Müslümanlık da birçok din gibi insan, evren ve dünyaya dair iddiaları olan bir dindir. İslam, diğer ibrahimi dinler gibi kurtuluşun (inayet) ancak kendisi ile sağlanacağını öne sürmektedir. Bu bağlamda asya dinlerinden farklı bir yerde durmaktadır.
Müslümanların İslam dolayımlı konuşmalarına baktığımızda, dünyanın düzeninin sağlanması, insan ilişkileri, ahlakilik, hukukilik, hakkaniyet vb. birçok başlıkta müslümanlar kendi dinlerinin takip edilmesi durumunda başarıya ulaşılacağını dillendirmektedir. Yine ölümden sonraki hayatta yegane kurtuluşun da dünyadaki yaşama bağlı olarak ancak İslam ile sağlanacağı temel söylemlerdendir. Bugün gelinen noktada birçok müslüman kurtuluşun kendi dinlerinde olduğunu savunmaya devam etmekte, hatta birçok insanı iman etmeye davet etmektedir.
Fakat bugün dünya ölçeğinde Müslümanlığın nasıl bir manzara sunduğuna bakarak, bir analiz yapmanın gerekliliği ortadadır. Bu bağlamda sonuç sadedinde zikreceğimizi hemen söyleyelim: Özelde Müslümanlık bugün dünya ölçeğinde iyi bir örneklik ve temsiliyet sunamadığı için, insanlığa davetten önce müslümanların ciddi bir özeleştiriye ihtiyacı vardır.
Öncelikle dünya ölçeğinde kurumsal dinlerin en azından bir ilgi kaybına uğradıkları bilinmektedir. Bu durum insanların dinden külliyen uzaklaştıkları anlamına gelmiyor. Peki burada bir paradoks yok mu? Bu minvalde insanlar için dinin bir ihtiyaç olduğu gerçeğinden hareket ettiğimizde yeni dini hareketler ile dinimsi yapılara olan mensubiyetlerin artması bize insanların din adına yeni yönelimlerinin adreslerini vermektedir.
Dolayısıyla kurumsal dinlere olan ilginin zayıflamasından mülhem, Müslümanlığın da içinde yaşadığımız dünyaya cevap verme kapasitesi açısından zayıfladığını görmekteyiz. Özellikle genç nesilde bu ilgi zayıflığı daha çok izlenebilir. Bunun bir sebebi dünyada dine yönelik trendler olmakla birlikte diğer sebebi, “gerçeklik” ile “dini düşünce” arasındaki mesafenin açılması ve kopmalardır. Belki de gençlerin iyi bir dünya beklentisini gerçekleştirmek noktasında kurumsal dinin ümit vermemesidir.
Müslümanlar diğer ideoloji, din ve mezheplerin ortaya koyduğu icraatlardan öte kendilerinin farklılıklarını hissettirecek bir öneri getirebilmiş değildir. Meselâ; 1970’lerden bu yana söylemlerine baktığımızda, “dünya hayatı geçicidir, dünyaya önem vermemek lazımdır” şeklinde özetleyebileceğimiz yaklaşımların tam tersine döndüğü görülmektedir. Öyle ki, müslümanlar kendi ahlaki ilkelerini ihlal etmek pahasına dünyevileşmiş görünmektedirler. Burada İslam’ın insani hırsları belirli oranda törpülemesi beklenebilirdi; ancak böyle bir durum gerçekleşmemiştir.
Diğer yandan müslümanların islam adına dile getirdikleri iddialardan birisi de, güç değil hakkaniyet temelinde ilişkilerin gerçekleştirilmesidir. Bu konuda ise çok boyutlu sorunlar kendisini gösterirken, maalesef islam’ın müslümanlar üzerinde pozitif bir etkisinden bahsetmek pek mümkün görünmemektedir. Hakkaniyet, gerek insan-insan ilişkileri, gerekse tüm işlerin dürüst yapılması gibi kapsamlı merkezi bir kavramdır.
Bugün müslümanların mütevazi hayat, dünya ve insanla kurulan sade ilişkiler gibi söylemleriyle hayat tarzları arasında giderek açılan mesafedir. Özellikle tüketimin ekonomi politik hale geldiği bir dünyada, islam en önemli şans ve imkan olması gerekirken, üzülerek belirtmeliyiz ki müslümanlar bu imkanları da berhava etmektedirler.
Hasılı Müslümanlar tüm dünya insanını İslam’a davet etmeden önce, ciddi bir özeleştiri yapmak durumundadırlar. Çünkü bugün Müslümanlık adına dünya ölçeğinde var olan manzara hiç iç açıcı değildir. Diğer din ve ideolojileri eleştirmeden öncelikli tavır bu olmalıdır. Dolayısıyla en aciliyetli meselenin özeleştiri olduğu her bakımdan görülmektedir.
Prof. Dr. Mustafa TEKİN