Gebze’de Öğle namazı için bir camiye gitmiştim. Namazdan sonra imam efendi aşağıda arz edeceğim ayetlerden oluşan bir aşr-ı şerif okudu. Ayetler muhteşemdi. Ayetler sanki 15 asır önce inmemişti de şimdi nazil oluyordu. O kadar yeni, o kadar güzel ve o kadar aktüel idiler. Okuyan da güzel okuyunca insanın mest olmaması mümkün değildi. Ayetler okundukça bir ayetlere baktım, bir de kendime ve Müslümanların bu günkü haline. Seslendim:
-Ey Müslüman! Sen bu ayetlerin neresindesin? Dinledikçe ezildim, ezildikçe üzüldüm, utandım, mahcup oldum, kendime geldim ve şöyle dua ettim: Allahım! Beni ve bütün Müslümanları bu ayetleri başucu levhası gibi koruyanlardan ve bu ayetlerin gereğini yerine getirenlerden eyle.
Ben bu düşünceler içinde iken baktım biri yanıma oturdu. Yanıma oturan zat, ayetleri okuyan imam efendi kardeşimizdi. Tevazu ve efendiliğinden: “Hocam sizin burada olduğunuzu erken fark etseydim mihraba geçmezdim, özür dilerim.” dedi. Bense onun bu fazilet ve efendiliğine karşılık: “Estağfirullah” dedim ve ekledim: “Sen o dediğini yapsaydın ben senin bu okuduğun ayetleri hatırlamamış ve gereken dersi alamamış olacaktım. Allah senden razı olsun, okuduğun ayetlerle bize ne büyük dersler verdin” dedim. Yanımızda toplanan insanları, o an ayetlerin ufkumuzda açtığı güzelliklere ortak etmeye çalıştım. Şimdi o ayetleri siz sevgili okur kardeşlerime kısmen tefsiriyle arz ediyorum.
Allah buyuruyor:
وَمَنْ اَحْسَنُ قَوْلاً مِمَّنْ دَعَٓا اِلَى اللّٰهِ وَعَمِلَ صَالِحاً وَقَالَ اِنَّن۪ي مِنَ الْمُسْلِم۪ينَ
“Allah’a, (Allah’ın birliğine inanmaya ve Ona ibadete) çağırandan, dine ve dünyaya yönelik düzgün ve hayırlı iş yapandan ve “Ben Müslümanlardanım” diyenden daha güzel sözlü kim vardır?”[1][1]
Allah Teala, bu ayetiyle Peygamberimiz Hz. Muhammed’i (sav) övüyor. Bir de onun güzel ahlakı ve tatlı üslubuyla Allah’a çağıran, onun gibi salih amel işleyen ve “ben Müslümanlardanım” diyenleri övüyor.[2][2] Bunlar kim olabilir? Bunlar da ilmiyle amel eden alimler tabakasından başkası değildir.”[3][3]
Bir insan Allah’a çağıran ve salih amel yapan biri olsa, ama Müslüman olmasa ve “ben Müslümanlardanım” demese, bu amelleri onları ahirette azaptan kurtarmaz. Bir deist Allah’a çağırsa ama İslamiyet’i kabul etmese veya Edison elektriği bulmak gibi güzel bir iş yapsa, ama İslamiyet’e inanmasa bunlar, paçalarını ateşten ve azaptan kurtaramazlar. Ama bu güzel işlerinin yanına bir de Müslüman olmayı ekleseler, elektriği bulma gibi hizmetlerine ve salih amellerine karşılık Allah katında herkesten daha çok mükâfata nail olurlar. Çünkü hem Hakk’a ve hem de halka yarar iş yapmışlardır. Bir de bunun tersi var: Bir insan “ben Müslümanlardanım” der de, Müslüman olmanın gereği olarak salih amel işlemez, düzgün ve sağlam iş yapmaz, namazını kılmaz, fukaranın hakkını vermez, haram yemekten, haram içmekten, günahları işlemekten utanmaz ve uzak durmazsa bu insan da günahları miktarınca cezaya çarpılmaktan kurtulamaz. Çünkü Allah böyle bir Müslüman tipi istemiyor. İnandığının gereğini yapan, imanıyla birlikte salih amel işleyen bir Müslüman tipi istiyor. Bu söylediklerimizin özeti şu: İslâmiyetsiz iman, imansız da İslamiyet olmaz. İman, inanma, İslamiyet ise salih amel ve uygulamadır. Biri birisiz olmaz. Onun için otoriteler: “İslâmiyetsiz iman kurtarıcı olmadığı gibi, imansız İslâmiyet de yine kurtarıcı değildir.”[4][4]demişler.
