Meşhur İngiliz komutanı Winston Churchill; “Türkleri savaşarak, asker ve silah kullanarak asla yenemezsiniz. Türklerin sadece din adamlarını ele geçirip onları kullanın. Onlar devleti yıkarlar” demiştir.
Bu anlayıştan hareket edilerek cephelerde bir türlü yok edemedikleri Müslümanları ve özellikle Türkleri zayıflatmak için, onları birbirine kenetleyen ve dinamizm kazandıran dinlerini tahrif etmek amacıyla müsteşrik mektepleri açtılar. Bu mekteplerde, İslamî ilimleri tahsil ettiler ve bu dini içerden çökertmek için tahrif hareketlerine giriştiler.
Churchill (Çörçil)’in bu projesi, epeydir canlı canlı uygulanıyor. Bunun Türkiye’de en bariz örneği Fetö lideri Fethullah’tır. Churchill’in sözüne cuk diye oturuyor. Ayrıca “Kur’an bize yeter” çığlıkları atanlar da, ithal malı inanç ve fikirleri kullanarak oryantalistlerin söz ve inançlarını, ele geçirdikleri tv kanallarında, “Sen, ben, bizim oğlan;körler sağırlar, birbirini ağırlar” türünden Bremen mızıkacıları gibi, yaptıkları programlarla dini tahrif ederek yozlaştırmakta ve Müslümanların kuvve-i maneviyyelerini zayıflatmaktadırlar.
Sünneti itibarsızlaştıran ilk Oryantalist/Müsteşrik Goldziher’dir. O, bu alanda çalışmalarını 1890 yılında Almanca olarak “İslami Dersler” adı ile yayınladı. Onun bu kitabı diğer müsteşriklerce kutsal İncil gibi itibar gördü. Goldziher’den kısa bir süre sonra Fransız oryantalistProf. Joseph Shat ortaya atıldı. Uzun bir süre fıkhî hadislerin kaynaklarını araştırma ve eleştirme ile uğraştı. Çalışmalarının neticesinde “Bunların hiçbiri, özellikle fıkhi hadisler sahih değildir”, hükmüne ulaştı. Kitabı, diğer müsteşriklerce “ikinci bir kutsal İncil” görünümünü kazandı.
Bir yüzyılın dörtte üçünde hadis konusunda bu iki kitap dışında müsteşriklerin kaleminden çıkmış -birkaç makale hariç- hiçbir araştırma yayınlanmamıştır.
Sözün kısası, Rasulullah’ın hadisleri üzerinde müsteşriklerden çok azı araştırma yapmıştır. Bununla beraber bu araştırmaları da yeterli ve ilmî araştırma metoduna uygun değildir. Tahrif amaçlı, yüzeysel çalışmalardır. Bunların içinde ise Şhat’ın eseri (Origins of Muhammedan Jurisprudence), batı ve belki de doğunun Hadise ilişkin ilmî araştırma tarihinde en tehlikeli sayılabilecek ve kendinden sonrakilere kaynaklık edecek bir eserdir.
Şhat’a göre “Hz. Peygamber, hukuki mahiyette bir şey yapıp söylemeyi hiçbir zaman düşünmemiştir. Esasen O’nun hukuk sahasında bir şey yapmaya ve söylemeye yetkisi de yoktur. “Bir Peygamber olarak O’nun hedefi, yeni bir hukuk sistemi getirmek değil, hesap gününde cennete hesapsız girmek için insanlara nasıl davranacaklarını, ne yapacaklarını ve nelerden kaçınacaklarını öğretmektir. Hal böyle olunca, dini kendi anlayışlarına göre yönlendirmek isteyen bazı kişiler, Peygamber adına dinin yaşanmasıyla ilgili olarak hadisler uydurmuşlardır.” Hicretin ikinci ve üçüncü asrında Muhaddisler tarafından hadislerin tedvini ve tasnifi maksadıyla yapılan büyük çalışmalar Şhat’a göre, “dine farklı bir siyasi mahiyet vermek üzere Peygamber adına hadis uydurma faaliyetinden ibarettir.” (Mustaf A’zami’nin “Hadis-i Nebevi Araştırmaları” eserinin önsözünden özetlenmiştir.)
