Düşünce ve eylem arasındaki korelâsyonda düşünce baskın bir karaktere sahiptir. Yani salt eylem, düşünceyi belirleme konusunda ciddi zaaflar taşımaktadır. Eylemin, siyasal erk yanında kültürel iktidar alanını da muhafaza ederek düşünceyi etkilemesi gerekmektedir. Düşünce ise eylemi herhangi bir iktidar erki olmadan da belirleme gücünü taşımaktadır. Son iki yüzyıldır düşünce zemininde ciddi bir gerileme olduğu tartışılmaz bir hakikattir. Bunun sebepleri üzerine durmaya gerek yok!
Müslüman aydın ve entelektüellerin arafta kalma halleri ile birlikte düşünce zemininde ciddi bir zaaf taşımaya başladıkları açıktır. Yeniye açıklık, kendi içinde zaaf taşımakta ve kendi geleneksel düşünce yapısı ile sorunlar yaşamaktadırlar. Geleneğe dair sıkı bir savunma ise yeniliğe dair açıklığı engellerken ciddi zaaflar üretmektedir. Her iki yaklaşım biçiminin ayrıca belirli bir yöntemsizliği de içermekte oluşu gözlerden kaçmamaktadır. İster yeniliğe yönelik ilgi ve açıklık olsun, ister geleneğe yönelik ilgi ve açıklık olsun, her iki durumda da meseleyi doğru bir zeminde değerlendirecek bir yöntem yokluğu kendini göstermektedir.
Bu yöntemsizlik her alanda kendini göstermeye devam etmektedir. Örneğin, siyasal olanla ilişkiler bağlamında bir yöntemsizlik belirginlik kazanıyor. Son iki yüzyıldır yapılan siyaset yapma biçimi hep bir maluliyet ile sonuçlanmıştır. Bugüne kadar başarılı olan bir siyasal hareket görülmemektedir. Sosyolojik başarı elde etmiş hareketler ise siyasal arenada yanlışa kapı aralayarak yenilgiyi hazırlamaktadırlar. Tabi ki dış şartların etkisi ve buna yönelik geliştirilmiş teknik çalışmalar önemli… Ama Müslüman aydın ve entelektüeller siyasal alana yönelik önemli bir çıkış, çözüm üreten bir yaklaşım geliştirmekte hep zaaf taşımaktadırlar. İran İslam devrimi, Ak Parti iktidarı ve benzeri birçok örneklem, bize siyasal alanda ortak bir idrake sahip ve belirli bir yöntemi işaret eden bir bakışın varlığının olmadığı yönünde birer göstergedirler.
Modernist yaklaşımdan geleneksel yaklaşıma, radikal yaklaşımdan sufi yaklaşıma kadar farklı türevleri ile bütün yaklaşım biçimleri kendi kadim geleneksel yöntemlerini bile uygulamada zaaflar taşımaktadır. Bu yüzden kimin ne söylediğinin tam olarak belirginlik kazanma ihtimali ortadan kalkmaktadır. Örneğin; müslüman ahalinin bugün içinde mevcut olduğu şartlar muvacehesinde yaşadıkları dini yaşam biçimlerini eleştiriye tabi kılarken toptan ret ve kabul üzerinden işlem gördüğü için sorun çözülmekten uzaklaşmaktadır. Hâlbuki sorunu çözmenin yolu, sorunu ele almanın bir yöntem üzerinden gerçekleşmesi ve bu yöntem ile birlikte sorunu doğru kavradıktan sonra çözümünü de aynı yöntem üzerinden gerçekleştirmenin yolunu, yordamını ortaya koyarak onun sosyal ve bireysel bir zeminde karşılık bulmasına imkân tanımaktır.
Müslümanca düşünme ve düşüncenin varlığının yokluğu ile müslümanca düşünme ve düşünce çabaları arasındaki derin ayrımı okumadan bu meseleyi anlamak zorlaşacaktır. Kişisel tercihler ve kişiyi âlim, entelektüel ve aydın kılan özellikleri bağlamında tepkiselliği aşan örnekler o kadar az ki, neredeyse yok denecek kadar! Bu sefer, İslam ile ilgili, güncel durumlar ile ilgili, gündem ile ilgili, siyasal gelişmeler ile ilgili her ne varsa şahsi bir tutumu içermekte ve yöntem içermediği içinde tepkiselliği aşamamaktadır. Duygusal zemini aşamadan düşünce zeminine ulaşma imkânı olmadığına göre düşünce zemininin kurulmasının ön şartı ise yöntemdir. İster bilimsel bir meseleyi ele alalım, ister felsefi bir meseleyi ele alalım, ister irfani bir meseleyi ele alalım, ister dini bir meseleyi ele alalım, her meselede öne çıkan şey, onu bir yöntem üzerinden ele almanın, değerlendirmenin ve konumlandırmanın şart olduğudur.
