islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
34,4764
EURO
36,4423
ALTIN
2.951,48
BIST
9.375,01
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Parçalı Bulutlu
18°C
İstanbul
18°C
Parçalı Bulutlu
Cuma Yağmurlu
18°C
Cumartesi Parçalı Bulutlu
9°C
Pazar Çok Bulutlu
10°C
Pazartesi Parçalı Bulutlu
11°C

Müslüman Olmanın Keyfiyeti…

Müslüman Olmanın Keyfiyeti…
4 Ağustos 2022 09:14
A+
A-

Parçalanmış bir zihin ve hayat üzerinden Müslüman olmanın bütünlüğünü korumanın ne kadar zor olduğunu bugünün Müslümanlarının ahvaline bakarak anlayabiliriz. Parçalanmış şahsiyetler dini yaşamın kendisini de parçalamak konusunda cesur davranmaktadırlar. Müslüman sadece ibadetlerini yerine getiren biri gibi algılanmaktadır. Ya da tersinden Müslüman, sanki sadece sosyal sorumluluğunu yerine getirmekle yükümlüdür, diye algılanırken bunu da salt ibadet eden ve sosyal sorumluluğunu yerine getirmeyen kişilere istinaden savunabilmektedir. Yani her iki yaklaşım biçiminin kendisi de sorunludur.

Müslüman, hem ibadet ve hem sosyal sorumluluğunu aynı zeminde ve aynı şuur üzerinden yapmakla mükelleftir. Müslüman namaz kılarken, herhangi bir sosyal olguda yalan söylemeyi makul ve meşru göremez! Müslüman sosyal hayatta ‘doğrucu Davut’ ama özel hayatındaki ibadetleri göz ardı edemez. Çünkü her iki durumu da içerir Müslüman olma halinin keyfiyeti…

Meselenin açığa çıktığı zemin kültürel dokunun kendisinden hareketle anlaşılabilir. Kültürel dokunun özellikle de post modern kültürel dokunun parçalanmış hayatların mutlaklaştırılmasına dönük etkisini de dikkate alarak meseleyi anlamak doğru bir zemine dayanmak anlamına gelir. Modernliğin üniform/tek biçimci yönü ile post modernliğin çoğulcu karakteri arasındaki derin makas ayrımını fark etmeden Müslümanların kendi dinlerini yaşarken yaslandıkları kültürel dokuyu anlamakta zorlanılacaktır.

Maalesef, Müslümanlar, tam olarak kültürel bağlamda nelerden beslendiklerine yönelik bir yaklaşımları yoktur. Özellikle halk olarak Müslümanlar, kendilerine sunulan şeyi benimseyerek varlığını idame etmektedir. Bu yüzden Müslüman olduğunu bilirken, Müslümanlığını yaşarken ise nelere istinaden hareket ettiğini bilmemektedir. Örneğin, sosyal sorumluluk bağlamında kendi çıkarını önceleyen veya kendisinin de içinde yer aldığı toplumsal yapının çıkarlarını öncelemeyi nereden devraldığını tam olarak bilememekte ve buna dair bir ayet veya hadis bularak meşrulaştırmaktadır. Faiz haramdır, ama bankalar ile çalışmaktan imtina edemez! Bunu zorunluluk fıkhına istinaden ele alır ve süreç içinde faizi de meşrulaştırır, kredi kullanır, bu krediyi kullanırken meşrulaştırıcı bakışı, ‘bir sürü işçi var oradan ekmek yiyorlar’ olmaktadır. Siyaset yapar, siyaset yaparken, yaptığı gayrimeşru zemini ise ‘ama bu siyaset, böyle yapılıyor, başka türlü yaparsan seni yok ederler’ ile meşrulaştırıyor. Bu meşrulaştırmanın arka planında ise parçalanmış bir hakikat ve bu hakikate dayalı bilgi süreçlerinin parçalanmışlığı yanında öznelliğin hakikatin bizatihi kendisi olduğu bir bakışın varlığını ise görmez ve bilmez!