Daha sonra aynı çizgiyi sürdüren sünnet düşmanlarının bir kısmı işi, sünnetin delil oluşunu ve teşrideki/şeriat koymadaki konumunu yermeye, bir kısmı da hadis yazımının bir asır veya daha fazla geciktirildiğini iddiaya, sünnete itimat ve güvenin mümkün olmadığını savunmaya kadar götürdü. Daha sonra bu koroya el-Menar dergisinde “İslam Yalnız Kur’an’dır” makalesiyle Mısırlı tıp doktoru Tevfik Sıddıki, “Fecru’l İslam ve Duhaha” adlı eserinde, hadislere yönelttiği eleştirileriyle Ahmet Emin ile çağdaş Mısırlı bir yazar olan “özgür düşünce, bilimsel araştırma” adı altında sünneti yermesi ve sünnetten aşırı derecede sapmasıyla tanınan ve yakın geçmişte ölen Mahmut Ebu Reyye de “Muhammedî Sünnet Üzere Işıklar” (Edvaun ale’s Sünneti’l Muhammediyye) adlı eseriyle katılmışlardır. (Muhammed Tahir Hekim,Sünnetin Etrafındaki Şüpheler, s. 68)
Şu halde “Hadisler, iki yüz yıl sonra yazılmıştır, itibar edilmez” diyenlerle “Kim Sünnet’i bağımsız delil olarak kabul ederse Peygamberi Allah’a ortak koşan bir müşrik olmuş olur” diyen yerli oryantalistlerin, kimlerden beslendikleri ve kimler tarafından ele geçirildikleri, gayet net bir şekilde anlaşılmaktadır.
Bu ekol, bu düşüncelerine bazı safları ve kültürlü-kültürsüz insanlardan dinî ilimlerle hiçbir ilgileri olmayan kimseleri aldatarak sanki “ilmî, kültürel ve ilerici” bir harekete çağırıyorlarmışcasına hareket edip davet ettiler. Bu hareketin yani “Kur’an İslam’ına Çağrı” nın Türkiye versiyonu da Yaşar Nuri ile vizyona hızla girmişti. Gerek kitapları gerekse TV programlarıyla, dinî alt yapıdan yoksun, kültürlü-kültürsüz, laik-Kemalist bir takım insanlardan oluşturduğu ve “Yaşar Nuri Cemaati” diye anılan bu hareketin, akademisyen mimarı Yaşar Nuri de, sanki ilmî, kültürel ve ilerici bir harekete çağırıyormuşçasına Batılı oryantalist refiklerinin edasını sergilemekteydi. O ölüp gitti, şu anda onu da fersah fersah geçen ve ona rahmet okutan “Kur’a bize yeter”ciler, tv kanallarında yalın kılıç fink atmaktadırlar.
Prof. Muhammed Ebu Zehra, bu konuda şöyle der: “Sünnete sataşanlar iki kısımdır. Biri okun yaydan çıkışı gibi dinden çıkmıştır. Bunlar Hindistan ve Pakistan’da ortaya çıkmış bir taifedir. Onlardan bir grupla karşılaştım, hiç bir bölgede kendilerini gizleyemeyecek kadar dar bir düşünceye sahip olduklarına kanaat getirdim. Bunlar yalnız sünnetin delil oluşunu inkâr etmekle yetinmiyorlar. Bundan da öte, Kur’an’ı arzularına göre tefsir ediyorlar. İkinci kısım ise; Sünnetin hüccet oluşunu inkâr ettiklerini açıklamamakla birlikte, sahih ve sağlam olanını bulmak istedikleri iddiasıyla, sünnet ve rivayetlerle bolca şüphe uyandırmaya çabalarlar. Bunların İslamî öğrenim ve öğretim için kurulmuş yüksekokullarda yetiştikleri de söylenir. Bunlara diyeceğim; eğer samimi insanlarsanız bu konuda uzmanlaşın, bu ilmi öğrenin. Nebi’ye nispet edilen bu şeylerde sıhhat ve doğruluk olmadığına dair bütün delillerinizi ortaya koyun. Ama sizin İslam ümmetinin yanı başında duran afetleri abartmanız ve bu alanda tozu dumana katmanız çirkin amaçtan başka bir şeyi akla getirmez. Bununla da sizin İslam’ın izzet ve yüceliğini, ahkâmının hayata hâkim olmasını istemediğiniz anlaşılır.” (Muhammed Ebu Zehra, Hadaratü’l İslam Dergisi, sayı,5, s.8-25.)