Müslüman entelektüel ve aydınların düştüğü başka bir yanılgı ise, bu farklı bakış açılarını yöntemlerini dikkate almadan onları değerlendirmeye çalışmak ve bu bakış üzerinden de bir çatışma zemini çıkartarak meseleyi içinden çıkılmaz hale getirmektir. Örneğin, bir meseleyi felsefi olarak ele almak ile bilimsel olarak ele almak arasında ciddi bir fark vardır. Aynı epistemeyi kullanmadığı gibi araçsal zemini de farklıdır. Gözlem ile akıl yürütme arasındaki mahiyet farkı bilim ile felsefe arasındaki mahiyet farkını ortaya koyar. Dini bir mesele ile felsefi veya bilimsel bir meseleyi de aynı zeminde tartışamadığımız gibi aynı tanımı da kabul etmeyecektir. Bu durumun farkında olarak meselelere izah getirmek çok önemli hale gelmektedir. Felsefi bir yaklaşım ile dini olanın mahiyetine dair bir bakış geliştirmek bir yöntemsizliği içermektedir. Bilişsel süreç açısından da farklılığı ortadan kaldırmak anlamına gelecektir ki bu akla ihanettir. Dini bilginin menşei vahiydir. Vahiy ise verili olan bilgidir. Akli bilgi ise verili değildir, yoruma dayalı bir bilgidir. Akıl yürütme ile elde edilmiş bir düşünme mekanizmasına sahiptir. Bu yüzden felsefi bir yaklaşım içinden dini olanı tanımlama çabası kendi içinde sorunludur. Dini yaklaşım ise verilidir. Onu felsefi zemin gibi düşünme konusu yapmanın bir karşılığı olmayacaktır. Din bir açıklama yapar, kişi o açıklamayı anlar ve uygulamaya çalışır. Mesele bu kadar barizdir. Felsefe ise bir konuyu açıklar, başka bir filozof, yeni bir yaklaşım ile o meseleyi bambaşka bir şekilde yeniden yorumlayabilir. Ve biz buna felsefe deriz. İşte din ile felsefe arasındaki derin fark bu…
Akademisyen ve entelektüel insanlar, kendi yaklaşım biçimlerini bir yöntem üzerinden açıklamaya çalıştığında verimli bir düşünce ve düşünme zemini oluşur. Bu yöntem hem kendileri açısından açıklık kazanmalı ve hem de muhatapları açısından da açıklık kazanmalıdır ki yanlışa ve soruna kapı aralanmasın…
Bugünün temel sorunu yöntemsizlik sorunudur. Müslümanlar açısından bu çok daha belirgin bir sorundur. Gelenek ve modernlik arasında kalan müslüman zihin fazlaca karmaşık hale dönüşmüştür. Dinin temel ilkelerini göz ardı etmeden, yeni düşünme biçimlerini ve yöntemlerini bilmek önemli, ama onları kullanarak dini anlama çabasının oluşturacağı sorunların farkındalığı çok önemli hale gelmektedir. Dini alanda yazılan, çizilen ve ortaya konan yaklaşım biçimlerinin ortak özellikleri, eni, boyu ve sınırı belirli olmayan yöntemler üzerinden gerçekleştiği için sorun üretmekten öte bir fayda sağlamadığını göstermesidir.
Bugün müslüman aydın ve entelektüel için en temel sorumluluk alanı, mevcut yöntemleri öğrenmek, kendi yöntemini doğru bir zeminde öğrenmek ve bugüne dair dini anlamada ve anlatmada yararlı olacak bir yöntemi kurmak olmalıdır. Söylediğimiz her şeyi bir yönteme dayalı olarak söylemeye başladığımız andan itibaren, karşılıklı bir diyalogu oluşturmada da önemli bir adım atılmış olacaktır. Bugün dine yöneltilmiş bütün eleştiriler bu yöntemsizlikten nasibini almaktadır. Dini savunma biçimleri de aynı şekilde bir yöntemsizliği içerdiği için yetersiz kalmaktadır.
Aksini iddia eden varsa bunu temellendirmelidir.
Vesselam…
Not: Yöntemden kasıt, metot ve usuldür…
Abdulaziz Tantik