İnsanlar, içinde var oldukları kültür evrenini pek bilmezler ve tanıklık etmeye başvurmazlar! Bunun farkındalığına sahip değiller.  Müslümanlar ise kendi müfredatlarına uygun bir eğitime ve öğretime tabi olmadıklarından dolayı, eğitildikleri ve öğretime tabi kılındıkları kültür evrenine göre ayartılarak şekillendirilmektedirler. İşte bu şekillendirme onların dinleri ile kurdukları bağı da yeniden biçimlendirmekte ve bugün şikâyete konu edinilen birçok olumsuzluğun nedeni olarak var olduğunu da bilmemektedirler. Bu yüzden eleştirilere konu edinilen Müslümanların beslendikleri kaynakları yeniden gözden geçirmeleri esasa taalluk eder ve Müslüman olmanın keyfiyetine ancak bu şekilde sahip olabileceklerdir.

Müslüman hayata dinin kendisi için sunduğu bakış ve kültür evreni içinden bakar ve hayatını bu bakış ile temellendirir, en küçük eylemlerine kadar da bu bakışın varlığını hissettirmelidir.

Müslüman’ın hayatında boşluk yoktur.

Din, müslüman’ın hayatı için boşluk bırakmaz! Yaşam boşluk kaldırmaz, yerine muhakkak başka bir şey ile doldurur. Bu yüzden Müslümanlar hayatlarını dinleri ile doldurmazlar ise başka bir şey gelir ve onların hayatlarını doldurur. Bu yüzden Müslüman ancak hayatını kendi dini ile doldurmayı becerebilmelidir. Bu beceri ise din ile kurulacak sahih ve sahici bir ilişki üzerinden oluşabilir. Bu yüzden dinin tamlığı ve insanın yaşamının tamlığı ve bu iki tamlığın birbirini tamamlayan unsurlara dönüşmesi, bu ikili yapının tamlığa kavuşarak din ile insanın Müslüman olarak teşmil edilebilmesine zemin oluşturulduğu zaman Müslüman olmanın keyfiyeti açığa çıkar.

Şimdi şikâyete konu edinilen şeylere bakalım: yalan söyleme; hangi nedenle olursa olsun, yalan söylemenin Müslüman olmakla ilişkisi sorunlu ve yasaklanmıştır. İstisnai durumlar yalanı meşrulaştırmaz! Aldatmayı bir yaşama biçimi olarak görmek ve uygulamak, özellikle iktisadi zeminde ve siyasi zeminde bunun çokça yapıldığı bilinmektedir. Hâlbuki ‘aldatan bizden değildir’ diyen bir peygamberin ümmetidir Müslümanlar… Müslümanların kendi çıkarına olunca birçok gayri meşru durumu kabullenme ve ‘ne yapalım, başkasına mı kalsın’ yargısı üzerinden meşrulaştırılmaktadır. Hâlbuki Müslüman, kendisinden çok başkasını düşünmesini salık veren bir dinin müntesibi olduğunu unutmaktadır. Haklı çıkma uğraşısında olmayan şeyleri muhatabına yüklemek ve haksızlığı meşru görmek, çünkü kendisinde olmayan bir şeyi vasıflandırarak ona yüklediğinde kendisi haklı çıkacak ya, o zaman adalet zedelenmekte ve kendisine yönelik yapılacak böyle bir şeyi büyük bir hakaret ve haksızlık olarak kabul eden kişi, başkasına kendisi bunu reva görmektedir. Ama her Müslüman hakkı söylemekle yükümlü ve buna uygun davranmayan Müslüman zalim olur uyarısının yapıldığı bir dine müntesiptir…

Yani herhangi bir şahsiyetin oluşumu, içinde var olduğu kültürel evrenden bağımsız değildir. Müslümanlar kendi kültürel evrenini kaybettiler. Bulmak için gereken özveriyi de gösteremiyorlar. Kültürel evrenin geleceğe aktarımını sağlayan eğitim modelini kaybeden Müslümanlar yerine yenileyerek koyma imkânını bulamadıkları gibi başka bir kültür evreninin eğitim modelini kabullendiler ve ona göre hayatlarının şekillenebileceğine dair şuurlarını da kaybettiler. Bu yüzden Müslümanların Müslüman olmanın keyfiyetine dair bir bakış sahibi olabilecekleri bir zemine sahip olmaları için öncelikle kendi kültürel evrenlerinin neye tekabül ettiğini, bilgi süreçlerini, düşünce geleneklerini, düşünme yöntemlerini de içeren bir bütünsel yaşam ve dünya görüşünü yeniden elde etmeleri elzemdir.

Abdulaziz Tantik

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.