Sünnet karşıtı görüşlerin, “Kur’an’la yetinme” çağrılarının temelinde yatan aldatılmışlığı da Mustafa A’zamî şöyle tespit etmektedir: “İngilizler, Hindistan’ı geçen asırda bütünüyle sömürgeleştirmişti. Müslümanlar ülkeyi onların elinden kurtarmak için cihad ilan ettiler. Sömürgeciler silahlı cihadın tehlikesini farkettiler. Bunun için Müslüman âlimler arasında kılıçla cihadı reddeden bir grup peyda ettiler. Onlar da bu işe kılıçla cihadı emreden hadisleri reddetmekle başladılar. Çerağ Ali ve Mirza Gulam Ahmet el-Kadıyanî bu ekolün önderlerindendir. Hülasa, ikinci hicri asırda çok az kişi, sünnetin delil oluşunu ve teşri/yasal değerini inkâr etmişti. Bunun kaynağı cahillikti. Aynı şekilde sünnetin mütevatir olmayanını inkâr eden bir başka grup da görülmüştü. İkinci asırdan sonra bu fitneye son verilmişti. Şimdilerde aynı fitne, batı sömürgeciliğinin etkisiyle yeniden diriltildi, meşhuru ve âhadıyla Hz. Peygamber’in sünnetini tamamen inkâr etmektedirler.” (Mustafa A’zami, Diraasaat Fi’l Hadis Nebevi, s.28 vd.)
İşte yurdumuzda da “Ümmetim hakkında en çok korktuğum, saptırıcı imamlar/liderler/hocalardır” (Darimi, Sünen, 2/219) hadisiyle örtüşen bir rol üstlenerek gazete, kitap ve televizyon programlarıyla oryantalist ağabeylerinin yolunu izleyen Prof. Markalı veya markasız birtakım sapan ve saptıran reformistler mevcuttur. Bunlar bilmeyerek Batılı ve Hintli ağabeylerinin dümen suyuna girecek kadar gafil ve cahil değillerse, bu işi bile bile yapan hainlerdir, gönüllü satılmışlardır.
Şu unutulmamalıdır ki, Sünnet; İslam’ı anlama, kavrama ve yaşamada vazgeçilmez en doğru ölçü ve yorumdur. O’nun verilerine yöneltilecek hiç bir tenkit, ondan müstağni kalmayı haklı kılamaz. Yani ne sünnetsiz Müslümanlık olur, ne de sünnete rağmen Müslümanlık olur. Kur’an’la sünnetin arasını ayırma esasına dayalı iddia sahipleri, “keyfi İslam arayıcıları”, önü alınamayacak hurafe ve bid’atlara kapı açacaklarını unutmamalıdır. Bu tür anlayış sahiplerini uyarmak, uyanmazlarsa kendilerini yalnızlığa ve ilgisizliğe/ademe terk etmek, herhalde günün en uygun metodu olacaktır. (Prof.Dr. İsmail Lütfi Çakan, Hadislerle Gerçekler, 2/142)
Churchill’i yalancı çıkarmayan bu gönüllü satılıkların dillendirdiği ve hicri ikinci asrın sonlarında çöpe atılan fakat on bir asır sonra tekrar çöplükten toplanan “Sünnet karşıtlığı” fitnesi, inşallah bir gün yine tarihin çöplüğüne atılacaktır.
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi