İnsan, zamanla kayıtlı bir varlık. Ömrü, doğumu ve ölümü ile sınırlı. Bu nedenle zaman, Müslüman için çok önemli. Çünkü Müslüman, yaptıklarının karşılığını bir gün mutlaka göreceğini bilir ve buna inanır. Bu nedenle de hayatını iyi ve doğru yaşamak ve iyi yönetmek zorundadır. Ne var ki zamanı iyi kullanamamak ve iyi yönetememek, çoğu zaman Müslüman için bir sorun olmaktadır. Zira kimi Müslüman, zamanını boşa harcamak istemez, dakikalarını ve saatlerini hesaba katarken, kimi Müslüman da zamanını boşa harcar, onun kıymetini bilmez, bilse de önemsemez. Kimi Müslümanda zaman algısı yoktur, ya da zayıftır; bu nedenle zamana riayet etme konusunda duyarsızdır ve onu yönetmede de başarısızdır. Verdiği sözde durmaz/duramaz, toplantılara ve randevularına zamanında gelmez/gelemez. Bunun için de o, sürekli mazeret üretir. Bu tavrının toplum hayatında ciddiyetsizliğe ve disiplinsizliğe sebep olduğunun farkında bile olmaz; daha da kötüsü bu olumsuz davranışlarını, tabiî ve normal olarak görür.
İslam, bir din olarak müntesibi olan Müslümandan zamanını iyi kullanmasını ve yönetmesini ister. Hatta bunu bir hayat tarzı olarak ona önerir. Bunun için de belli kurallar getirmiştir. İslâm’ın getirdiği bu kurallar içinde en dikkat çekici olanı da, ibadetler için belli zaman dilimlerinin tespit edilmiş olmasıdır. Nitekim İslâm’ın günde beş vakit namaz, yılda bir ay oruç ve zekat, ömründe bir defa hacca gitme emirleri, zamanla ilgilidir ve bu da zamana verilen önemin bir göstergesidir. İbadetler, kulluk göstergeleri olsalar da, ifasının zamanla kayıtlı ve sınırlı oluşu, Müslümanın hayat tarzını tanzim etmeye, disiplin altına almaya yöneliktir. “Namaz, müminler üzerine vakitleri belirlenmiş bir farz”dır”[1] ayeti, namazın farziyetini ve önemini ifade ettiği kadar, zamanla olan ilişkisini de ifade eder. Zira namaz başta olmak üzere ibadetler, Müslümana kurallı ilkeli ve düzenli bir hayat vadeder.
Bunun haricinde Kur’an’da zamanla ilgili bir çok kavramın bulunduğu ve Allah Teâlâ’nın da bunlardan bazılarına yemin ettiği dikkate alındığında İslâm’ın zamana verdiği önem, daha iyi anlaşılır. Hz. Peygamber’in zamanın önemini ifade eden şu sözleri buna dahil edildiğinde, Müslüman için zamanın önemi, daha da belirgin bir görünüm arz eder:
“İki nimet vardır ki, bunlar hakkında çoğu kimse aldanmıştır. Onlar da sıhhat ile boş vakittir.”[2]
“Beş şey gelmeden önce beş şeyi ganîmet bil: İhtiyarlığından önce gençliğini, hastalanmadan önce sıhhatini, fakirliğinden önce zenginliğini, meşgul zamanlarından önce boş vakitlerini ve ölümünden önce hayâtını!” [3]
Bu tavsiyeleri ile Hz. Peygamber, ümmetinden zamanlarını boş geçirmemelerini talep etmekte; zamanlarını boşa harcayan kişilerin de çok şey kaybedeceklerini hatırlatmaktadır. Bu nedenle onlardan zamanın önemini ve değerini bilmelerini ve buna göre yaşamalarını istemektedir. Ne var ki çoğu Müslüman, bunun farkında değildir ve zamanını israf etmede bir sakınca da görmemekte; kahve köşelerinde oyun oynamayı ya da malayani konuşmalarla vakit geçirmeyi tercih etmekte ve bu nedenle de iyi bir zaman yöneticisi olamamaktadır. İnternet sitelerindeki verilere göre Türkiye’de yedi yüz bin civarında kahve bulunmaktadır. Sanırım bu sayı, geçirilen boş vakit hakkında bize bir fikir verecektir.
Müslüman için zamanı iyi yönetme, bir hayat felsefesine sahip olma, kurallı, ilkeli ve düzenli bir hayat yaşama; zamanı iyi yönetememe ise, bu niteliklerden yoksun olma anlamına gelmektedir. Bu yoksunluk, sosyal hayatta ve iş hayatında olduğu gibi, akademik faaliyetlerde de görülür. Özellikle konferans, sempozyum, panel gibi bilimsel faaliyetlerde ve ilmî toplantılarda bu durum, daha da dikkat çekici bir görünüm arz eder. Zira çoğu zaman bu etkinlikler, zamanında başlamaz/başlatılmaz; başlayan etkinliklerde ise kimi bilim insanı, verilen süreye riayet etmez; diğer bilim insanlarının sürelerinden çalar ve bunu da bir sorun olarak görmez. Diğer bir ifade ile böyle bir tavrın, kul hakkı olacağını ve saygısızlık olarak da algılanacağını düşünmez/düşünmek istemez.