Her ne kadar hakikat böyle ise de, bir hakikat daha var. Onu da şu hadis dile getirmiş:
“Mü’min, Allah katındaki azabın ne olduğunu bilseydi hiç kimse Allah’ın cennetini isteyecek umudu kendinde bulamazdı. Kâfir de Allah katındaki rahmetin ne olduğunu bilseydi, hiç kimse Allah’ın cennetini isteyecek ümidi kaybetmezdi.”[5][5]
Diğer bir ifade ile, kâfir Allah’ın af ve rahmetinin nedenli büyük olduğunu bilseydi, Allah’ın rahmetinden ümit kesmezdi. Mümin de Allah’ın azabının nedenli büyük ve şiddetli olduğunu bilseydi haram ve günahlara yaklaşamazdı.
Aşr-ı şerifin ikinci ayeti de şu idi:
وَلَا تَسْتَوِي الْحَسَنَةُ وَلَا السَّيِّئَةُۜ اِدْفَعْ بِالَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُ فَاِذَا الَّذ۪ي بَيْنَكَ وَبَيْنَهُ عَدَاوَةٌ كَاَنَّهُ وَلِيٌّ حَم۪يمٌ َ
“İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel olan davranışla (yani iyilkle) sav; o zaman bir de göreceksin ki seninle aranızda düşmanlık bulunan kimse kesinlikle sıcak bir dost oluvermiş!”[6][6]
Zemahşerî, kötülüğün en güzel davranışla savılmasını şöyle açıklar: “Biri sana kötülük ettiğinde onu affetmen bir iyiliktir; ama bundan da iyi olanı, onun sana yaptığı kötülüğe iyilikle karşılık vermendir… Eğer bunu yaparsan amansız düşmanın sıcak bir dost haline gelir”[7][7]
Peygamberimiz bunu başarmıştır. Nice azılı düşmanlarını dost etmiş, İslam’a kazandırmış, hayırlı insanlar haline getirmiştir. Onu bu sonuca kavuşturan haslet ve faziletlerden biri de sabırdır. Onun içindir ki Allah:
وَمَا يُلَقّٰيهَٓا اِلَّا الَّذ۪ينَ صَبَرُواۚ وَمَا يُلَقّٰيهَٓا اِلَّا ذُو حَظٍّ عَظ۪يمٍ
“Bu sonuca ancak sabırlı olanlar ulaşabilir, yine buna ancak (erdemlerde) büyük pay sahibi olanlar ulaşabilir.”[8][8] buyurmuştur.
