranla kişiliğine yönelik verilen bilgilerin daha çok ve yoğunlukta olması, kişiliğin kimlikten daha değerli olduğunun da bir göstergesidir. İnsana nitelik kazandıran, onun sahip olduğu kişilik özellikleri, yani nasıl bir birey olduğudur. Çünkü insanın sahip olduğu kişiliksiz bir kimlik, onu suç ve günah işlemekten yeterince alıkoymaz Buna karşılık kazanılan kişilik, insanın suç ve günah işlemesine büyük ölçüde engel olabilmektedir. Bu sebepledir ki Kur’an’da, insan hedeflenirken, onun kişilik sahibi olmasına yönelik bilgilere, kurallara ve yönlendirmelere özel atıflarda bulunulduğu görülmektedir.
Kimlik, önemlidir ama yeterli değildir. Zira kimlik, ancak kişilikle tamam olur ve tam bir değer ifade eder. Zira kişilikli bir insan, kimliğine her zaman değer kazandırır. Ama kişiliksiz bir kimlik, insana, arzu ettiği değeri kazandırmaz. Çünkü kişilik, insanın kimliğinin gerekli kıldığı kişilik özelliklerini eyleme dönüştürmesi ile oluşur. Bu nedenle iman, kimlik ile alakalı olduğu halde ahlak ve bununla ilgili tutum ve davranışlar, kişilikle alakalıdır. Bir kişinin Müslüman kimliğine sahip olabilmesi için, iman etmesi yeterli olduğu halde, Müslüman bir kişiliğe sahip olabilmesi için sadece iman etmesi yeterli olmamaktadır. Bunun içindir ki Allah Teâlâ, imanla birlikte “Amel-i salih” i de zikreder. İnsanın hüsranda olduğunu, ancak iman edip amel-i salih işleyenlerin, hakkı ve sabrı tavsiye edenlerin hüsranda olmadığını özellikle zikretmesi[6] bunun bir kanıtıdır. Kur’an, bir taraftan insanın kimliğine yönelirken, diğer yandan da onun kişilik kazanmasına yönelik bilgiler verir, kurallar getirir. Bu bilgi, ilke ve kuralların bazısını doğrudan, bazısını da dolaylı olarak yani peygamberler ve bazı şahıslar üzerinden sunar. Dolayısıyla Kur’an’da kimlik-kişilik ilişkisini yansıtan pek çok ayet mevcuttur.
Bu ayetler sadece kimliğin yeterli olmadığını, kimliğin kişiliğe dönüştürülmesinin gerekli olduğunu da gösterir. Mesela, Mü’minun Suresi’nde Allah Teâlâ, bir başlangıç cümlesi olarak sadece “Mü’minlerin kurtuluşa erdiğini/ ereceğini” ifade ettikten sonra, kurtuluşa erecek olan bu mü’minlerin herhangibir mü’min olmadığını, özellikle “Namazlarını huşu içinde eda eden; malayani sözlerden uzak duran; zekâtlarını veren; iffetlerini koruyan; emanete ihanet etmeyen, sözlerini yerine getiren ve namazlarını devamlı kılan mü’minler olduğunu açıklar.”[7] Dolayısıyla surenin başında yer alan mü’minûn sözcüğü insanın inanç kimliğini, bundan sonra gelen ayetler ise o müminlerin kişiliğini ifade eder. Yine Kur’an’a göre mü’minler, Allah anıldığında kalpleri titreyen, Rablerine güvenen, namazlarını kılan ve kendilerine verilen rızıktan infak eden kimselerdir.[8] Kur’an’da “Rahman’ın kulları” başlığı altında verilen bilgide ise bu kulların kişilik özellikleri şöyle açıklanır: Bu kullar mütevazidir; cahillerle karşılaştıklarında onlara yumuşak ve güzel söz söylerler; geceleri kalkıp nafile namaz kılarlar; ‘Rabbimiz bizden cehennem azabını kaldır’ diye dua ederler; harcamalarında dengelidirler; Allah’a ortak koşmazlar; adam öldürmezler; tövbe ederler; yalancı şahitlik etmezler; boş laf konuşanlara rastladıklarında vakar ile oradan uzaklaşırlar; ayetlere karşı kör ve sağır olmazlar; göz nuru evlatlar isterler; takva sahiplerine önder olurlar ve sabırlıdırlar.[9]
Bu nedenle insanın kişiliği, kimliğinden öte bir öneme haizdir. Kişiliği olmayan bir insanın, sureta insan olmasının da bir önemi yoktur. Zira insan olarak doğmak başka, insan olmak daha başkadır. İnsan olarak doğmada insanın iradesi yoktur ama insan olmasında mutlaka iradesi vardır. Bu nedenle “İnsan” sözcüğü, verilmiş bir kimliği ifade ettiği halde, “İnsan olma” kazanılmış bir kişiliği ifade eder. İnsanı değerli kılan da ondaki bu “İnsan olma” çabasıdır. Bu nedenle Kur’an’ın vurgusu kimlikten ziyade, kişiliğe yöneliktir. Nasıl bir mü’min, nasıl bir kul ve nasıl bir insan olunması gerektiğine yönelik Kur’an’da yer alan bilgilerin tümü, kişilikle ilgili bilgilerdir.
Yüce yaratıcının insanı, insan olarak yaratması hiç şüphesiz onun için bir onurdur ama insanın da kendisine bahşedilen bu onura layık olacak davranışlarda bulunması ve onu hak etmesi/kazanması gerekmektedir. Nitekim Hz. Peygamber, kızı Fatıma’ya “Ey Resulullah’ın kızı Fatıma! Sen de kendini Allah’tan satın almaya çalış; zira senin için de bir şey yapamam”[13] derken bunu kastetmektedir. Bu sözün anlamı, “Ey kızım Fatıma! Babam Peygamber diye güvenme, Rabbine karşı kulluk vazifeni yap, eğer Allah’tan nefsini satın alamazsan vallahi ben bile senin namına hiçbir şey yapamam” demektir. Bu gerçek ortada dururken, sadece Müslüman kimliğine sahip olmakla iyi Müslüman olduğunu sanmak, aldatıcı bir kuruntudan ibarettir. Zira Allah Teâlâ, “Ey insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Hiçbir babanın evladından fayda göremeyeceği, evladın da babasından hiçbir yayar sağlayamayacağı bir günden korkun. Allah’ın vaadi gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın, o yoldan çıkarıcı (şeytan) da Allah hakkında sizi ayartmasın”[14] diyerek böyle bir kuruntu içinde olunmamasını ister. Bu nedenledir ki Hz. Peygamber Müslümanı, “Dilinden ve elinden Müslümanların zarar görmediği kimse”[15] olarak tanımlamıştır. Dolayısıyla O, Müslümanı “Elinden ve dilinden insanların salim kaldığı kimse”[16] olarak açıklar. Müslüman, kavramsal anlamıyla İslam/teslim olan, dini terminoloji de ise İslam Dinini kabul eden demektir. Kur’an’da “İslam” olmanın iki farklı boyutunun olduğu görülmektedir. Bunlardan birincisi, İslam’ı tanıma ve onun varlığını ve hâkimiyetini kabul etme; ikincisi ise bütün benliği ile “Allah’a teslim” olmadır.
“Bedeviler “İnandık” dediler, de ki: ‘İnanmadınız, ama İslam olduk’ deyiniz, iman henüz kalplerinize yerleşmedi”[17] ayeti birinci anlama; Allah Teâlâ’nın Hz. İbrahim’e “Teslim ol” buyurduğunda, onun da “Âlemlerin Rabbine teslim oldum”[18] deyişi de ikinci anlama örnektir. Bedevîler, sadece Müslüman olduk demekle Müslüman olduklarını sanıyorlardı. Oysa henüz kalplerine iman yerleşmemiş ve bütün benlikleriyle Allah’a teslim olmamışlardı. Buna karşılık Allah Teâlâ, Hz. İbrahim’e “Teslim ol” dediğinde, o bütün benliği ile Allah’a teslim olmuş, bu teslimiyetin gereğini/gereklerini yerine getirmişti.
Bu nedenledir ki insan, sadece Müslüman kimliği ile yetinmemeli, aynı zamanda Müslüman kimliğinin gerekli kıldığı kişilik özelliklerine de sahip olmalıdır. Bu da ancak doğru tercihlere dayalı bir çaba ve sağlam bir irade ile mümkündür. Nitekim bu konuda Allah Teâlâ bize Hz. İbrahim ile Hz. Muhammed’i örnek olarak gösterir ve “Allah’ın resulünde, Allah’ı ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok ananlar için güzel örneklerin”[19] bulunduğunu hatırlatır. Ayette “Üsve” ifadesi yer alır. Bu, “Benzeri yapılacak olan, benzetilmek istenen şey, model, bir şeyin benzeri, tıpkısı, misal, durumu ve niteliği benimsenmeye değer kimse ya da şey, en iyi biçimde olan”[20] anlamlarına gelen örnek sözcüğünün Kur’an’daki karşılığıdır. Kur’an’da üç defa kullanılan bu ifadenin, biri Hz. Peygamber,[21] diğer ikisi ise Hz. İbrahim’e [22] aittir.
Hz. Peygamberin “Güzel örnek” oluşu, ayetin iç ve dış bağlamından hareketle onun yiğitlik, cesaret ve yüksek karakteriyle yorumlansa da,[23] onun örnekliği bunların da ötesinde daha şümullü ve kapsamlı bir nitelik arz eder. Nitekim onun hayatı boyunca taleplerinde ve tenkitlerinde kendi sınırları içinde kalması, başkalarının sınırlarına saygı göstermesi; başkalarının duygularına değer vermesi; kavgaya taraftar olmaması; sevgisini ve saygısını her fırsatta karşısındakine hissettirmesi; affedici olması; anlaşmazlıklarda her iki tarafın hakkını ve onurunu koruyan çareler üretmesi; akrabalık bağlarına saygı göstermesi; yoksullara yardım elini uzatması; doğruları desteklemesi; özü ve sözünün bir olması; kaba ve katı davranmaması; hoşgörü sahibi oluşu, insan hayatında kaybolan dengeleri yerli yerine koyan davranışlarda bulunması, mikro kimliğin hâkim olduğu bir dönemde, makro kimliği tavizsiz uygulaması ve kimliklere değil de Kur’an’ın ölçüt olarak sunduğu kişiliklerin esas alınması ilkesine bağlı kalmaya özen göstermesi, bizim için örnek alınması gereken kişilik özellikleridir.
O’nun bize olan örnekliği; nasıl bir kul, nasıl bir insan, nasıl bir baba, nasıl bir eş,nasıl bir komşu, nasıl bir arkadaş, nasıl bir dost, nasıl bir yönetici, nasıl bir eğitici vs. gibi evrensel olma potansiyeline sahip kişiliği yönüyledir Bir başka deyişle O, kul oluşu ile değil, nasıl bir kul oluşu ile insan oluşu ile değil, nasıl bir insan, nasıl bir Müslüman, nasıl bir peygamber oluşu ile bize örnektir. Yoksa biyolojik ve fizyolojik yönleri ile veya yerellik ifade eden sosyo-kültürel, sosyo-ekonomik ve sosyo-politik araç ve gereçlerin veya formların bir şekilde onun tarafından kullanılmış olması yönüyle değil. Mesela, yolculuk esnasında deveye ve ata binmesi; savaşta ok, mızrak atması, kılıç kullanması; diş temizliğinde misvak kullanması, hasırda veya kumda yatması; çok hanımla evlenmesi vs. gibi yerel ve kültürel unsurlar veya bunlarla alakalı şeyler onun kişiliğini yansıtan evrensel nitelikli örnekler değildir. O’nun örnekliği, adaleti, sevgisi, merhameti, doğruluğu, dürüstlüğü ve bütün bunların da ötesinde “El-emin/güvenilir” oluşuyla alakalıdır. O’nun ümmetine yakışan da peygamberinin sahip olduğu bu kişilik özelliklerine sahip olmaya çalışmaktır. Mekkeli müşrikler bile Hz. Peygamber’e güvenirken, ne acıdır ki Müslüman olmakla övündüğümüz ülkemizde bugün insanların çok azı, birbirine güvenmektedir. Söz verip de sözünde durmayan insanlardan oluşan bir toplumda güvenin olmayışı çok acı bir durumdur. Yapılan bir araştırmada bunu açıkça gözler önüne sermektedir:
“Türkiye, kişiler arası güvenin, yani “çoğu insana güvenebilirim” diyenlerin oranının, dünyada en düşük olduğu ülkelerden biri. Türkiye, Dünya Değerler Araştırmasının 2005-2014 döneminde yapıldığı 29 ülke içinde sondan üçüncü sırada. Türklerin yalnız yüzde 8’i diğer insanlara güvendiğini belirtiyor. Bu oran ABD’de yüzde 37, Avustralya’da yüzde 49, İsveç’te ise yüzde 63. Yani, biz Türkler neredeyse, sadece ailemizin içindekilere güvenebilirken, İsveçliler ülkelerinin yarısından fazlasını kendi ailesi gibi görüyor, onlara güvenebiliyor.”[24]
Kişilik, Müslüman’a ahlakî erdem kazandıran tutum ve davranışların tümünü kapsar. Onun hayatından İslamî kişilik yoksa geriye sadece ritüel, şekilcilik, bir diğer ifade ile ruhsuz bir beden gibi, ahlaksız bir dindarlık görüntüsü kalır. Tıpkı ruhsuz bir namazın jimnastikten; ruhsuz bir orucun aç kalmaktan ibaret oluşu gibi. Müslüman, namaz kılıyor, oruç tutuyor, hacca gidiyor, kurban kesiyor fakat yalan söyleyerek ve çalarak bir kazanç elde ediyor; kişisel çıkarları için hak-hukuk tanımıyor, sözünde durmuyor, insanları sürekli aldatıyor ve bundan dolayı da becerikli ve açıkgözlü olmakla övünüyorsa, İslam’ın ruhunu yansıtan kişilikten uzak bir hayat yaşıyor demektir. Nitekim Hz. Peygamber’in “Kim yalan söylemeyi, yalanla iş görmeyi terk etmezse, Allah’ın, onun yemesini ve içmesini bırakmasına (oruç tutmasına) ihtiyacı yoktur”[25] sözü, bunun da bir kanıtıdır. Kısaca, doğru sözlülük, dürüstlük, ahde vefa, adalet, merhamet, cömertlik, sabır, tevazu, kanaatkârlık, paylaşma; insanların canlarına, mallarına, namus ve şereflerine saygı gibi erdemler, Müslüman kimliğinin gerekli kıldığı kişilik özelliklerinden bazılarıdır. Müslümana yakışan da bu erdemlere sahip olabilme çabasının içinde olmaktır.
Prof. Dr. Celal Kırca
[1] TDK, Türkçe Sözlük, Ankara, 1983, I/714.
[2] Türkçe Sözlük, I/718.
[3] Secde,32/18;Rad,13/16;
[4] Zümer,39/9
[5] Fussilet,41/34
[6] Asr,103/1-3.
[7] Mü’minûn,23/1-9.
[8] Enfâl, 8/2-3.
[9] Furkan,25/63-75.
[10] Bakara,2/1-5
[11] Al-i İmran,3/134-135
[12] Zariyat,51/15-19.
[13] Buharî,Vesâyâ,11; Müslim,İman,89.
[14] Lokman,31/33
[15] Buhârî, Îmân 4-5
[16] Ahmed İbni Hanbel, Müsned, II, 224
[17] Hucurat,49/14
[18] Bakara,2/131
[19] Ahzâb, 33/21.
[20] TDK,Türkçe Sözlük,2/926
[21] Ahzâb, 33/21.
[22] Mümtehine, 60/4, 6.
[23] Süleyman Ateş, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, İstanbul, 1990, 7/144.
[24] Türkler neden birbirine güvenmez? www.tepav.org.tr; ( Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV 10 Temmuz 2015)
[25] Buhari, Kitabu’s-Savm, Bab 8.
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), Gazze'de işlenen savaş suçları nedeniyle İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski…
Bu video bize BELAM başlığı ile gönderildi. BEL’AM için Diyanet İslam Ansiklopedisine baktığımızda şu açıklamayı…
Seçilmiş Cumhurbaşkanımızın katıldığı merasimden sonra bir gurup teğmenin sonradan korsan yeminle Mustafa Kemal’in askerleriyiz diyerek…
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi’nde alınan kararla su fiyatlarına %17,5 zam yapıldı ve her ay…
İstanbul' da Şiddetli lodos, Marmara Bölgesi'nde deniz ulaşımını sekteye uğratmaya devam ediyor. İstanbul, Bursa ve…
Ebu Cehil deistti, diğer Mekkeli müşrikler de deistti, Allah’ın varlığına inanıyorlardı ama Hz. Muhammed’in Allah’ın…