Oysa bizden önceki nesle mensup hocalarımız böyle değildi. Zamana riayet ederlerdi. Derslere giriş çıkışlarında zamana azamî özeni de gösterirlerdi. Randevularına sadıktılar. Buna örnek olarak iki anımı sizinle paylaşmak istiyorum:
“İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü’nde okurken İstanbul İmam-Hatip Okulu Mezunları Cemiyeti’nin ayda bir neşrettiği Tohum Dergisi’nde çalışmaya başlamış, reklam işleri ile görevlendirilmiştim. O dönemde Ankara’da bulunan Gima Mağazası’nın Genel Müdürü İbrahim Kirazoğlu idi. Sanat Tarihi hocamız Ömer Kirazoğlu’dan ağabeyi nezdinde tavassutta bulunmasını ve Gima’dan reklam almama yardımcı olmasını istemiştim. O da bana yardımcı olmuştu.
Reklam parasını almak için Ankara’ya gittim ve reklam parasını aldım. Daha sonra da tanıdıklarımı ziyaret için Diyanet İşleri Başkanlığı’na uğradım. Başkanlık yayınevine gittiğimde görevli arkadaş bana, “Mahir Hoca’nın telif parası var, götürür müsün?” deyince ben de memnuniyetle götüreceğimi söyledim. İstanbul’a gelince Mahir Hocamı aradım. Bendeki emaneti takdim için nereye gelmem gerektiğini sordum. Kendisi yazları Emirgan’da kalırdı. Çok memnun olduğunu, parasının da kalmadığını ifade ederek “Karaköy’deki pastanede saat birde buluşalım.” dedi. Saat 12’ye geliyordu, hemen yola koyuldum. Bağlarbaşı’ndan otobüsle Kadıköy’e, oradan da vapurla Karaköy’e geldim. Pastaneye girdiğimde 1’e 5 vardı. Biraz sonra Mahir Hoca geldi, saatine baktı ve “1’e 2 var. Sen delikanlısın, beni geçtin.” diye de latife yaptı.
Emaneti takdim ettim. Parayı alınca bana “Bunu burada yiyelim.” dedi ve bana ne yiyeceğimi sordu. Ben de bir tatlı söyledim. Tatlımızı yerken Mahir Hoca bana “Delikanlı randevuya zamanında geldiğin için seni takdir ettim. Sana Mehmet Âkif’le Fatin Hoca’nın hikâyesini anlatayım da dinle!” dedi. Ve herkesin bildiği Fatin Hoca ile Âkif Bey arasında “söz verme” konusundaki şu meşhur hadiseyi anlattı:
Âkif ’le Fatin Hoca çok iyi iki dostturlar. Bir gün Fatin Hoca Akif ’e “Üstad hiç bizim tarafa gelmiyorsun. Gel de biraz sohbet edelim.” der. Mehmet Akif de “Olur, filan gün, filan saatte oradayım.” der. Oradayım dediği yer Kandilli Rasathanesi’dir. Söylenen gün geldiğinde hava bozuktur ve şiddetli yağmur yağmaktadır. Fatin Hoca, bu havada Âkif yürüyerek gelemez, vapurla gelir, diye düşünür. Vapurun gelme saatine ise daha zaman vardır. Fatin Hoca hizmetlisine “Benim bir işim var, hemen yapıp geleceğim. Âkif gelecekti, gelince içeri al!” der. Âkif söylediği saatte gelir ve zile basar. Kapıyı hizmetli açar. Âkif, Fatin Hoca’yı sorar. O da “Efendim bir yere kadar gitti, gelecek.” der. Âkif geri döner ve oradan ayrılır. Fatin Hoca gelince durumu öğrenir ve çok üzülür. Âkif ’le bir şekilde konuşur.
Âkif de ona “Fatin, Fatin bilmez misin ki Âkif ölüm veya ona denk bir olay olmadıkça sözünü tutar!” der. Birkaç ay küs durduktan sonra barışırlar. Mahir Hoca’nın anlattıklarından benim hatırımda kalan bunlar. Ancak bu olayı başkaları da anlatıyor. Fakat anlatılanlar arasında bazı küçük farklılıklar görülüyor. Öyle sanıyorum ki, herkes anladığını anlatıyor. Mahir Hocamdan dinlediğim bu hâdise, onun da hocası Âkif Bey gibi randevusuna sâdık oluşu, benim hayatımı etkileyen birkaç önemli olaydan biri olmuştur. Bu sebeple hayatım boyunca verdiğim söze sâdık kalmaya ve zamanında randevuma gitmeye hep itina ettim. Hatta randevu saatinden önce gitmeyi alışkanlık hâline getirdim. Bu nedenledir ki sınıflara daima zamanında girip sınıflardan zamanında çıkmışımdır. Bazen zararını görsem de bu hassasiyetimden hiçbir zaman taviz vermedim. Zira öğrencilerimin kâhir ekseriyeti bu konuda beni hep eleştirmişlerdir. Ama ben bu eleştirileri saygı ile karşılamış ve ilkeli tutumumdan asla vazgeçmemiştim”.[4]
“ Zamana riayet konusunda çok hassas olan bir hocam da Mahmut Bayram’dı. İstanbul İmam-Hatip Okulunda Arapça dersimize gelmişti. Zamana riayet konusunda son derece de hassastı. Ezkaza derse beş dakika geç gelse sınıf defterini imzalamazdı. Beş dakikalık geç gelme bile onun için helâl edilmiş bir para değildi. Dersini yapar, dersi boş geçirmez, fakat yaptığı o dersin ücretini de almazdı.
Bir defasında okulun idare katında babamla konuşuyordum. (Babam okulun teknisyeni idi) Ben, babamla konuşurken Mahmut Hoca yanımıza geldi ve babamdan öğretmenler odasındaki dolabının kilidine bakmasını istedi. Dolabın kilidi iyi açılıp kapanmıyormuş. O esnada ücret bordrosunu yapan muhasebe memuru, Mahmut Hocayı görmüş olacak ki yanımıza gelmişti. Mahmut Hoca’ya, “Hocam, derse girmişsiniz fakat defteri imzalamamışsınız. Defteri imzalar mısınız, ücretinizi tahakkuk ettireceğim.” dediğinde, Mahmut Hoca’nın, “Hayır imzalamam, o derse geç geldim. Hak etmediğim ücreti almam!” dediğine şâhit olmuştum.
Mahmut Hoca, İmam-Hatip Okulu’na ücretli derse geldiği için, kıldıramadığı vakit namazlarının da bedelini almadığını, aybaşlarında kıldıramadığı namazların hesabını yaparak vakit başına düşen bedeli, kıldıranlara ödediğini de duymuştum. Kimden duyduğumu, olayın ayniyle vaki olup olmadığını tam olarak bilmesem de onunla ilgili olarak duyduğum bu tavrın, beni hayat boyu derinden etkilediğini söyleyebilirim. Zira onu, “Helal lokma yeme!” ilkesini uygulayan “numune-i imtisâl” bir kişi olarak algılamış ve kendisini örnek almıştım”.[5]
Mazide kalan bu güzel hatıraları andıkça, aklıma hep Yahya Kemal’in “Ezansız Semtler” makalesi gelir. O bu makalesinin son paragrafında şunları söyler:
“Biz ki minâreler ve ağaçlar arasında ezan seslerini işiterek büyüdük. O mübarek muhitten çok sonra ayrıldık, biz böyle bir sabah namazında anne millete tekrara dönebiliriz. Fakat minâresiz ve ezansız semtlerde doğan, frenk terbiyesiyle yetişen Türk çocukları dönecekleri yeri hatırlayamayacaklardır!”[6]
Biz, bazı konularda şanslı olmasak da, bazı konularda şanslı bir nesiliz! Zira bizim nesil, Yahya Kemal’in de ifade ettiği gibi hem ezan seslerini, hem de önceki neslin anılarını dinleyerek büyüdü ve yazılan hatıraları okudu. Dinlediğimiz ve yaşadığımız o anıları, yazma ve gelecek nesillere aktarma sırası şimdi bizde.
Prof.Dr. Celal KIRCA
[1] Nisa, 4/103.
[2] Buhârî, Rikak, 1.
[3] Buhârî, Rikak, 3.
[4] Celal Kırca, Bir Neslin Mazideki İzleri Portreler, İstanbul 2021, s. 144-146.
[5] Celal Kırca, Bir Neslin Mazideki İzleri Portreler, s.33-34.
[6] Yahya Kemal, Aziz İstanbul, İstanbul 1969, s.130.
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), Gazze'de işlenen savaş suçları nedeniyle İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski…
Bu video bize BELAM başlığı ile gönderildi. BEL’AM için Diyanet İslam Ansiklopedisine baktığımızda şu açıklamayı…
Seçilmiş Cumhurbaşkanımızın katıldığı merasimden sonra bir gurup teğmenin sonradan korsan yeminle Mustafa Kemal’in askerleriyiz diyerek…
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi’nde alınan kararla su fiyatlarına %17,5 zam yapıldı ve her ay…
İstanbul' da Şiddetli lodos, Marmara Bölgesi'nde deniz ulaşımını sekteye uğratmaya devam ediyor. İstanbul, Bursa ve…
Ebu Cehil deistti, diğer Mekkeli müşrikler de deistti, Allah’ın varlığına inanıyorlardı ama Hz. Muhammed’in Allah’ın…
View Comments
Allah razı olsun.
Allah hepimizi zamanın kıymetini bilenlerden ve söz verdiğinde zamana riayet edenlerden eylesin.
Kaleminize sağlık hocam. Çok önemli hususlara temas etmişsiniz.
Sizin de derslere zamanında girmeye azami dikkat ettiğinize bizzat şahidiz.
Hatta bu konuda bazı talebeler gibi bizim de mağdur olmuşluğumuz var.
Zira derse sizden sonra geleni kabul etmezdiniz.
Zamanla bu davranışınızın çok sağlam alt yapıları olduğunu anlamış ve size hayranlık duymuştuk.