Râzî, âyetin bağlamını da dikkate alarak buradaki iyilik ve kötülüğün özellikle şu anlamları içerdiğini belirtir: İyilikten maksat, Resûlullah’ın insanları hak dine davet etmesi, inkârcıların küstahça davranışlarına sabretmesi, intikam peşinde koşmaması, kötülüğe kötülükle karşılık vermemesidir. Kötülükten maksat ise putperestlerin,“Bizi çağırdığın şeylere karşı kalplerimiz kapalıdır” [9][9]“Bu Kur’an’a kulak vermeyin, okunurken gürültü yapın”[10][10] gibi ifadeleriyle sergiledikleri aşağılık davranışlardır. [11][11]
Peygamberimiz, kötülüklere iyilikle karşılık vermede çok güzel bir örnek olduğu içindir ki düşmanları ona dost oldu. Onun ahlakı, Aişe validemizin ifadesiyle Kur’an ahlakı[12][12] olduğu içindir ki, Allah onu, ümmetine örnek gösterdi.[13][13]
Kuşkusuz insanların bazı kötülüklerini hukukî yaptırımlarla önlemek mümkündür; ancak hiçbir toplumu sadece bu yaptırımlarla uzun süre ayakta tutmanın, hele bu yolla insanlar arasında dostluk ve kaynaşma sağlamanın, kalıcı toplumsal ilişkiler kurmanın mümkün olmadığı hemen bütün siyaset ve hukuk felsefecileri tarafından kabul edilmektedir. Kur’ân-ı Kerîm’in affetme, kötülüğe iyilikle karşılık verme gibi öğütleri bireysel hakların ihlâliyle ilgili olup kamu haklarını kapsamadığı bizzat Hz. Peygamber’in uygulamalarından anlaşılmaktadır.[14][14] Daha sonraki Müslüman devlet ve hukuk adamlarının görüş ve uygulamaları da bu yönde olmuştur.[15][15] Bu, şu demektir: Hz. Peygamber şahsına yapılan hakaret ve kötülükleri affetmiş, onlara iyilikle karşılık vermiştir, ama kamu hakkının çiğnenmesine, Allah’ın sınırlarının ihlaline de asla izin vermemiştir.
İmam efendinin okuduğu son ayet de şu idi:
وَاِمَّا يَنْزَغَنَّكَ
مِنَ الشَّيْطَانِ نَزْغٌ فَاسْتَعِذْ بِاللّٰهِۜ اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ
الْعَل۪يمُ
“Eğer şeytandan sana bir fitleme gelirse (yani kötülüğe kötülükle karşılık ver, intikamını al gibi telkinler önüne konulursa) hemen Allah’a sığın! (Şeytanın bu dürtülerinden ancak Allah’a sığınmakla kurtulabilirsin.) Şüphesiz Allah, her şeyi işiten ve her şeyi bilendir.”[16][16]
Ne güzel müjde veriyor Allah:
وَالَّذ۪ينَ جَاهَدُوا ف۪ينَا لَنَهْدِيَنَّهُمْ سُبُلَنَاۜ وَاِنَّ اللّٰهَ لَمَعَ الْمُحْسِن۪ينَ
“Bizim uğrumuzda gayret gösterip mücahede edenlere elbette biz yollarımızı gösteririz. (Onları insî ve cinnî şeytanların şerrinden koruruz.) Muhakkak ki Allah iyilik yapanlarla beraberdir.”[17][17]
Allah hepimizi koruduğu sevgili kullarının içine alsın ve kötülük yapanlara iyilikle karşılık verme olgunluğunu ve kudretini herkese nasip eylesin. Hiç kimsenin içinde başkasına kötülük yapma düşüncesi kalmasın.
Dr. Vehbi KARAKAŞ
[18][1] Fussılet, 41/33
[19][2] Bkz. Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 708
[20][3] Bkz. Es-Sâbûnî, Muhammed Ali, Safvetü’t- Tefasîr, III, 113-114
[21][4] Bkz. Mektubat, 9. Mektup.
[22][5] Müslim, Tevbe 23, (2755); Tirmizî, Da’avât 100, (3542).
[23][6] Fussılet, 41/34-35
[24][7] Zemahşerî, Keşşaf, 392
[25][8] Fussılet, 41/35
[26][9] Fussılet, 41/5
[27][10] 26. AYET
[28][11] Razî, et- Tefsîrü’l-Kebîr, XXVII, 126-127.
[29][12] Bkz. Müslim, Müsafiriîn, 139
[30][13] Bkz. Ahzab, 33/21
[31][14] Bkz. Buhârî, “Menâkıb”, 32; “Hudûd”, 10, 12; Müslim, “Hudûd”, 8, 9; “Fezâil”, 77.
[32][15] Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 708-710
[33][16] Fussılet, 41/36
[34][17] Ankebut, 29/69
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi