ORUÇ TUTMAMA PSİKOLOJİSİ
On bir ayın sultanı Ramazanı Şerif geldiğinde, oruç gibi muhteşem bir ibadetten kendini soyutlayanların olduğunu üzülerek görmekteyiz.
İnanmayan ve oruç tutmayanları “ila cehenneme zümera” diyerek bir köşeye koymak istiyoruz da bizim, inanıyorum dediği halde mazeretsiz oruç tutmayanların hangi saikler ile bunu yaptıklarını hiç düşündünüz mü?
Meslek hayatım boyunca, bu tip kardeşlerimle çok karşılaştım ve kendimce olayı bir tarafından çözdüğüm zannındayım.
Öncelikle Müslümanım dediği halde Oruç tutmayan insanlarımızın büyük çoğunluğu diğer ibadetlere de soğuk bakıyorlar. Namaz ibadetine “Kalbim temiz, kılmama gerek yok” diyen bu zümre, Ramazan ayı yaklaştıkça hastalanıyorlar ve hastalığın arkasına gizlenerek bir nevi kendilerini garanti altına alıyorlar.
Bu konuda gerçekten çok anım var. Mesela “Bacağım ağrıyor, ben oruç tutmasam olur mu?” diyenden tutun, “Ben sigara kullanıyorum ve içmeyince çok gergin ve sinirli oluyorum. Kalp kırdığım için de tuttuğum orucun bir kıymeti kalmıyor. Bu sebeple oruç tutmuyorum” diyenlere kadar, birçok mazeretin arkasına sığınan insanlarımızı gördüm.
Hangi sebeple olursa olsun oruç tutmayan insanların tek bir ortak özelliğini keşfettim. Hangi sebebi öne sürerlerse sürsünler bu insanlarımızın ortak özelliği “Aç kalma korkusu” Bu korkuyu öyle bir yaşıyorlar ki, vücutları savunma mekanizmasını devreye sokuyor ve çok ilginçtir oruçtan korunmak için bahaneler ve hastalıklar öne sürmeye başlıyor. Yani oruca karşı vücutları, kendini savunmaya geçiriyor. Çünkü beyin, bütün azalara oruçtan korunmalısın mesajı gönderiyor.
Bu tespiti yapabilmek için emin olun psikolog olmaya falan da gerek yok. Bahaneler öne sürerek oruç tutmayan insanlar ile konuştuğunuzda bunu rahatlıkla anlayabiliyorsunuz.
Peki insanlarda aç kalma korkusu nasıl oluşur ve o insanda kalıcı hale nasıl gelir?
Kapitalizm denen büyük bela bizi o kadar çok sardı ki, ahtapot gibi toplumumuzun her alanına kolunu uzattı ve bizi nefislerimizin tutsağı haline getirdi. O tutsaklık bizi, tamamen tüketim toplumu yaptı. Çok para kazanma ve sınırsız tüketim çılgınlığı, hastalık halini aldı. Şimdi o hastalık bize, iç ses olarak geliyor ve alışkanlıklarımızdan vazgeçemeyeceğimizi, aç ve susuz kalamayacağımızı, aç ve susuz kalırsak hasta olacağımızı ve öleceğimizi fısıldayıp duruyor. Bu iç sese (Nefse) boş bulunup bir anda uyuveren insanlar, aç kalma korkusu yaşamaya başlıyorlar. Bu korku onların oruç gibi muhteşem bir ibadetten kaçmalarına sebep oluyor.
Evet, tamamen seküler hayatı benimsememiz ve kapitalizmin tüketim çılgınlığı, bir taraftan insanlara “aç kalma sakın” diyerek korku salarken, diğer taraftan bu vesileyle, muhteşem bir ibadet olan Oruç ibadetine soğuk bakmamıza vesile oluyor.
Uzun lafın kısası, hayatımızın merkezine alamadığımız Kur’an ve sünnet, oruç ve diğer ibadetler vasıtasıyla bizi seküler hayatın hastalıklarından koruyamamış oluyor.
Ne dersiniz?
Hemen hepimizde azda olsa aç kalma korkusu yok mu?
Hem de yüce rabbimizin şu ayeti kerimesiyle rızkımızı garanti ettiğini bildiğimiz halde…
“O, sizin için yeryüzünü bir döşek, gökyüzünü bir bina kıldı. Ve gökten yağmur indirerek bununla sizin için (çeşitli) ürünlerden rızık çıkardı. Öyleyse (bütün bunları) bile bile Allah’a eşler koşmayın.” (Bakara 22)
Şaban DOĞAN